Basını takip ediyorsanız 4-5 gün önce “Suudi Kral Papa ile anlaştı! Medine’de kilise inşa edilecek.”, ”Vatikan Heyeti, ‘Dinlerarası Diyalog’ İçin Suudi Arabistan’da” şeklinde haberleri okumuşsunuzdur. Çok geçmeden “Vatikan Basın Ofisi Müdürü Greg Burke, Vatikan’ın, Medine’de kilise inşa etmek için Suudi Arabistan ile anlaştığı iddialarını yalanladı” haberi geldi.
Bütün bunları okurken aklıma şu soru takıldı: Suudi Arabistan Krallığı, Müslümanların halifesi gibi davranma hakkını nereden buluyor?
Tabi ki önce cevaplanması gereken başka bir soru var: Halifelik nedir?
İslam Ansiklopedisi’ne göre; “Peygamberin halefi ve kendisinden sonra yerine kaim olmak itibarı ile İslam camiasının en yüksek reisinin yani imamının ünvanı” olarak tanımlanmaktadır. Başka bir ifade ile tüm Müslümanların doğal lideridir. Allah’ın (c.c) hükümleri ve Peygamber efendimizin (S.A.V) uygulamaları doğrultusunda toplum düzenini sağlamak, İslam ordusuna komutanlık yapmak, cihat çağrısı yapmak, başta Cuma ve Bayram namazları olmak üzere namazları kıldırmak vb. yetki ve görevleri bulunan halife, aynı zamanda Müslümanların temsilcisidir.
632’de Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) vefatından sonra 1292 yıl hükmünü sürmüş, dört halifeden (25 yıl) Emevilere, Emevilerden (89 yıl), Abbasilere (508 yıl), Abbasilerden Memlüklülere (258 yıl), nihayetinde ise Osmanlı Devleti‘nin Ridaniye Muharebesini kazanarak Memlük Sultanlığı’na son vermesi ile Osmanlı (405 yıl) himayesine geçen halifelik makamı, TBMM’nin kurulması ile 1922’de padişah olmayan bir hanedan üyesine; “Avluda Kadınlar” adlı bir çalışmaya da sahip olan ressam II.Abdülmecid Efendiye görev olarak verilmiş ve 3 Mart 1924’te de kaldırılmıştır.
Ne yazık ki halifeliğin kaldırılması ile bugün nüfusu 1.6 milyarı aşan Müslümanlar başsız bırakılmıştır. Bütünlük içinde hareket edemeyen bir kalabalık halinde bırakılan Müslümanların karşısında birleşmiş şer odakları olabildiğince organize bir şekilde tüm kurumları ile her fırsatta Müslümanlara saldırmaktadır. Ekonomik ve nüfus olarak azımsanmayacak bir güce sahip Müslümanlar organize olamamanın, tek vücut olamamanın bedelini, savaşlar, yoksulluk, katliamlar vb. şekillerde ödemeye devam etmektedir. Bundan daha beteri ise şer odaklarının kuklası konumunda bulunacak bir halifelik makamıdır.
Hilafetin olduğu dönemlerde de ayrışmaların olduğu gerçeğini bir kenara bırakmadan, bugün Müslümanlar için dini ve siyasi olarak gücü elinde bulunduran bir halifenin olmaması İslam coğrafyasında mezhepsel ve etnik ayrışmışlığın çözümsüzlüğüne katkı sağlıyor. Bu boşluk ise birileri tarafından sistematik olarak doldurulmaya çalışılıyor.
Baştaki sorumuza dönersek, “Suudi Arabistan Krallığı, Müslümanların halifesi gibi davranma hakkını nereden buluyor?“
Suudi Arabistan Krallığı ve mensuplarının ABD’ye ekonomik ve siyasi olarak bağlılıkları ortadadır. ABD ve Suudi Arabistan Krallığı sıkı müttefiktir. Bu sıkı ilişkiler 1933’te yapılan bir anlaşma ile başladı ve halen devam ediyor. Washington’un Suudi petrolüne ve stratejik konumuna, Riyad’ın ise Amerikan silahlarına olan bağımlılığı devam ettiği sürece de bu ilişki devam edecek. ABD, İslam dünyasının temsilcisi olarak uzun dönemdir ekonomik ve siyasi olarak kendine bağımlı kıldığı Suudi Arabistan Krallığını görüyor. Trump’ın ABD Başkanı olarak ilk yurt dışı ziyareti 20 Mayıs 2017’de Suudi Arabistan’a olmuştu.
Ne tesadüftür ki, 25 Ekim 2017’de, başkent Riyad’da Kamu Yatırım Fonu’nun düzenlediği ve 60 ülkeden 2 bin 500 kişinin katıldığı “Yatırımın Geleceği Girişimi Forumu“nda konuşan Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, “Suudi Arabistan, radikal düşünceleri derhal yok ederek 1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam’a ve normal yaşama dönecek.”dedi. Filistin’e uygulanan abluka ve ambargo konusunda ise Amerikan The Atlantic dergisine röportaj veren bin Selman “Filistinliler ve İsrailliler ‘in kendi ülkelerine sahip olmaları gerektiğine inanıyorum. Ancak bir barış anlaşmasına varabilmek için her iki tarafa da istikrar ve normal ilişkiler sağlamak gerekiyor” dedi. Ayrıca Suudi Arabistan, 2017 yılının Aralık ayında gündeme gelen ABD’nin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması kararına karşı çıkan tasarıda ABD’nin karşısında yer alsa da o dönem ülke içinde ABD karşıtlığını yükseltmemek için basına uyguladığı sansürle olabildiğince ABD’nin yanında yer almıştı.
Suudi Arabistan’ının Batılı dostlarına yakınlaşma ve benzeşme sürecinin hız kesmeyeceğini kestirmek çok güç değil. Bütün bu denklemde emperyalist gücün bir piyonu olarak üzerine kilit görevler yüklenen Suudi Arabistan günden güne İslam dünyasının yapay bir lideri olarak, iplerini elinde bulunduranlara boyun eğecek şekilde konumlandırılıyor. Katoliklerin temsil makamı Vatikan’ın “Dinlerarası Diyalog” için Suudi Arabistan’ı seçmesi bu yolda alınan mesafenin çokta az olmadığını gözler önüne seriyor. Peygamber efendimizin kabrinin bulunduğu Medine’de Papalık tarafından Kilise inşa edileceğine ilişkin ortalıkta dolanan haberler de kirli bir nabız yoklamasından başka bir şey değil. Sonunda ise hilafetin kaldırılması ile ortaya çıkan boşluğun sahibi olarak ilan edilip emperyalist güçlerin güdümü altında tüm Müslümanları bağlayıcı kararlara ve eylemlere girişmeyeceğinin garantisi bulunmuyor.
Ridaniye’de şanlı bir zafer ile yüklendiğimiz Allah’ın (c.c) adını yüceltme görevinin masa başında gasp edilmesi ile kaybedilen hilafetin sancısını önce biz sonra tüm İslam âlemi çekmeye devam ediyor. Olanları şaşkınlıkla izlemeye devam ettiğimiz sürece bu sancımız bitmeyecek.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi