Darbe dinamiklerini daha iyi anlamak için dünyadaki yakın zamanlarda olan darbelere göz atabilir, öncelikle çok medeni ve darbe olmaz sanılan Batı’daki darbe girişim ve tehditlerine bakabiliriz.
Darbelerin olmayacağı varsayılan Batı Avrupa’da da yakın tarihte darbeler ve darbe girişimleri gerçekleşmiştir.
Fransa’da gerek Alman işgali üzerine yeni kurulan kabine, gerekse Cezayir’in bağımsızlığı bağlamında devletin paramiliter güçlerinin DeGaul’ü indirme konusunda başarısız çabaları darbe kategorisinde ele alınabilir.
İngiltere’de de 1956’da Süveyş Kanalı’nı ABD’den bağımsız olarak işgalinin ardından Anthony Eden’in iktisadi ve diğer operasyonlarla, Harold Wilson’un soğuk savaş dinamikleriyle istifası ve siyaseti bırakmaya zorlanması darbe olarak ele alınabilir. Thatcher’in 1990’da uzaklaştırılması bir saray darbesine benzese de ve dış dinamikler rol oynasa da parlamenter sistem içinde olduğundan darbe kategorisine girmiyor.
Kuşkusuz İspanya’daki Albay Tejero’nun parlamentoyu basarak ülkeyi ele geçirme girişimi açık ve kanlı bir darbe girişimidir.
Eğer darbelere seçimlerin etkilenmesi ve partiler üzerinde nüfuzu eklersek Batı Avrupa’da bu kategoride çok sayıda müdahale olmuştur. Almanya ve Fransa’da bizim Avrupa sürecimizi de ilgilendiren geçtiğimiz yıllardaki üç müdahaleden bahsedebiliriz.
2000’li yıllarda Schröder Almanyası ve Chirac Fransası Amerikan-İngiliz eksenine kuvvetle karşı çıkmakta, Irak işgali aleyhinde çalışmaktaydı. Öyle ki Fransız kelimesi ABD’de bazı yiyeceklerden çıkarılmış, Nazi analojileri ve “Avrupa’nın İhtiyarları” gibi ifadeler kullanılmıştı. ABD-İngiliz nüfuzunun büyük olduğu bu iki ülkede, bir seri olaylarla, beklenmedik olarak deneyimsiz ve tamamen ABD-İngiliz nüfuzunda Sarkozy ve Merkel gibi iki siyasetçi başa geldi, başkaldıran kurulu düzenleri söktüler ve ülke istihbaratlarını tamamen ABD-İngiliz denetimine verdiler. ABD yanlısı hükümette ilk olarak Fransa 30 yıl sonra yeniden NATO askeri kanadına eklendi, ABD’nin Afrika gücü haline geldi.
Daha da ilerisi, gelecek seçimleri kazanmasına kesin olarak bakılan, Fransa kurulu düzeninin bağımsızlıkçı kanadınca desteklenen, IMF başkanı deneyimli ve saygın Fransız siyasetçi Dominique Strauss-Kahn, komedi olarak nitelenebilecek kötü kotarılmış bir operasyonla New York’ta hapse atıldı. Kuşkusuz bu, henüz yönetime gelmemiş fakat seçilmesi mukadder olarak bakılan ABD’den bağımsız bir veliahta karşı Obama-Sarkozy ortak darbesiydi.
İkinci dünya savaşı sonrası İtalyasında Berlusconi dönemi dışındaki dönemde partilerin gücü çok sınırlı olduğundan, özellikle P2 Locası vakasıyla muazzam NATO derin devlet faaliyetleri ortaya döküldüğünden, Mafya ve Kızıl Tugay terörü başbakanların canını aldığından, düşük yoğunluklu operasyonlar yeterli oluyordu.
Amerika’da darbe ve darbe girişimlerine bakarsak, bunların en önemlisi Başkan John Kennedy ile başkan olması kesin görülen, geldiğinde ağabeyine yapılan suikastı ortaya çıkaracak Robert Kennedy’nin öldürülme vakalarıdır. Günümüzdeyse kurulu düzenin çeşitli yasal görünümlü girişimlerle Trump’ı indirme teşebbüsleri ya da indirmekle tehdit ederek onu savaşa ve gerilime sürüklemeleri, düşük yoğunluklu, silah kullanılmadan yapılan ve devam edilen müdahalelerdir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bu vakalar Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya gibi Batı dünyasında en önde gelen, demokrasinin sarsılmaz kalesi görülen ülkelerin bile darbe ve doğal dinamiklerin dışında müdahalelerin hedefinde olduğu konusunda bize fikir vermektedir.
Batı güçlerinin dışına çıkıldığında örnekler çok daha artmaktadır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi