İslami bir yaşayıştan herkesin nasiplenmesini isteyen, bir kısmı bunu Diyanet, Milli Eğitim gibi kurumlarda resmi olarak da gerçekleştiren insanlardaki azim ve gayrete her zaman hayran kalmışımdır. Samimiyetin eşlik ettiği bir gayret ve fedakârlık, hangi konuda olursa olsun takdire şayandır ancak bunu ulvi bir amaca matuf halde gerçekleştirebilen insanlar takdir edilesidir. Ancak topluma şöyle bir bakınca, bu çabaların beklentinin altında bir etkisinin olduğu da gözden kaçmıyor. Peki, sorun tam olarak nerede ve nasıl çözülebilir?
Bu sorunun muhakkak birçok cevabı var. Tek bir sebep değil bir sebepler kümesi olduğu aşikâr. Tebliğ hareketlerine bulaşan siyaset, yaygınlaşan internet ve sosyal medyanın etkisi gibi faktörler bunlardan bazıları. Ancak ben daha psikolojik bir unsurdan bahsetmek istiyorum: iç tutarlılık.
Bir nasihat, kaç kez tekrar edilirse edilsin, en çok nasihat edenin hayatı üzerinden görüldüğünde etkili olur. İnsan, söylediği ile yaptığı bir olan, yani içsel bir tutarlılığa sahip birinin söylediklerini daha çok ciddiye alır. Çünkü orada yansıyan bir ihlas, bir samimiyet vardır. Kendisi bunu zaten uyguluyorsa, karşı tarafa söylemesinin tek sebebinin sırf onun iyiliği olduğu düşünülür. Herhangi bir çıkar gözetilmediği fark edildiğinde de dini hakikatler tüm parlaklığıyla insanlara kendini gösterme imkânı bulmuş olur.
O halde denilebilir ki, bir hakikati ifade etmeden önce onun hangi zeminde ifade edildiğini de düşünmek gerekir. Yeri ve bağlamı geldiğinde, karşı tarafı incitmeyecek ifadelerle ve bunu samimiyetle yaşamaya çalışan biri tarafından hatırlatılan güzel hakikatler, büyük bir ihtimalle karşılık bulur. Ancak tabii ki sonuca değil samimi bir niyetle sürece odaklanılmalıdır. Hidayet edici olan yalnız Allah’tır, en başta bize…
RÜMEYSA GÜNDÜZ