Dün bana sorular soran televizyon programı sunucusuna dedim:
-Bir soru da ben sana sorayım, hazır mısın?
-Tebessüm ederek hazırım, ama zor olmasın hocam, dedi. Ben de sordum:
-Herkese ve her şeye ısı ve ışık vermekle görevli olan güneş görevini terk ederse ne olur?
-Her şey zarar görür.
-Yani kıyamet kopar, değil mi?
-Evet.
-İşte güneşin görevini terk etmesi ne ise, Müslüman insanın görevini terk etmesi de odur. Güneşin görevi ısı ve ışık vermek, Müslüman insanın görevi de hakiki iman ve beş vakit namazdır. Güneşi güneş eden nasıl ısısı ve ışığı ise, insanı insan eden de hakiki imanı ve namazıdır. Güneşin görevini terk etmesinden nasıl kıyamet kopuyorsa, Müslüman insanın hakiki imanı ve namazı terk etmesinden de yine öyle kıyamet kopar. Sadece kendisinin kıyameti mi? Hayır. Onunla alakalı herkesin ve her şeyin kıyameti kopar. Bir insan intihar etti mi, sadece kendisini öldürmüş olmuyor, kendisiyle alakadar herkesi ve her şeyi gezen ölüler haline getiriyor.
Güneşin ısısı ve ışığı nasıl birinci derecede güneşin görevi ise, Müslümanın hakiki imanı ve dosdoğru namazı da Müslümanın birinci derecede görevidir. Güneş doğunca nasıl, inanan-inanmayan, dost-düşman herkesin ve her şeyin başını şefkatle okşuyor, minnetsiz ve cömertçe ısısını-ışığını veriyor; hakiki imanı ve doğru namazı olan insan da böyledir. Hep etrafına ısı verir, ışık verir, pozitif enerji dağıtır. Onun bu pozitif enerjisinden, şefkatinden, merhametinden adaletinden, cömertliğinden, insanlığından dost-düşman, inanan-inanmayan herkes, hatta canlı-cansız her şey istifade eder, hayat bulur, huzur bulur, sıhhat ve saadete kavuşur.
İmanı olan ve namazını kılan hangi Müslümandan bu pozitif enerji çıkmıyor ve yayılmıyorsa o Müslüman imanını ve namazını gözden geçirsin, tevbe etsin, yeniden iman etsin. Çünkü imanla ve namazla çirkinlikler, ahlaksızlıklar bir arada duramaz. Işıkla karanlık bir arada duramadığı gibi.
Repertuarımda unutamadığım kudsî bir söz var. O da şu: “Ey İnsan! Gökte mukarreb meleklerle beraber uçmak ister misin? Evet. Öyleyse şefkatte güneş gibi ol, kusurları örtmekte gece gibi ol, yumuşak huylulukta ölü gibi ol, alçak gönüllülükte toprak gibi ol, cömertlikte akan nehir gibi ol.”
Güzel bir tavsiye de İftihar Vesilemiz’den (sav):
“Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği insandır. (Asıl) muhâcir de Allah’ın yasakladıklarından kaçan, emirlerine yapışandır.“[1]
Öyleyse ey Müslüman! Ey nefsim! Sana sesleniyorum: İki dünyanı, özellikle de vatanını cennetleştirmek istiyorsan, şunu bunu küçük gören kötü gözünü, şunu-bunu inciten kötü sözünü, şuna-buna zarar veren kötü elini, kötü halini bırak. Şimdiye kadar incittiklerinden helallik iste, yunmuş ve yıkanmış bir şekilde hakiki imanınla ve dosdoğru namazınla yaşa. Çok mutlu olacaksın, etrafına da çok mutluluklar vereceksin. Alemlerin Rabbi’nin şu sözünü de kulaklarına küpe yapmayı unutma:
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
“Allah’ın sana verdiklerinin içinde ahiret yurdunu ara. (Yani O’nun verdiği imkân ve serveti O’nun yolunda harcamak suretiyle âhiretini kazanmaya çalış.) Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl iyilik ve ikramlarda bulunduysa, sen de başkalarına öyle iyilik ve ikramlarda bulun. Yeryünde bozgunculuk çıkarmaya kalkışma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez!”[2]
[1] Buhârî, Îmân 4, 5, Tirmizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11.
[2] Kasas, 28/77
Dr. VEHBİ KARAKAŞ