Ahlak, insanın iyiliğe ait kurallara uygun hareket etmesi ve yaşamasıdır. İslam dinini benimseyen kişi ve toplum ise, iyiliğe ait kuralları dini kaynaklardan alarak onların çerçevesinde bir ahlak sistemi ile hayatını sürdürmek durumundadır.
Batı tarifinde ahlak, genelde batı sosyolojisinin ifade ettiği gibi toplumun kuralları ile gerçekleşir. Her ne kadar teorik olarak bu şekilde kabul ediliyorsa da, pratikte pek uygulama imkanı bulunmayan bir uygulama ve sistem şeklindedir. Daha çok, kişisel bir ahlak anlayışı batı toplumunda kendisini gösterir.
Herşeye rağmen, ahlak anlayış ve müessesi her toplumda teorik ve kurumsal olarak varlığını devam ettirmekte ve insanlığın tümü üzerinde etkisini psikolojik veya sosyolojik de olsa sürdürmektedir. Batı’da ahlak, toplumsal ve medenilik göstergesi olarak “sosyal bir kural” niteliğindedir.
Böyle bir ahlak, acaba ahlak mıdır, yoksa; ahlakın devlet desteğinde toplumsal ilişkilere düzen verme özelliğimidir? Elbette ikincisidir ve yanlış olmamakla birlikte, eksik bir ahlak tarzıdır. Çünkü ahlak, kaynağını inanç ve vicdan-akıl etkileşimiyle gerçekleşmek durumundadır.
Ahlakı, insanın iç dünyasında bir olgunlaşma, başkalarına insani değerler ile yaklaşma ve manevi değerler toplamı olarak ferdi iyiliğe ve doğruluğa yönelten bir “iç değer” olması, onu sadece toplumda bir kural olmanın ötesinde, ruh ve davranış dünyasında en azından zararlı ve insandışı olma özelliğinden uzaklaştırmaktadır.
Elbette, ahlakın bu derece insanın ruh dünyasında etkili olması hadisesinde, dinin ve Allahın varlığıni ortaya çıkaran manevi dünyayı bütünüyle kavrayabilme özelliğinin büyük önemi vardır.
Türkiye’de müslüman toplum, en az bin yıldır İslam dini çerçevesinde bir ahlak sistemi ile hayatını sürdürüyor. Fakat, batılılaşma ile birlikte, herşey gibi ahlaki değerler de ciddi yaralar aldı. Batı veya diğer kültürlerin ahlak anlayışı, çeşitli medya ve internet vasıtasıyla toplumun iç dünyasını ve kafasını karıştırdı. Ahlak değerleri, uygulama ve gerçekleşme imkanını büyük ölçüde kaybetti. Sosyal dünya, bir nevi “serbest pazar” haline geldi ve bu pazara, kim neyi varsa, doğru-yanlış sürdü.
Halbuki, bir toplumun kültür, sanat ve ruh dünyası, kendine aittir. Yani, kendi beklenti, arayış ve huzur ve mutluluk beklentilerinden meydana gelir. Yani, ahlak; insanda bir kimlik ve davranış şekli oluşturur. Dolayısıyla bu davranış şekli, herkes tarafından paylaşılarak gerçekleşme imkanını bulur ve ortak değer halinde gerçekleşir.
Kendi gücümüz ve gayretimizle kazandığımız para veya eşyaya, başkası el koyabilir mi? Veya, sahip olduğumuz çocuğumuzu herhangi bir kimse elimizden alabilir mi? Böyle bir tutuma, herkes karşı koymakta ve haklarını savunma çabasında bulunmaktadır.
Peki, asırlar içerisinden gelen anlayış, düşünüş, sevgi, merhamet, saygı, namus, fedakarlık gibi yüzlerce değer’e sahip ahlak sistemimiz, saldırı altında iken ve bu saldırılar, her gün karakterimizi, alışkanlıklarımızı ve değerli yönlerimizi yok ediyorken, buna sessiz kalmak; nasıl bir duygusuzluğun veya bilinçsizliğin sonucudur? Nasıl bir vurdumduymazlık, bizim ruhumuzu yok eden ve kişiliğimizi yıpratıp, bizi başka bir kültürün ve dünyanın insanı yapan böyle bir “alinasyon” a uygun hale getirdi?!..
Bu kompleks ve çok yönlü saldırı ve hassasiyetleri yok eden çalışma ve etkilerden toplumu koruyacak mekanizma, Devlet’tir. Devleti temsil eden, hükümet’tir. Dolayısıyla, hükümetin toplumun ruh ve düşünce dünyasını, davranış sistemini ve insanının ruh ve sosyal sağlığının ayakta kalması için, ahlaki dejenerasyonu durduracak mekanizmaları harekete geçirmesi, en az “sınır güvenliği” kadar önemlidir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 16. maddesinde;“Aile, toplumun tabii ve temel unsurudur ve devlet tarafından korunur” denmektedir.Ailenin korunması, ahlakın korunması manasına gelmektedir. Böyle bir görevi yerine getirmeyen kurumlar, görevlerini yapmıyor demektir.
Umarız; milletin güvenliğini korumak üzere harekete geçen ve askeri güvenlik ve techizatları için büyük meblağ ve yatırımlar yapan hükümetimiz; insanın varlığını ve geleceğini koruyacak “ahlaki güvenlik ve koruma stratejisi”gibi önemli bir çalışmayı da sosyal bilimcilerin yardımıylauygulama alanına koyar. Aksi halde, birkaç yol içinde, kültürüne aidiyeti, toplumuna sadakati ve kendine inancı ve ahlaki değerleri olmayan bir gençlik ile karşı karşıya kalacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi