islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4849
EURO
36,2385
ALTIN
2.960,90
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

24 Haziran: Yüz Yılın Seçimi.. Sykes-Picot ve 1917’de Açık Kalan Hesabın Kapatılmasına Dair

24 Haziran: Yüz Yılın Seçimi.. Sykes-Picot ve 1917’de Açık Kalan Hesabın Kapatılmasına Dair
30 Haziran 2018 09:34
A+
A-

Seçimler yapıldı, sonuçlar açıklandı. Seçmen kararını eski sistemin nihai olarak ortadan kaldırılması ve yeni sistemin hayata geçirilmesi yönünde verdi. 25 Haziran 2018 itibari ile 1917 hesaplaşmasında yeni bir evreye girildi. Şimdi kartlar yeniden karılacak, saflar yeniden belirlenecek, savaş yeni birlikteliklerle, yeni paktlarla devam edecektir. 24 Haziran: Yüz Yılın Seçimi

-Yeni Sykes-Picot ve 1917’de Açık Kalan Hesabın Kapatılmasına Dair Bir Değerlendirme-

24 Haziran Seçimleri yüz yılın seçimiydi; en azından benim için böyleydi. Ve bu seçim Batının 1917’de yarım bırakmak zorunda kaldığı, açık kalan bir hesabı kapatmak için bölgede geniş çaplı ve çok boyutlu operasyonlar yaptığı bir döneme karşılık geliyordu. Ben bu operasyon ve hesaplaşmada Türkiye’nin merkezi bir konuma sahip olduğunu, mevcut iktidarı değiştirmenin de kapatılmaya çalışılan hesabın bir parçası olarak görüldüğünü düşünüyorum. Hem bölgede olanlara hem de batılı ülkelerin Türkiye ile ilgili açıklama ve uygulamalarına baktığımda bende böyle bir kanaat oluşuyor. Yine bunun bir devamı olarak ülke içinde batı ile entegre bir şekilde çalışan güç ve vesayet odaklarının ne yaptıklarını gördüğümde bu kanaatim aynel yakin derecesine yükseliyor.

Öyle ki Batı, 1916’da uygulamaya başladığı Sykes-Picot projesini 1917’de, Rusya’daki Ekim Devrimi ve Anadolu insanının kıyamı nedeniyle tamamlayamamış, Türkiye/Anadolu ayağı eksik kalmıştı. Anadolu ayağı için ürettiği geçici formüller de elinde patlamıştı. İşte hem Anadolu’yu nihai olarak “sorun olmaktan çıkarmak” hem de bölgede bazı güncellemeleri gerçekleştirmek için bu açık kalan hesabı kapatmak istiyordu. Bu amacını gerçekleştirmek için çeyrek asır önce bölgeye girmiş, bir kez daha bölgenin demografisini değiştirmeye, ekonomik kaynaklarına el koymaya başlamıştı. Amacına ulaşmaya da ramak kalmıştı. Bu kez de yine her türlü rengi, kültürü ve iradesi ile Anadolu insanını karşısında bulmuştu. Sadece Türkiye’deki değil Irak ve Suriye’deki hesapları da Anadolu ruhu tarafından sekteye uğratılmıştı. Özellikle de Anadolu insanın şahsında Ak Parti hükümetlerinin politika ve uygulamaları amaçlarını gerçekleştirmeleri önünde en büyük engel olarak çıkmıştı.

Bu hesabın kapatılabilmesi için önce bu engelin aşılması sonrasında da Anadolu haritasının yeniden çizilmesi gerekiyordu. Bu nedenle modern bir Sykes-Picot projesi olarak PKK, FETÖ ve DEAŞ terör örgütleri devreye sokulmuş, bir süreç içerisinde amaca ulaşılması hedeflenmişti. Bu oyunun acı tecrübeler sonucunda Türkiye’yi yönetenler tarafından da fark edilmesi ve gerekli önlemlerin ve karşı saldırıların başlatılması mücadelenin farklı bir boyuta evirilmesine neden olmuştu. Özellikle son beş yılda Türkiye açıktan hedef ülke haline getirilmiş, ülkenin hem siyasi, hem bürokratik, hem ekonomik hem de askeri kodları ile oynanarak felç haline getirildikten sonra dış saldırılar ile son darbe indirilerek Anadolu’nun ve bölgeye yeni bir harita dayatılacaktı. Türkiye’yi yöneten irade askeri ve siyasi seçenekleri devreye sokarken eş zamanlı olarak da ülkede sistem değişikliğine gitme kararı almıştı. Özellikle bu sistem değişikliği bu yeni Sykes-Picot işgaline karşı verilmiş en sofistike cevaptı. İşte 24 Haziran Seçimleri bu nedenle bir bölge ve dünya seçimiydi ve devam eden askeri ve siyasi savaşın en merkezi noktasını oluşturuyordu.

İşte böyle bir okuma sonrasında kanaatin bu noktaya gelmesi ile birlikte mevcut iktidarın ve iktidar ortaklarının ne yapıp yapmadıkları, hataları sevapları, projelerinin doğruluğu yanlışlığı anlam ve değerini kaybediyor. Bir seçmen, bir vatandaş olarak elbette yerel ve merkezi iktidarların ne yaptığı, nasıl yaptığı, kimlerle yaptığı ve yaptıklarının nasıl bir Türkiye ortaya çıkardığı, bölgeye etkisi beni ilgilendiriyor vereceğim oyu da etkiliyor. Ancak bölgemizde ve dünyada olup bitenleri gördükçe ve bunların Türkiye’deki yansımalarına birebir şahit olamaya başladıkça işin rengi değişiyor ve fotoğrafın bütününe bakma mecburiyeti ortaya çıkıyor. İşte o zaman bazı ayrıntıları ertelemek veya geçici olarak görmezden gelmek durumunda kalıyorsunuz. Bu olup bitenlerin ülke ve bölgeye etkisini fark ettiğinizde, ülkenin, bölgenin kronik sorunlarının ötesine geçerek olanlara daha geniş bir çerçeveden bakma ve ona göre tavır belirleme gereği ortaya çıkıyor. Sizi ülkeyi yönetenlerin yanlışlarından çok bölgeyi yönetenlerin, dünya egemenlerinin bölge ile ilgili hesapları sizi daha çok ilgilendiriyor, siz de kararlarınızı ve tarafınızı bu dünya egemenlerinin hesaplarına göre belirliyorsunuz.

İşte bu nedenle ben 24 Haziran Seçimlerini sadece Türkiye’nin bir seçimi olarak değil, öncelikle bu hesaplaşmanın bir parçası olarak, bölgenin hatta dünyanın bir seçimi olarak görmek durumunda kaldığım için tüm okumalarımı da gördüklerimi temel alarak, bu temel üzere yaptım. Türkiye’deki mevcut iktidarın ve ortaklarının bu seçimi, ülkeyi bu savaştan/hesaplaşmadan en az zararla çıkarabilmenin, öncelikle ülkeyi var kılabilmenin, sonrasında güçlü kılabilmenin bir zemini ve aracı olarak gördüklerini düşünüyorum. Bu nedenle, 1917’lerin etkisinde kurulan vesayet sistemini değiştirme mücadele ve kararlılığını ortaya koymuşlar, bu seçimler de vesayetin ortadan kaldırılmasının son halkası olarak gerçekleşiyordu. Türkiye’yi yöneten iradenin bu hesaplaşmada taraflarını belli etmelerinin ötesinde, onların da bu seçimleri, bu kadim hesaplaşmanın bir parçası olarak kabul ettiklerini gördüğüm için böyle bir okuma yaptım ve bu seçimleri yüzyılın seçimi olarak ifadelendirdim.

Yine burada söylemem gerekir ki bu okumalarımı getirilen sistemin eksik ve fazlalığından, çelişki, yanlış ve yetersizliklerinden bağımsız olarak yaptım. Getirilen sistemin eksikleri, açıkları, çelişkiler, sıkıntıları mutlaka vardır ve düzeltilmesi için eleştirilmesi ve öneriler getirilmesi, sadece siyasetçiler, aydınlar için değil her bir vatandaş için olmazsa olmaz bir görev ve sorumluluktur.

Seçimler yapıldı, sonuçlar açıklandı. Seçmen kararını eski sistemin nihai olarak ortadan kaldırılması ve yeni sistemin hayata geçirilmesi yönünde verdi. 25 Haziran 2018 itibari ile 1917 hesaplaşmasında yeni bir evreye girildi. Şimdi kartlar yeniden karılacak, saflar yeniden belirlenecek, savaş yeni birlikteliklerle, yeni paktlarla devam edecektir. Çünkü evrende istikrarlı bir şekilde devam eden ve hiçbir durumda kesintiye uğramayan şey savaştır.

Eğer benim bu okumam doğru ve şuan iktidarda olanlar ve bu yeni sistemi kurma iradesinde bulunanlar, bu yeni sisteme 1917 hesaplaşmasının bir gereği ve ülke, bölge, bölge halklarının varlık ve selameti için geçildiği kanaatinde iseler onların sorumlulukları ve görevleri eskisine oranla kat be kat artmıştır. Çünkü bu yeni sistem öncelikle onlara yeni görev ve sorumluluklar yüklemektedir. En büyük görev ve sorumlulukları da bu yeni sistemi, ülkedeki inanç ve etnik kökeni ne olursa olsun tüm sakinlerinin özgürlük, refah ve adalet taleplerine cevap verecek şekilde hayata geçirmeleri, gerekli iç düzenlemeleri bu esaslara göre yapmalarıdır. Yine bu sistemi, ölçülebilir, denetlenebilir, ulaşılabilir, adil ve şeffaf bir model olarak gerçekleştirmelidirler. Aynı şekilde bu yönetim modelinde ülke imkânlarından, tüm ülke sakinlerinin adil bir şekilde faydalanmaları sağlayacak, devlet birey ilişkilerinde adalet, ehliyeti liyakatin esas alınmasını zorunlu kılacak müeyyidelerin hem yasalar ve yönetmelikler düzeyinde ortaya konması hem de birey ve toplum hafızasının bu yönde inşası için gerekli çalışmaları yapmak durumundadırlar. Böyle yapmadıkları takdirde bu açık kalan hesabın dünya egemenlerinin iradeleri çerçevesinde sonuçlanmasını önleyemezler.

Devlet dediğimiz şey o bölgenin, o bölgede yaşayan insanların maddi ve manevi birikimlerinin imkânlarının, tecrübelerinin bir araya getirilerek, o insanları, iradelerine uygun olarak, o insanların razı razı olacağı insanlar tarafından sevk ve idare edilmesidir. İrade sahibi malın sahibi olan o bölge insanlarıdır. İktidara meşru araçlar ve yollar kullanarak gelenler emanetçi olduklarını bilmeli, mülkü, mülkün sahibinin iradesine göre sevk ve idare etmelidir. Kendisine emanet edilen mülkü, imkânları, zenginlikleri belli kesimlerin yararına sadece onların elleri ile yönetmemelidirler.

Bu nedenle Kur’an, “devlet” kelimesini, insanlar arasında, dönen dolaşan, devri daim eden şey anlamında kullanıyor (Haşr:59/7, Ali İmran: 3/140). Özellikle Haşr suresinin 7. ayeti çok önemli tespit ve uyarılarda bulunmaktadır. İlgili ayetin konumuzu ilgilendiren kısmında şöyle deniyor: “…. (Resulun şahsında tüm Müslümanlara ait olan imkânlar/zenginlikler/ganimetler içinizden zenginler (belli bir kesim) arasında el değiştiren bir devlet (duleten/d-v-l kökü) (bir güç) olmasın. …”  Yani, bütün topluma ait olan bütün zenginlikler, imkânlar, güç sahibi bir kesim arasında el değiştirip durmasın. Bu zenginlik ve imkânlar bu yolla mülkün asıl sahibine bir baskı aracına dönüşmesin. Bu imkânlar adil bir şekilde tüm toplumla paylaşılsın demektedir. Bu günün dili ile bu, devlete ait tüm kadroların maddi ve manevi tüm imkânların tüm ülke sakinlerine ait olduğu ve emanetin kendilerine tevdi edildiği sorumluluk makamında olanlar, kendilerine emanet edilenleri ehliyet, liyakat, ihtiyaç ilkesine uygun olarak ve adaleti merkeze alarak, tüm ülke sakinlerini kapsayacak şekilde dağıtmak durumundadırlar.

İşte yeni sistemi inşa edenlerin ve sonrasında sevk ve idare edecek olanların bu uyarılara ve bu uyarıların ortaya koyduğu inceliklere uymaları sistemin kalıcı olması ve toplum tarafından kabul görmesinin de en temel koşulu olsa gerektir. Farklı bir durum, kendilerinin intiharı, toplumun da yıkımı/helaki anlamına gelir.

Yeri gelmişken konumuzla da doğrudan ilgili olan toplumda mevcut olan bir kafa karışıklığına da dikkat çekmemiz gerekiyor. Din, gelenek, kültür ve coğrafi şartların etkisiyle, toplum ve bireyler kendilerine ait görev ve sorumluluklarla devlete ait görev ve sorumlulukları birbirine karıştırmış görünüyorlar. Bireylerin kendilerinin yapacağı şeyleri bile devletten, devletten/iktidardan bekledikleri gibi, olan ve olabilecek bütün olumsuz ve kötü şeyler için de kendisini dışarıda tutarak yine devleti ve iktidarı suçlamaktadır. Yapıp ettikleri ile ilgili olarak da kendilerini sorgulamamaktadırlar.

Unutmamak gerekir ki, iktidarlar insanlardan oluşmakta, devletin sevk ve idaresini de insanlar eliyle yapmaktadırlar.

Bu sevk ve idareyi yapanların her birimizin kendi evlatları, akrabaları, yakınları komşuları, arkadaşları oldukları nedense unutulmaktadır. Devlete ve onun sevk ve idare biçimine onu sevk ve idare edenlerden bağımsız olarak bir değer ve kutsiyet, ahlak fazilet atfedilmesi çok sorunlu bir algılama biçimidir ve sadece bizim gibi toplumlara özgü olsa gerektir. Devletin önemli, faziletli, ahlaka uygun, bir değer içeren işler yapması, toplum ve toplumu oluşturan bireylerin adalet, ahlak, fazilet, hak, hakikat ve değer anlayışlarıyla yakından ilgilidir. Devletler ortamlar ve organizasyonlardır. Faziletli, namuslu, ahlaklı, hakkaniyetli olanlar devletler değil insanlardır. Doğru, düzgün yasalar çıkaranlar ve onları düzgün ve adil bir şekilde uygulayanlar veya uygulamayanlar insanlardır. Hakkaniyetli yasalar yapılıp adil bir şekilde uygulandığı için bu devletlere adil devlet diyoruz. Devlet bir organizasyon, ortam ve imkân olarak her durumda adil olarak işletilmek durumundadır.

Her bir kişi, bir vatandaş, kamu görevlisi, siyasetçi, tacir, esnaf, çalışan vs olarak kendini düzeltir, evinin önünü temizlerse, bir kurum ve parti yöneticisi olarak dürüst, çalışkan, ahlaklı, bilgi ve birikimli insanlarla çalışırsa, devletin idaresi/ iradesi, hak ve hakkaniyete, ahlak ve değerlere uygun olarak adil bir şekilde tecelli eder. Vatandaşlarının, yöneticilerinin, ahlaklı, vidan ve hakkaniyet sahibi, merhametli ve adil olmadığı bir devletin doğru, hakka uygun, ahlaklı işler yapması ve adil olması/ davranması nasıl mümkün olacaktır.

Bu nedenle bu yeni sistemin doğru işler yapabilmesi, adil davranması, hayırlara vesile olabilmesi için, oyunu yeni sistem yönünde kullananların da en az ülkeye yönetenler kadar görev ve sorumlukları bulunmaktadır. Öncelikle kendileri yaşantıları ile çevrelerine örnek olmak durumunda oldukları gibi, iktidarın yapıp ettiklerini denetlemek, onlara yol göstermek, uyarmak gibi görevleri de vardır.

Unutmamak gerekir ki; “insanın başına gelen musibetler kendi elleriyle yaptıkları yüzündendir

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.