islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4708
EURO
36,1515
ALTIN
2.958,85
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

GÖZLERİMİZLE ŞAHİT OLDUĞUMUZ KERAMET İÇİMİZDEKİ KORKUYU SİLDİ

GÖZLERİMİZLE ŞAHİT OLDUĞUMUZ KERAMET İÇİMİZDEKİ KORKUYU SİLDİ
18 Mart 2022 16:34
A+
A-

Mahallemizde Kurtuluş Savaşına katılmış bir komşumuz vardı. Hamdi Dede. İki büklüm haliyle mahallemizin büyüklerindendi. Mahallede herkes O’na saygı duyardı. Uzun kış gecelerinde ailecek evine ziyarete gittiğimizde her zaman savaş yıllarında aklında kalan anılarını anlatır bizlerde her anlatışını büyük bir heyecan ve dikkatle dinlerdik.

80’li yıllardı. Gazi Hamdi Dede’nin Kurtuluş Savaşı ile ilgili bu anılarının mutlaka gelecek nesillere aktarılmasının çok önemli olduğunu düşünürdüm. Birkaç nesil sonra mahallemizin bu kıymetli Gazi’sinin hatırasının unutulacak olması beni kaygılandırmıştı. O yıllarda “Teyp” dediğimiz ses cihazları vardı. Kasetçalar diye de isimlendirilirdi. İşte bizim kasetçalar cihaza Gazi Hamdi Dede’nin savaşla ilgili anılarını konuşurken sesini kayıt ettim. Kendi evlerinde gerçekleştirdiğim ses kayıt işlemini; halen komşumuz olan evladı da şahittir. O zamanlar ilçe de yayınlanan bir mahalli gazetede söylediklerini yazıya aktarmak suretiyle yayınlanmasını sağlamıştım. Bu yaptıklarımın üzerinden yirmi beş yıl geçmiş. Yani yeni bir nesil yetişmiş demektir. Bu yüzden bu hatıraların yenilenmesinde fayda olduğunu düşünerek yeniden bir çalışma yaparak okuyucularımın istifadesine sunmak istedim.

Bu vesile ile kendi ağzından yazdığım hatırları takdim ediyor Gazi Hamdi Dede’yi rahmetle anıyorum.

DÜŞMAN ANKARA’YA ÇOK YAKLAŞMIŞTI… 

Onbeş yaşlarında daha tıfıl bir gençtim. Savaş yılları olduğu için yaşa bakmaksızın fiziki bünyesi olgun gözüken gençleri askere almakta idiler. Şehirde ki tüm gençleri topladılar. Çorum’a gönderdiler. Diğer ilçelerinden gelen gençlerle birlikte yaklaşık 800 kişi olduk.

O zamanlar Çorum yöresinde Kör Dede namıyla meşhur bir eşkıya vardı. Emrinde 500 kişi olduğu dilden dile söylenirdi. Bu eşkıya, askere götürmek için hükümetin topladığı gençleri tekrar dağa kaçırmakla nam yapmıştı.

Çorum’dan Jandarmaların gözetimi altında Tokat Zile’ye gitmek için yola çıktık. Palabıyık isminde bir köye vardık. Hepimizi köyüm camisine doldurdular. Üzerimizden de kilitlediler. Bizi getiren jandarma birliği bıraktı gitti.

Yatsı vakti yaklaşmakta idi. Eşkıya olduğu giyimlerinden ve hareketlerinden belli olan bir grup insan, büyük bir gürültü ile cami kapısını kırıp içeri girdiler. İçlerinden cüsseli bir adam: “ Ey arkadaşlar bana Kör Dede derler. Lafımı iyi dinleyin. Benimle gelmek isteyen benimle, askere gitmek isteyen askere, evine gitmek isteyen de evine gidebilir. Bize refakat eden jandarmaların hiç birisi ortalıkta yoktu. İçimizden bir kısım gençler eşkıyanın peşine takılıp gittiler. Gençlerden bazıları da memleketlerine geri döndü. Yaklaşık iki yüz kadar genç hiçbir yere ayrılmadık. Eşkıyalar caminin kapısını tekrar üzerimizden kapatıp gittiler. Daha sonra Zile’den bir bölük süvari bizleri teslim almak için bulunduğumuz köye geldiler. Gelen süvari birliğinin komutanı, caminin eşkıya tarafından basıldığını ve gençlerin bir kısmını askere gitmekten caydırdığını öğrenince peşlerine düştü. Fakat  eşkıyayı yakalayamadılar. Bizler de askerlerle  birlikte Zile’ye gittik, orduya teslim olduk.

Düşman Ankara’ya çok yaklaşmıştı. Halk arasında Yunan Askerlerinin Anadolu’da olması, İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesi, konuşuluyordu. Bu duyumlar askerler arasında tedirginliğe sebep olmuştu. Mustafa Kemal’den bulunduğumuz birliğe talimat geldi. Komutanlarımızın bizlere aktardığı Mustafa Kemal’den gelen bu talimatta: “Ben bu harbi bırakmam, bırakır zannetmeyin, bir tek askerim kalana  dek savaşacağım.” diyordu.

41 ve 19. Alayı tamamen Polatlı’ya yerleştirdiler. Bizi bir dereye kadar çektiler. Potinlerimizi çıkarmadan tabur imamı iki rekat nafile namaz kıldırdı. Askerlere hitaben anlamlı ve heyecan verici bir konuşma yaptı. Hem ağladı, hem konuştu. Askerler tabur imamının bu konuşmasından çok etkilendi ve maneviyat bakımından coştular. Tabur imamı cihat ve şahadet duygularımızın doruk noktasına ulaştığında sözünü: “Düşman bu cepheyi yedi kez elimizden aldı. Bizde yedi kez geri aldık. Bu kez bu cepheyi düşmana teslim edersek Ankara’ya kadar düşman askerlerini durduracak hiçbir gücümüz yok.” diyerek dua ile tamamladı.

Bizim süngülerimiz Yunan süngüsüydü. Yunan süngüleri uzun olur. Düşman askerleri tepede mevzilendikleri için bizden avantajlı konumda idiler. Geri püskürtebilmemiz için tepeye tırmanmamız gerekiyordu. Düşman askerlerinin mevzi aldığı tepenin dibine yaklaşınca “Süngü tak” emri verildi. Ardından “hücum” emri verildi.  “Allah Allah” sesleriyle tepeye doğru tırmanmaya başladık. Düşman üzerimize öyle bir kurşun yağdırıyordu ki; o kurşun yağmuruna göre bir an “hiçbir askerin sağ kalması mümkün değildi” düşüncesine kapıldım. Fakat Cenabı Allah’ın yardımıyla az bir zayiat vererek tepeye ulaştık. Düşmanla kucak kucağa girdik. Yarım saat kadar bir zaman baş başa mücadele verdik. Daha sonra düşman askerleri dayanamayarak kaçmaya başladı. Biz daha hırsımızı alamamıştık. Düşman askerlerini kovalamaya başladık. Tüfeklerimizin kabzası ile önümüze gelene vuruyorduk. Komutanlar ellerinde ki tabancalarla uyarı ateşi açmak suretiyle peşlerini bırakmamızı istiyorlardı. Bir müddet sonra peşlerini bıraktık.

Havalar çok sıcaktı. İsmini bilmediğim o çevrede bulunan büyükçe bir köyün yakınlarındaki ağaç gölgeliklerinde konakladık. Bütün asker arkadaşlarla birlikte çok yorgun düştüğümüzden uyuduk. İkindi vaktine doğru uykudan uyandık. Komutanlarımız bizi şimdi ismini hatırlayamadığım bir yere götürdüler. Hava kararmakta idi. Düşman askerlerinin çok yakınımızda olduğunu öğrendik. Düşman askerleri de bizim kendilerine yakınlaştığımızı görünce karşılıklı olarak silahlı çatışmaya girdik. Karşı taraftan Türkçe “ Ateş etmeyin, bizde Türküz, birbirimizi kırıyoruz.” diye yüksek sesler geliyordu. Komutanlarımız, yüksek sesle Türkçe olarak bize karşı yapılan bağrışmaların bir tuzak olduğunu anlamışlardı. Benim elimde dört beş tane İngiliz el bombası vardı. Sürünerek düşman askerlerinin kalabalık olduğu bölgeye yaklaştım. Hızlı ve kıvrak bir manevrayla bombaları peş peşe üzerilerine attım. Attığım el bombaları düşman tarafında büyük bir karmaşaya neden oldu. Süngülerle bize hücum ettiler. Bir müddet adam adama mücadele ettikten sonra kaçmaya başladılar. Çok yorulmuştuk. Ufak tefek zayiatımız da vardı.

Düşman askerleri uzaklaştıktan sonra bizim arkadaşlar yorgunluğa daha fazla dayanamadığından vurup kafayı yattılar. Komutanlarımız düzenli ve nöbetleşe dinlenmemiz yönünde uyarılarda bulunmalarına rağmen bitkin ve yorgunluğumuz hat safhada olduğundan kimse dinlemedi. Onbeş civarında bir grup arkadaş baş başa verdik uyumadık. Dönüşümlü olarak uyanık kaldık. Askerler o kadar çok yorgun düşmüşlerdi ki sabaha kadar uyanamadılar. Hatta sabaha karşı uyanan bazı arkadaşlar tekrar uykuya dalıyorlardı. Şafak sökmüş ortalık aydınlanmıştı. Birde ne görelim uzaklarda karabulut gibi düşman askeri arazide. Bir gurup düşman askeri de şaşkın bir şekilde ne tarafa gittiklerini bilmez halde ve panik havası içerisinde koşuşturup duruyorlardı. İşte tam bu ortamda mucizevi bir olaya şahit olduk. Panik içerisinde kaçışan düşman askerleri yüksek sesle bağrışarak bizlere hitaben bir şeyler söylüyorlardı. Bizlere saldırmadıkları gibi sanki görünmeyen bir şeylerden canlarını kurtarmanın derdinde idiler. Bağrışarak yanımızdan uzaklaşıyorlardı. Onların lisanını anlayan komutanlarımızdan öğrendik ki; düşman askerlerinin o yüksek sesle bağrışmalarının anlamı: “Türko! Türko! Siz ne oluyorsunuz. Şu önünüzden gelen sarıklılar yok mu? Sizi kurtaran onlar.” Diye bağrışırlarmış.

Hakikaten mevcudiyetini göremediğimiz ermiş evliyaların ve şühedanın ruhaniyeti bizlerle beraber düşmana karşı savaşıyordu. Biz o mübarek ruhaniyetleri göremesek de savaş esnasında bizimle birlikte savaştıklarını hissedebiliyor, düşman askerlerinden ise bizzat gördüklerini kendi ağızlarından duyuyorduk. Ne zaman ki düşmanla savaşa tutuştuğumuzda ellerimizde ki süngüleri, düşman askerlerine karşı kullanmadan daha henüz birbirimize kavuşmadan düşman askerlerine sanki bir başkası sokuyordu. Bir an da bulunduğumuz ortam kan deryasına dönüyor düşman askerleri panikleyip bozguna uğruyor ve kaçıp bizlerden uzaklaşıyorlardı.

HALİT PAŞA: “HEY ALÇAK İNSANLAR, DÜŞMANLARLA BİR OLUP PARA UĞRUNA MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİZİ CAYIR CAYIR YAKTINIZ.” 

Bütün arkadaşlar düşman askerlerinin izini sürmeye başladık. Babayiğit bir köylü vatandaşa rastladık. O’na Yunan askerlerini görüp görmediğini sorduk. Gece karanlığında Yunan askerlerinin bulunduğu yerden geçtiklerini kendisinin de saman yığının altına gizlendiğini söyledi. Komutan bu vatandaştan bize kılavuzluk yapmasını istedi. Düz bir araziye ulaştık. Düşman askerlerinin izlerine burada rastlayamadık. Komutanımız boş düz arazide mevzi almamızı emretti. Sonra anladık ki bulunduğumuz mevzide düşman askerlerinin önünü kesmişiz. Biz bu durumu bilerek yapmamıştık. Düşman ordusu yakın bir mesafeye kadar bize yaklaştı. İki ordu da birbirimizi çıplak gözle görebiliyorduk. Birbirimizin konuşmalarını duyabiliyorduk. Ellerinde dürbün bulunan ve komutan olduklarını tahmin ettiğimiz askerler kendi aralarında tartışmaya başladılar. Karşılıklı süngü savaşı yapacağımızı düşünürken hiç beklemediğimiz bir anda teslim bayrağını çekerek bizden tarafa gelmeye başladılar. Biz on kişilik bir grup Komutanımız Halit Paşa’yı koruma altına aldık. Halit Paşa gür bir sesle düşman askerlerine yönelerek “silahlar yere” diye emretti. Düşman askerlerinin tamamı ellerinde ki silahlarını aynı yere bırakarak kendileri de karşı yöne çekildiler. Bizden bir grup asker yunan askerlerinin bıraktığı silahları kontrol altına aldılar. Altmış lira maaşla Yunan askerleri safında savaşan Müslüman askerler vardı. Halit Paşa Yunan askerlerinin bulunduğu yöne doğru dönerek: “ Müslüman askerler bir tarafa ayrılsın da Yunan içinde gebermesinler.” Dedi. Bu sözü duyan bir gurup asker Yunan Ordusu’nun içerisinden ayrıldılar. Halit Paşa bu insanlara dönerek: “Hey alçak insanlar, düşmanlarla bir olup para uğruna Müslüman kardeşlerinizi cayır cayır yaktınız.” Dedi. Ve askerlere emrederek onları kurşuna dizdirdi.

Mudanya tarafında bir cephe vardı. Bizleri bu cepheye götürdüler. Bizim bulunduğumuz mevzi Yunan Ordusunun bulunduğu cepheden yüksekte idi. Düşmanlar kendilerini Türk askerlerinden korumak için bulundukları cephenin etrafını elektrikli tel örgüyle koruma altına almışlardı. Türk mühendisleri Yunan Askerleri görmesin diye geceleri top arabasını yürütmek için yol yapmışlardı. Yol çalışması tamamlandıktan sonra 30 parelik top arabasını Yunan mevzisine zarar verecek bir konuma yerleştirmiştik. Düşman cephesini gözetlemek için de onlara yakın bir yere flamacı koyduk. Topculara ateş emri verildi. Top atışları ile ceryanlı teller ve direkler imha ediliyordu. Flamacı tellerin ve direklerin devrildiği haber edince bizlere hücum emri verdiler. Düşman askerleri karabulut gibi bizden tarafa geliyordu.Korkar gibi olduk. Tel örgüleri keserek atladık düşman mevzilerine. Bir de ne görelim, bizler daha düşman askerleri ile çarpışmadan kellelerinin havada uçtuklarını gözlerimizle görüyorduk. İlahi Kelimetullah uğruna savaşan İslam ordusu Cenabı Allah’ın ikramına şahit oluyordu. Açıkça gördüğümüz bir mucizenin atmosferinde yaşıyorduk. Düşman askerlerinin gördüğü fakat bizim göremediğimiz Cenabı Allah’ın gönderdiği melekler biz henüz düşmana saldırmadan onların işini bitiriyordu. Kanlar sel gibi akıyordu.Gözlerimizle şahit olduğumuz bu keramet içimizde ki korkuyu sildi. Daha sonra ovaya indiğimizde karabulut gibi çok sandığımız askerlerin yarısından çoğu sığırmış.Çevrede ne kadar sığır varsa hepsini toplamışlar. Bize karşı kalabalık gözükmek için yapmışlar. Yunan askerlerinin tamamını denize döktük. Denizin yüzü asker kasketleri ile kaplamıştı.
Bir gün Gediz Kasabasına gitmiştik. Ermenilerin O kasabada Müslümanlara zulmettiklerini duymuştuk. Kasabada ki bütün Ermenileri bir binaya topladık. O sırada gözü yaşlı bir bayan geldi. Komutana “ Benim bir Ermeni komşum vardı.O Ermeni kocamı Yunanlılara hunharca öldürtürdü. İki kızımı da zorla elimden alarak Atina’ya gönderdiler.” dedi. “Toplananların arasında Ermeni Komşumun olup olmadığına bakmak istiyorum” dedi. Yüzbaşı gözü yaşlı hanıma müsaade etmişti. Kadın içeriye girdi. Komşusunu buldu. Yüzbaşı’ya “İşte benim kocamı öldürten, kızlarımı Atina’ya gönderen” dedi. Bu Ermeni’yi öcünü almak için kendisine verilmesini istedi. Yüzbaşı gözü yaşlı o bayanın huzurunda kısas uygulayarak Ermeni’nin vurulmasını emretti. O zamanlar Atina’ya çok Türk Kızı götürdüklerini duymuştum.

BİN LİRA VEREN MADALYA ALDI 

Harp bitmiş teskere çıkmıştı. Asker ocağına evlada derken, düşman askerlerinden elde ettiğimiz elbiselerimizi üstümüzden alarak bize vermediler. En çok ağrımıza giden de bu oldu. Ancak Ordumuzun o zaman ki yoklukta ganimet olarak aldığımız asker elbiselerine ve potinlerine ihtiyacı vardı.

Yıllar sonra Devlet İstiklal Savaşı Gazilerine madalya ve maaş verdi. O zamanlar Muhtara bin lira veren madalyayı aldı. Bende kasabada vaizlik yapan Hoca Efendi’ye sordum. O’da “Madalyayı alırsan gaziliğin ahrette faydasını göremeyebilirsin” dedi. Ben de almadım. O şekilde madalya alan bazı gaziler İskilip Lisesinde hatıralarını anlatmak için çağrıldıklarında savaşa girmediklerinden anlatamamışlar. Beni tanıyan kişiler okula tavsiye etmişlerde Bende Lise’ye giderek öğrencilere hatıralarımı aktardım.

Memlekette madalyacılardan sadece Yağ Köylü Hacı Nuri kaldı. Kendisinin anlattığına göre Mustafa kemal Kendisinin de içinde bulunduğu 5-6 kişiyi cephe gerisine alarak devamlı Kur’an-ı Kerim okutarak hatim indirtmiş.

FEHMİ YAĞLI 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.