Kaybettiğimiz değerlerin başında, eleştiri kültürü ve eleştiri ahlakımız gelmektedir. Başkalarını cesurca eleştirirken, iş kendimize geldiği zaman eleştirilere tahammül edip ders çıkaracağımıza, küplere binmekteyiz. Öyleyse önce eleştiri ahlakı edinmeliyiz. Çünkü eleştiri ahlakının olmadığı yerde, eleştiri olmaz.
İnsan, yüzünün kir ve lekesini temiz bir ayna olmadan göremeyeceği gibi, manevî siması itibariyle de söz ve fiillerinin kusurlarını ve kirlerini görüp temizleyebilmek için de mümin kardeşine ihtiyacı vardır.
Bir hadislerinde Resûlüllah (sav) şöyle buyururlar: “Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder, zarardan-ziyandan korur ve gıyabında da elinden geldikçe onu savunur.” (Ebu Davud, Edeb, 49; Tirmizî, Birr, 18)
Hadisin bir başka varyantında “Mümin müminin aynasıdır. Onun üzerinde bir şey gördüğünde onu alır, atar.” (Münâvî, Feyzu’l-kadîr, 6/352)buyrulur. Dolayısıyla mümin, aynaya bakar kendini düzeltir, kendindeki eksikleri görür ve onları giderir. Hem de aynadaki gördükleri lekeleri, kusurları ve kirleri temizler. “Müminin, mümin kardeşiyle olan durumu, birbirini yıkayıp temizleyen iki el gibidir.”(Kenzu’l Ummal, 1/155.)hadisi de müminlerin durumunu çok güzel bir şekilde resmetmektedir.
Hatalarımızı görmenin önemli yollarından biri de, mümin kardeşlerimize bakmamızdır. Çünkü mümin, kendisinde mevcut olup doğrudan doğruya göremediği kusur ve hatalarını din kardeşi vasıtasıyla görür. Bunun içindir ki, Hz. Ömer kendi kusurlarını Selmân-ı Fârisî’ye sorardı. Mümin mümine kusur ve hatalarını münasip bir dille söyleyerek ona aynagörevi yaptığı gibi bazen söz konusu kusur ve hataları kasten kendisi işleyerek ona bunların yanlış olduğunu anlatabilir. (TDV İslam Ansiklopedisi, IV/261)
Hz. Ömer ayrıca; “En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir” der. (Suyutî, Tarihu’l Hulefa, s.130)
İşte, Rasulullah (sav) ve dört halife döneminden sonra, kaybettiğimiz değerlerin başında eleştiri ve muhalefet kültürümüz gelmektedir. Hayat kitabımız Kur’an’dan vereceğimiz örneklerle İslam’daki eleştiri anlayış ve uygulamasını ortaya koymaya çalışalım.
Eleştirmek, seçici davranmak demektir. Toptan kabul veya toptan red hastalığına düşmeden, iradesini ortaya koyarak doğruyu yanlıştan çekip çıkarmaktır. Hakkı batıldan, eleyerek ayrıştırmaktır. Vahiyden beslenen aklını devreye sokarak iradeli hareket etmektir. Çünkü eleştiri, bir irade kullanma sanatıdır. İradesini kullanan seçiyor demektir. Çünkü irade, seçme işini gerçekleştiren bir melekemizdir. Neyi seçiyorsanız eliyorsunuz demektir. Öyleyse eleştirmek, eleyerek almak demektir.
Yüce Allah, hayat kitabımızda Nur suresi 11-20. ayetlerinde Hz. Aişe validemize zina iftirasında bulunanlar karşısında sessiz kalanlar, ya da onlardan etkilenenlerle ilgili eleştiri yapmıştır. Bilindiği gibi iftira söylentilerini birkaç kişinin yaydığı ifade olunmaktadır. Bunlar da Abdullan b. Übeyy, Zeyd b. Rifa, Mistah b. Üsase, Hassan b. Sabit ve Hanne bint-i Cahş idi. Bunlardan ilk ikisi münafık, kalan üçü ise yanlış anlama ve irade zayıflığından dolayı şerre karışmış Müslümanlardı. Hz. Aişe validemizin: “İftirayla ilgili söylentiler şehirde bir ay kadar süreyle yayılmaya devam etti. İftira kampanyası, Hz. Peygamber’e (sav) büyük bir üzüntü ve yıkım kaynağı oluyordu. Ben çaresizlikten ağlarken, anne-babam da benim ızdırabımdan dolayı adeta hastalanmışlardı” (Mevdudi, Tefhim, III/501-502)dediği bu büyük iftira kampanyasına karşı müslümanların tutumunu Kur’an şöyle eleştirmiştir:
“İftirayı duyduğunuzda, inanan erkek ve kadınlar iyi zanda bulunup da, “Bu, apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? İftira edenlerin buna dört şahit getirmeleri gerekirdi. Onlar bu şahitleri getirmedikleri sürece Allah katında yalancıdırlar. Allah’ın size dünyada ve âhirette lütuf ve merhameti olmasaydı, bu iftiradan dolayı başınıza kesinlikle büyük bir felaket gelecekti. Çünkü siz bu olayı dillerinize dolayıp, hakkında herhangi bir bilginiz olmadığı halde aranızda yayıyordunuz ve onu basit bir hadise sayıyordunuz. Oysa bu, Allah katında büyük bir olaydır. Bu iftirayı duyduğunuzda, “Bunu dilimize dolamak bize yakışmaz; bu, büyük bir iftiradır” demeliydiniz.” (Nur:24/12-16)
Kur’an, fâsığın haberini araştırmadan harekete geçmeyi eleştirmiştir. Hz. Peygamber (sav), Benî Mustalik kabilesi, İslam’ı kabul ettikten sonra, zekât tahsil etmesi için Velid bin Ukbe’yi onlara gönderir. Velid oraya gider, ama onlardan korktuğu için geri dönerek, Hz. Peygamber’e onların zekât vermeyi reddettiklerini ve kendisini öldürmeye kalkıştıklarını söyler. Bu haberi duyan Hz. Peygamber (sav) öfkelenir ve onları cezalandırmak amacıyla bir ordu göndermeye niyetlenir. Fakat tam bu esnada, Benî Mustalık’ın reisi Haris bin Dırar’ın, yanında bir heyetle Hz. Peygamber’e geldiği ve “Allah’a yemin ederiz ki, değil zekât vermeyi reddedip onu öldürmeye kalkışmak, biz Velid’i görmedik bile. Biz iman üzerindeyiz ve zekât vermeye de hazırız” demiştir. (Bak: Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VII/196; Mevdudi,Tefhim,V/437)
Bunun üzerine “Ey inananlar! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırınız. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptıklarınıza pişman olursunuz. Biliniz ki, aranızda Allah’ın peygamberi vardır. Şayet O, birçok işte size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz.” (Hucurat:49/6-7)ayetleri indirildi.
Birçok müfessir, Hz. Peygamber’in (sav) Benî Mustalık hakkında Velid’in haberine dayanarak onların üzerine orduyu gönderme konusunda çekinceli davrandığı görüşündedir. Ordu gönderme konusunda ısrar edenler şu şekilde eleştirilerek uyarılmıştır: “Sizler Allah’ın elçisinin aranızda bulunduğunu, hakkınızda en hayırlı olana onun karar vereceğini unutuyorsunuz. Hz. Peygamber’in, sizlerin görüşüne göre hareket etmesi hususundaki ısrarınız uygun değildir ve bu davranışınız yersiz bir cesaret göstergesidir. Şayet Hz. Peygamber (sav) sizin görüşlerinize göre hareket edecek olursa, birçok hatalar yapar ve bunun sorumlusu da sizler olursunuz.” (Mevdudi, Tefhim, V/439)
Doğruluğu araştırılmadan, getirilen haberin etkisiyle nazik ve kritik bir dönemde, böylesine asılsız bir habere dayanılarak hareket edilseydi büyük bir faciaya yol açılabilirdi. Bu bakımdan Allahu Teâlâ, önemli bir konuda getirilen bir habere hemen güvenmemelerini, haberi getiren şahsın itimada layık olup olmadığını araştırmalarını, bu şahsın fâsık ve güvene layık bir kişi olmadığı anlaşılırsa, getirdiği haber doğrultusunda harekete geçmeden önce haberin doğruluğunu araştırmalarını, müslümanlara eleştirel bir üslûpla bildirmiştir. Aslında Hucurat suresinin hemen hemen tamamı muhteşem bir eleştiri suresidir.
Yüce Allah, Tahrim suresinde de Rasûlünü ve iki eşini eleştirmiştir: “Ey Peygamber! Niçin Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun? Allah Ğafur ve Rahimdir.” (Tahrim:66/1)
Bu ayetin iniş sebebi ile ilgili farklı nakiller varsa da, eşlerinin yüzünden bal şerbetini kendine haram kıldığı haberi, en yaygın bilinenidir.(Bak: TDV Meali, Tahrim suresi, 1. Ayetin açıklaması)
Hz. Peygamber (sav) o şeyi akîdevî olarak ve şer’an değil, sadece kendi nefsine haram kılmıştı. Ancak O, sıradan bir insan konumunda değildi ve bir Peygamberdi. O’nun herhangi bir şeyi kendi nefsine haram kıldığında, ümmetin de o şeyi haram ya da en azından mekruh olarak kabul etme tehlikesi söz konusuydu. Veya ümmet içerisinde bazı kimseler, kendi kendilerine birtakım haramlar ihdas ettiklerinde, hiç kimse bunda bir beis görmeyebilirdi. Bu bakımdan Allahu Teâlâ, Hz. Peygamber’in bu davranışını eleştirerek bundan vazgeçmesini emretmiştir. Burada helal bir şeyi kendisine haram kıldığı için sadece Hz. Peygamber (sav) değil, O’nun hanımları da eleştiriye muhatap olmuşlardır. Çünkü O’nlar bir Peygamber hanımı olmanın önemini idrak edememiş ve Hz. Peygamber’i helal bir şeyi haram kılma tehlikesi içine sokmuşlardır. (Mevdudi, Tefhim; VI/392)
Olaya sebep olan eşleri de, Yüce Allah tarafından şu şekilde eleştirilmiştir: “Bir gün Peygamber, eşlerinden birine (Hafsa’ya) bir sır vermişti. Ama sırdaşı hanım, bunu kumasına (Aişe’ye) anlatınca Allah, Peygamberini durumdan haberdar etmişti. Peygamber de ayrıntıya girmeden, durumu sırdaşı hanımına bildirmişti. Peygamber durumu bu şekilde anlatınca, sırdaşı (Hafsa), “Bunu sana kim söyledi?” diye sormuş, Peygamber de, “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah” demişti.” (Tahrim: 66/3)
“Ey Peygamber eşleri! İkiniz de Allah’a tövbe etmelisiniz. Çünkü kalbinizi bozdunuz. Eğer Peygambere karşı iş birliği yaparsanız, Allah onun koruyucusudur. Cebrail, duyarlı müminler ve melekler, ona sahip çıkacaktır.” (Tahrim: 66/4)
Kur’an’daki eleştirilere sayfalarca misal verebiliriz. Fakat maksadın hâsıl olduğuna inanıyor ve bunlarla yetiniyoruz.
Görüldüğü gibi eleştiri, ilahî kaynaklıdır.Yüce Allah bizlere bu konuda örnek uygulamalar yapmıştır. Yanlışa dikkat çekmek ve doğruyu göstermek suretiyle, irademizi sağlıklı kullanmamızı istemiştir. Öyleyse eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmamalıyız. Eleştirilemeyen kişi ve kurum olamayacağına inanarak doğruyu ve güzeli göstermek için eleştiri yapabilmeliyiz.Ama âlimi, cahil; yankesiciyi, hırsız; toto oynayanı da kumarbaz eleştirmemelidir. Çünkü eleştiri bir sorumluluk olduğu kadar aynı zamanda bir haktır. Bu hakkı da, hak edenler kullanmalıdır. Usulünce, âdâbınca ve erkânınca.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; bizler, beraberce yaşadığımız toplumumuzda aynı gemi ile yolculuk yapanlar gibiyiz. Nitekim Rasûlüllah (sav), sınır tanıyanlarla, sınır tanımayanların akıbetini, bir gemide yolculuk yapanlara benzeterek şöyle buyuruyor: “Allah’ın hudutlarına riayet edenlerle bu hususta ihmalkâr davranan kimselerin durumu; bindikleri geminin alt ve üst katlarını/kamara ve güvertesini paylaşmak üzere kur’a çeken bir gurup insanın durumuna benzer. Kur’a neticesinde bir kısmı aşağıya, bir kısmı yukarıya yerleşirler. Aşağıdakiler su ihtiyaçlarını karşılamak üzere yukarıya çıkmak zorundadır ve bu esnada oradakilerin üzerine su sıçratarak onları rahatsız etmektedirler. Bundan kurtulmak için aşağıdakilerden biri eline bir balta alarak geminin dibini delmeye başlar. Yukarıdakiler gelip:
– “Hayrola, ne oluyor?” diye sorarlar. Aşağıdakiler de:
– “Su alırken size eziyet ediyoruz. Suya da ihtiyacımız var” diye cevap verir.
Şayet yukarıdakiler buna engel olurlarsa kendileri de kurtulurlar, onları da kurtarırlar. Yok, seyirci kalırlarsa kendileri de, onlar da hepsi birden boğulurlar.” (Buhârî, Şehâdât, 30; Tirmîzî, Fiten, 12)
İşte bu hadisi şeriften de anlaşılmaktadır ki; topluca kurtuluşumuz, kendimizi düzeltmenin yanında kardeşlerimizde gördüğümüz yanlışları gidermekten geçmektedir. Dolayısıyla daha güzele ve doğruya ulaşmak için birbirimize ayna olmamız lazımdır. Bunun yolu da usulünce, âdâbınca ve erkânınca olmak şartıyla, görülen yanlışlara eleştiri aynasını tutmaktan geçer. Öyleyse, hangi makam, mevki ve rütbede olursak olalım, eleştirdiğimiz kadar, eleştirilmeye de açık ve tahammüllü olmalıyız.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi