Türkiye’de, 2002’den sonra farklı bir siyasi vizyon ve anlayışa kavuşarak hükümet ve halk arasında sıkı ve yakın bağlar ortaya çıktı. Ondan önce de aynı doğrultuda bir tavır ortaya koyulmaya çalışıldıysa da, Türkiye’nin şartları ve siyasi yapının metot, hazırlık ve yaklaşımlarının yetersizliği sebebiyle, bu tür bir başarı noktası elde edilemedi. Ancak, 2002’den sonra İlk defa, halkın beklenti ve değerleri dikkate alınarak bir politika üretme noktasına gelindi.
Türkiye’de Meşrutiyet dönemiyle birlikte, şuursuz ve plansız bir batılılaşma ile başlayan kendi kültür, tarih ve değerlerinden uzaklaşma hareketi, heyecansız ve idealsiz nesillerin yetişmesine sebep oldu. Resmi kurumlar, batı’yı taklit etmek suretiyle, ciddi çalışmaların başlatıcısı olamadılar. Üniversite, siyaset, bürokrasi ve ordu sürekli batılı fikir, politika ve idealleri kovalamaktan öteye geçemedi. Belki de, ilk defa toplum merkezli bir kalkınma hareketi başlatılmıştı.
Önce Milli Nizam, daha sonra Milli Selamet Partisi adıyla 1972 yılında siyasi hayata atılan ilk yerli ve halkçı politik hareket, Meşrutiyet döneminden beri ilk olarak yerli, manevi ve kendine dönüş hareketi olarak adlandırılabilir. Toplumun inanç, kültür ve anlayışları bu kadro ile yeniden bir “refleks” olarak gündeme getirilmişti. Halkın önemli bölümü, bu yeni yöneliş konusunda memnun ve mutluydu.
Fakat, bu yönelişin önemli bir eksiği vardı. O da, halkla aynı hedefte kendisini gören bu siyasi kadroların, söylemleri ile kendi kültürel ve kalite yapısı arasında kopukluk yaşayan hazırlıksız bir yönetici tabakaya sahip olmasıydı. Tarihten, gelenekten ve kültürden yana tavır koyduğunu söyleyen kişiler, yılların ortaya çıkardığı batıcı seküler, hesapçı ve materyalist eğitim felsefesi içerisinde kendi kimlik ve kültürünün özelliklerinin gereğini tam olarak anlayamamıştı. Bu durum, sıradan insanlar için de geçerli olan bir konuydu. Fakat, toplumu yönlendirme ve yeni ufuklar oluşturma konusundakiler için, böyle bir eksikliğin sıkıntıları herkesi ilgilendiren bir boyuta sahipti ve hareketi zayıflatıcı niteliği sahipti.
Muhafazakar, tarih ve gelenek şuuruna sahip kitleler; kendilerini ve düşüncelerini ortaya koymak için öncelikle siyasi hareket içinde ortaya çıkmak zorunda kaldılar. Bu çıkış, aslında siyasi-idari bir dünya ve kurumlar içinde kendini ifade etmek gibi önemli bir niteliğe sahip olmayı gerektiriyordu. Niyet ve samimiyet konusunda yeterli fakat, batılı yönetim felsefesi ve ilişkiler dünyasının bilgi ve donanıma sahip olmayan bu kesimler, kısa zamanda nasıl hareket edeceklerini bilemediler. Bazan, kendilerinden farklı kesimlere karşı kompleks sahibi oldular; bazan da, daha önce tecrübe sahip olmadıkları sorumlulukları taşıyamayıp başkalarının güdümüne girdiler.
Bu grubun sahip olduğu şaşkınlığın birinci sebebi, iktidar makamlarında nasıl bir ilişki ve çalışma sistemi kuracakları ile ilgiliydi. Çünkü, batılı kural ve anlayışlara göre kurulmuş bürokratik ve siyasi bir yapı içinde, kendi ahlaki değerleri ve yapmak istedikleri arasında en uygun ve faydalı bir dengenin kurulması gerekiyordu.
Fakat bu konu, bir bilgi ve stratejiye bağlı olarak gerçekleşebilirdi. Ama, bu konuda hazırlanmış bir strateji yoktu. Hazırlıksız olarak siyasi ve idari hayata girildi ve herkes, kendi bilgisi ve tecrübesi oranında çalıştı. Her ne kadar yeterince hazırlıksız olunsa da, iyi niyetli olmanın getirdiği çabalar ile toplumdan destek aldılar. Kadrolar içinde, kendini yetiştirmiş bazı bürokrat ve ilim adamlarının varlığı, toplumda bir ümit oluşturmaya sebep olmuştu.
Samimi kadrolar, siyasi ve sosyal bilgi konusunda eksik olmaları sebebiyle kendilerine has bir yönetim ve davranış özelliği oluşturamayıp, şahıslarını “bulunmaz insanlar” gibi gördüler ve çevrelerindeki insanları küçük görmek suretiyle onlarla samimi bağlarını kaybettiler.
Yerli manevi değerler ve ahlaklı insan tipi, her ne kadar sistemin gelişmesine ve daha iyi işlemesine katkıda bulunuyorduysa da, kapsamlı bir sistem ve politikanın olmaması, bu siyasi kadroların işlerinde hata yapmalarına ve bazı dışarıdan gelen sinsi saldırıların bünyede yara açmasına engel olamadılar. Herşeyden önce, Meşrutiyetten beri gelen batıcı akılcı, maddeci ve bürokrat, ordu ve siyasi grupların işbirliği yapmasını engelleyemeyerek askeri darbeler ile siyasetten ve sistemden uzaklaştırıldılar. Böylece, siyasetteki ilk “yerli deneme” istenilen başarıya ulaşamadı. Lider’in kapasitesinin yüksekliği, onun “takım çalışması” yapmasını engelledi ve yetişmiş, uzman kadrolar ile siyasetin sağlıklı bir şekilde yürümesine imkan sağlayamayarak, gelişme ivmesini kaybetti. İçinden çıkan bir grup genç siyasetçinin, kurduğu Ak Parti’nin kurulması ile destekçilerinin büyük bölümünü kaybetti.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi