ASKERLİĞİ MUTLAKA YENİDEN DEĞERLENDİRMELİYİZ
Köyde ev yapmak için sipariş verdiğim tuğlaları boşaltırken kırılanlara hayıflanmıştım. Usta yanıma gelerek “dert etme, kırık tuğlanın da yeri var, zayi olmaz”dedi.
Fatih Sultan Mehmet”in büyük topları dökmesi ve oğlu Bayezid’in topları hareketli hale getirmesiyle dünya savaş teknolojileri tarihinde büyük bir dönüşüm başlamış, sanayi devrimiyle beraber askeri alanda mekanik büyük silah üretimi hız kazanmıştır. II. Dünya savaşından sonra uzun süre ciddi bir savaşa girmeyen büyük devletler bütçelerini önemli oranda savaş teknolojilerine ayırmıştır. Savaş yeryüzünden gökyüzüne sıçramış, piyadenin süngüsü bilgisayarın tuşuna dönüşmüştür.Bu teknolojik gelişmeler ışığında mevcut askeri cihazları kullanmak, askeri manevraları gerçekleştirmek büyük bir teknolojik bilgiyi ve birikimi zorunlu hale getirmiştir. Bu zorunluluk profesyonel askerliği de zorunlu kılmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası sağlanan siyasi birlikle beraber kurulan NATO”nun sahip olduğu büyük askeri ve teknolojik güç, zorunlu askerliği gereksiz hale getirmiştir.
Osmanlı”nın kuruluşunda herkes için “gaza” ilkesine dayalı bir asker olma ruhu varken daha sonra asker ihtiyacı devletin tekâmülü ile ihdas edilen Tımar Sistemi(toprak tahsis edilenlerin askeri beslediği sistem) ve Yeniçeri Ocağının(yabancılardan çocuk devşirildiği ocak) kurulmasıyla asker ihtiyacı önemli ölçüde karşılanmıştır. Ayrıca savaş zamanlarında herkes için farz-ı ayn olan (herkesin katılması zorunlu bir dini emir) seferberlik ilanlarıyla askere almalar olmuştur. Osmanlı”nın çöküşü Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve Tımar Sisteminin bozulmasıyla beraber kura çekimi gibi farklı askere alma yöntemleri (Köyümüzde çocuğu olmayan Hüseyin dedenin muhtar tarafından her seferberliğe yazılması gibi (!)) denenmiştir.
Osmanlı Devleti’nde ilim talebeleri, müderrisler, hocalar, din adamları, hafızlar, ailenin tek oğlu olanlar, yetim kızla evlenen devlet memurları, İstanbullular, kadılar,imamlar, müezzinler, eşinin ailesi çok uzakta olanlar, şeyhler, muayyen dersleri vermek şartıyla medrese talebeleri, Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa hademeleri, peygamber türbedarları askerlikten istisna tutulmuştur.
Askerlik ilk kez 1914”de hemen her erkek için zorunlu hale gelmiş, 1927”deise bugünkü askerliğin temellerini belirleyen, her Türk erkeği için askerliği zorunlu hale getiren 1111 sayılı askerlik kanunu çıkartılmıştır. Bu kanunda yapılan sonraki düzenlemeler genellikle askerliğin süresine ilişkin olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti”nin büyümesi, gelişmesi, nüfusunun artması, insan kaynağı kalitesinin artması, sahip olduğu askeri teknolojinin son 20 yılda büyük bir hızla gelişmesi mevcut askerlik yasasının uygulanması açısından birçok problemi beraberinde getirmiştir. 190’dan fazla üniversitedenmezun olan milyonlarca genciyle, bir trilyon dolarlık hasılayı(kayıt dışı ekonomiyle beraber) yöneten on binleri aşan genç iş adamıyla mevcut askerlik kanununu uygulamak büyük zorluklara sebep olmaktadır. Hem Türkiye”de askeri yöneten askeri erkân açısından, hem hükümet açısından, hem de yukarıda saydığımız kitle açısından mesele çeşitli sıkıntılara sebep olmaktadır. Tıkanan sistem sık sık çıkartılan bedelli askerlik yasalarıyla açılmaya çalışılmaktadır. Bu bedelli askerlik yasaları askerlik karşısında, herkesi eşit kılan anlayışın toplum zihninde yerleşmesinden dolayı, toplumun değişik katmanlarında itirazlara sebebiyet vermektedir. Yüz yıldır kullandığımız “askerlik vatan borcudur”ilkesi bedelli askerliğe karşı çıkmada kullanılan temel argüman olmuştur. Nispeten bu itiraza karşılık olmak üzere askerliğin ilk aşaması olan emir komuta zincirinin, emir komutaya bağlı kuralların ve davranışların öğretilmesiamacıyla bedelli askerlik yapanlara bir ay askerlik yapmak zorunluluğu getirilmiştir.
Türkiye 35 yıldır terörle mücadele etmektedir. Terörle mücadelede zorunlu askerlik yapan Mehmetçik’in, askerliğin ikinci aşaması olarak bağlı olunan sınıfa ait teknik cihaz ve materyallerin kullanma becerilerinin kazanılması ve muharebe usullerinin öğrenilmesi, emir komuta zinciri içerisinde bu becerilerin ve usullerin kullanılmasıyla askeri manevraların yapılması konusunda bilgi ve tecrübe yetersizliğiprofesyonel özel kuvvet birliklerinin oluşturulmasını şart kılmıştır. “Sizi öldürmeyen güçlük kuvvetlendirir” ilkesinin bir tezahürü olarak Türkiye bu zorlayıcı koşullardan dolayı eğitimli, yetenekli, muharebede tecrübeli profesyonel özel birliklere sahip olmuştur. Son yıllarda terör örgütleri ile sıcak çatışmalarda bu profesyonel ve iyi eğitimli, tecrübeli askerlerin kullanılması da zorunlu askerliğe olan ihtiyacı azaltmıştır.
Türkiye son 15 yılda askeri ihtiyaçlarını karşılamada yerli üretimin oranını % 20’den % 65’e çıkarmış, gelişen teknolojiyle beraber piyade ihtiyacı azalmıştır. Bir SİHA”nın 2100 askerlik operasyonel güce sahip olması, 24 saat havada kalan İHA”ların 6000 metreden sınırı gözetlemesibuna en bariz örneklerdir. Askeri cihazlarda kullanılan teknolojinin artmasıyla beraber bu cihazları kullanacak kişilerin yüksek teknik bilgiye sahip olma gerekliliği, zorunlu askerlikle silahaltına alınanlar erleri askeri erkân tarafından çoğunlukla, halledilmesi gereken bir müşkülathaline getirmektedir. Son 20 yılda zorunlu askerlik yapanların ciddi bir kısmının geri hizmette kullanılması bu müşkülatın tezahürüdür. Bana askerlikten sorduklarında “askerde benim kadar çeken yoktur”derim. Neciydin diye sorduklarında verdiğim cevap aslında meseleyi özetliyor: “Fotokopiciydim” (!)Bütün bu gelişmeler ışığında mevcut paradigma değiştirilmelidir. Askerlik meselesi bir paradigma dönüşümü ile yeni bir yapıya kavuşturulmalıdır. Mesele artık, vatan borcu kavramını yok etmedenülkenin genç insan kaynağından faydalanma meselesidir. Askerlik kavramı karşısında herkese eşit davranılması adalet değildir. Herkes için vatan borcunu aynı şekilde aynı kurallarla yerine getirilmesi, geldiğimiz sosyo-ekonomik yapı itibariyle mümkün görünmemektedir. Herkes sahip olduğu nitelik, maharet, eğitim ve maddi güç nispetinde vatan borcunu ödemelidir. Milyon dolarlık şirketi yöneten ya da ona sahip olan bir gencin, üniversitede araştırma görevlisi bir akademisyenin, belli süre profesyonel sporculuk yapanların, her alanda ülkemizi yurtdışında temsil edenlerin, üniversite sınavında ilk 3000’e girenlerin, avukatların, mali müşavirlerin, hâkimlerin, savcıların ve toplumun vasıflı vasıfsız değişik katmanlarının bu ülkeye olan vatan borcu kanaatimizce farklı farklıdır. Bununla beraber belli oranda “zorunlu asker” ihtiyacı olduğu da aşikârdır. Vasıflı genç erkek insan gücünün çeşitli tasniflerle ve değişik usullerle vatan borcunu yerine getirmelerine imkân verilmelidir.
Avukatın yazıcı olması, genç iş adamının depocu olması, araştırma görevlisinin revirci olması, mali müşavirin kantinci olmasının bu ülkeye, bu devlete, bu vatana bir şey kazandırması bir yana, hem askerlik kurumu için yük hem de bu gençler için zaman kaybıdır. Türkiye”deki vasıflı genç erkek nüfusun vatan borcu, kendi becerileri doğrultusunda kamuya hizmet etmeleridir. Bu vasıflı genç erkek nüfus için kamuya hizmet ederek vatan borçlarını ödemelerinin para ödemek dışında bir yolu bulunmalıdır.
Elbette ki ödeyeceği paralar yüksek olmak şartıyla (kazançlarına göre) profesyonel sporcular nakit para ödeyerek, avukatlar adliyede, mali müşavirler maliyede, ilk 3000”e giren mühendislik mezunu gençler devlette belirlenen görevlerde belli süre ve yarım ücretle çalışarak vatan borcunu ödeyebilirler. Vatan borcu kavramına zeval getirmeden ülkenin insan kaynakları uzmanları ve askeri uzmanları meseleyi enine boyuna tartışıp halletmelidir. Yaşadığımız coğrafya milli duyguların diri tutulması gerekenbir coğrafyadır. Bu vasıflı sınıflar için de Türkiye”nin içinde bulunduğu jeopolitik durum, karşı karşıya kaldığı sıkıntılar ve gelecek hedefleri ile ilgili eğitimler verilmelidir.
Almanya II. Dünya Savaşında yıkıldığı halde bizi nasıl geçti sorusunun cevabı bizim I. Dünya Savaşında ilmiye sınıfımızın savaşta yok olması, Almanların ise ilmiye sınıfını korumasında gizlidir.I. Dünya Savaşından önce İngiliz uçaklarını tamir ederken Kurtuluş Savaşından sonra iğne yapamamamızın sebebi budur.
Ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliğinden daha kıymetli sermayesi olan bu beşeri sermayeden doğru ve etkin bir şekilde faydalanmalıyız. Ustanın da söylediği gibi bırakın sağlam tuğlayı kırık tuğlayı bile değerlendirmeye ihtiyacımız var.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi