Maden, ahşap, fildişi, bağa, mermer gibi malzeme üzerine istenen motife göre açılan yuvalara farklı renkte aynı cinsten veya farklı cinsten, genellikle daha kıymetli malzemeden kesilmiş parçaların yerleştirilmesiyle yapılan bir süsleme türüdür.
Arapça karşılıkları tarsi‘, tekfît ve tet‘îm olup çok kıymetli taşlarla süslenmiş eserler için murassa‘ tabiri kullanılır.
Osmanlılar ahşap kakmacılığına genelde “hâtemkârî” diyorlardı; fakat en fazla kullanılan kakma malzemesi sedef olduğu için bu işle uğraşan sanatkârları daha çok “sedefkâr” adıyla anıyorlardı.
Sedef, sıcak denizlerin akıntılı sularında tuz, kireç ve fosfordan oluşan kalker bir maddedir. Beyaz, arusek, çöp, taş sedef olmak üzere çeşitlenir. Beyaz sedef, çift kabuklu ve daha düzdür. Hakim renk beyaz olsa da; ışığa göre açık mavi, pembe, yeşil, sarı tonlar taşıyabilir. Arusek sedef; tek kabuklu ve açık pembe, mavi, yeşil tonlarındadır. Çöp sedef koyu renkli, daha çok meneviş ve desen taşır. Taş sedef ise, beyaz sedefin daha az parlak olanına denir. Sedefin genel olarak bulunduğu yerler özellikle zarif incilerin toplandığı bölgelerdir.
Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’ndeki Sedef Kakma Dolap Kapakları
Sedef’in aslı deniz yumuşakçalarının kabuklarıdır. Uzun ömrün sembolü sayabileceğimiz bu kabuklar, milyonlarca yıllık fosiller halinde karalarda da görülür. Sıcak denizlerin yetiştirdiği çok iri yumuşakçaların kabukları, zengin sedef kaynaklarıdır. Hammaddesinin sıcak denizlerden sağlanması dolayısıyla sedefkârlığın Doğu’da başladığı tahmin edilmektedir. Sümer mezarlarında rastlanan ilk sedef işçiliği örnekleri de bu iddiayı güçlendirmektedir. Çin, Hindistan, Siyam gibi Uzak Doğu’nun “sanatı ve sanatkârı bol” ülkelerinde doğan sedefkârlık, Orta Asya Türkleriyle beraber Anadolu’ya gelmiştir. Osmanlı devrinde ilk sedef süsleme işlerine, Edirne’deki İkinci Bayezid Camii kapı kanatlarında rastlamaktayız.
İkinci Bayezid Camii Kapısı
Bağa, fildişi, kemik, çeşitli filetolar ve altın, gümüş gibi kıymetli madenler sedefkârlıkta kullanılan diğer malzemelerdir.
Ceviz, abanoz, maun vb. ahşap yapıtların üzerine çeşitli formlarda açılan yuvalara, aynı biçimlerde kesilmiş sedefleri yapıştırarak gömme yoluyla yapılan süslemeye “sedef kakma” denir. Ahşabın üzerine sedefleri çeşitli motifler oluşturacak biçimde doğrudan yapıştırarak elde edilen bezemeyi “sedef kaplama” denir.
Osmanlı ülkesinde bu sanat öylesine rağbet görmüş ve gelişmiştir ki; Kur’an mahfazalarından sultan kayıklarının köşklerine; yeniçeri yatağan kabzasından hattatın hokka takımına; Çelebi’nin kavukluğundan, Hanımefendi’nin nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanılmıştır. Öyle ki, Hocazade Saadeddin, Fatih Sultan Mehmed’in cenaze töreninden bahsederken, tabutun som sedeften yapılmış olduğunu bildirmektedir. 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dâhilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedefçilik öğretildiği kaydedilmiştir.
Üçüncü Murad’ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmed Ağa; Sultanahmet Camii’nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Mehmed Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır.
3. Murad Türbe Kapısı
Esaslı bir “ince marangoz” olan İkinci Abdulhamid, Yıldız Sarayı’nda kurduğu Sedefhane’de kendisi de bizzat çalışarak latif eserler vermiştir. Türk sedefkârlığının literatüre geçen en son “mükemmel” eseri, Vasıf Sedef’in yaptığı, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’ndeki kapılardır.
Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi Kapısı
Bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Şam’da ortaya çıktığı için Şam işi olarak adlandırılan teknik de yine gömme (kakma) denilen tarzda hazırlanır. Şam işinde “taş sedef” dediğimiz kalın ve beyaz sedefin sadece bir yüzü düzeltilir; diğer yüzü kaba bırakılarak ağaca gömülür; sedefin çevresine 1 mm genişlik ve 1 mm derinlikte kurşun-kalay karışımı teller çakılır.