Hayat felsefesi, hayatı “anlama ve algılama” tarzımıza göre “niçin, neye göre ve nasıl yaşadığımızın bilincinde olmak” demektir. Daha açık bir ifade ile hayatımızı hangi kriterlere göre niçin ve nasıl yaşıyoruz? Sorularına vereceğimiz samimi cevaplar, bize bir hayat felsefemizin olup olmadığını veya nasıl bir hayat felsefesine sahip olduğumuzu gösterir. Önce bu tanıma göre bir hayat felsefemizin olup olmadığını sorgulamak; şayet bir hayat felsefemiz yoksa, bir an önce hayat felsefesine sahip olma çabası içine girmek; bir hayat felsefesine sahip olduğumuzu düşünüyorsak, bu takdirde nasıl bir hayat felsefesine sahip olduğumuzun da farkında olmak gerekiyor.
Geçmişte aile içinde ebeveynlerin, okullarda ise hocaların, imkanları ve bilgileri ölçüsünde çocukları eğittikleri ve birlikte yaşayarak hayata hazırladıkları; günümüzdeki gibi sadece refahı amaçlamadıkları hepimizin malumudur. Bu eğitimde aile reisleri ve hocalar arasında bazı ortak noktalar bulunsa da, farklılıklar da mevcuttu. Dolayısıyla “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” ata sözüne uygun davranışların da sergilendiği görülüyordu. Nitekim babam da kendisine özgü bir davranışla beni eğitmek istemiş olacak ki, bir gün bana “Oğlum keseri getirir misin” diye seslenmişti. Ustalık yaptığı bir dönemdi; çeşitli alet ve edevata sahipti. Ben de ara sıra ona yardım ediyordum.
Keseri babama götürdüğümde elinde bir tahta parçası vardı. Keseri benden alınca “Elime dikkatlice bak” dedi ve keserle o tahta parçasını yontmaya başladı. Tahta parçasını biraz yonttuktan sonra “Şimdi de bana testereyi getir” dedi. Ben de getirdim. Testere ile tahta parçasını kesmeye başladı. Bana dönerek “ Testereye iyi bak” dedi. Sonra “Rendeyi getir” dedi. Rendeyi getirip ona verdim. Bu sefer de o tahta parçasını rendelemeye başladı ve “Rendeye iyi bak” demeyi de ihmal etmedi.
Rendelemeyi bitirince bana “Şöyle karşıma geç, otur bakalım” dedi, ben de oturdum. Gözlerimin içine bakarak “Oğlum! beni iyi dinle. Sözlerime de iyi kulak ver. İnsanlar üç kısımdır. Kimi şu keser gibidir, hep kendine yontar; kimi testere gibidir, testerenin tozu iki tarafa attığı gibi, o da hem kendini hem de karşısındakini düşünür, onun hakkını hukukunu korur ve ona eşit davranır; kimi de rendeye benzer, karşısındakini kendine tercih eder. Sen hayatında asla keser gibi olma, testere gibi ol, becerebilirsen ara sıra da rende gibi olmaya bak” demişti. Sahip olduğu hayat felsefesini her halde böyle bir örnekle bana öğretmek istemişti. Bugün kaç aile reisi veya hoca böyle bir eğitim modelini uyguluyor veya böyle bir uygulama şansına ve imkanına sahip bulunuyor? Bunu bilmiyorum, fakat bu örnekten hareketle kendimize şu soruları soralım, istiyorum:
Ben keser gibi devamlı kendine yontan, sadece kendi çıkarlarını düşünen bir insan mıyım; yoksa tozunu eşit dağıtan testere gibi sadece kendi çıkarımı değil, aynı zamanda başkalarını da düşünen ve adil olmaya çalışan; devamlı olmasa, ara sıra da olsa rende gibi bazı kişileri kendime tercih eden bir anlayışa mı sahibim? Bir idealim, bir davam veya bir meselem var mı? Para veya makam benim için ne ifade ediyor? Bir araç mı, yoksa amaç mı? Helal, temiz, doğru, güzel ve dengeli bir hayattan yana mıyım, değil miyim? İşime ayırdığım zaman kadar olmasa da aileme, arkadaşlarıma ve dostlarıma zaman ayırıyor muyum? Beni arayanları, ben de arayıp soruyor muyum, yoksa “seni ararım” deyip de verdiğim sözü unutuyor muyum? Mesleğim dahil, bütün işlerimde duyu organlarını ve aklını kullanan bir usta veya duyu organlarını, aklını ve vicdanını birlikte kullanan bir sanatkar gibi kaliteli ve nitelikli iş yapan bir insan mıyım, yoksa sadece duyu organlarını kullanan, aklını ve vicdanını kullanmayan, ya da kullanmasını bilmeyen biri miyim?
Duygularımı lokomotif, aklımı katar mı , yoksa aklımı lokomotif, duygularımı mı katar yapıyorum? Sıradan, rast gele mi, yoksa ilkeli, dengeli, helal, temiz, doğru ve güzel bir hayat mı yaşıyorum? Mesela, işimi doğru, temiz ve güzel yapıyor muyum, yapmıyor muyum? Helal ve harama dikkat ediyor, helalinden kazanmaya ve yemeye gereken özeni gösteriyor muyum, yoksa “Haram-helal ver Allah’ım, kulun doymaz yer Allah’ım” mı diyorum? “Olmak” mı istiyorum, yoksa “Sahip olmak” mı? “Kırkına kadar para kazanmak için hayatını, kırkından sonra da hayatını kazanmak için parasını harcayan bir insan gibi miyim, değil miyim? Kendi kararlarımı bilgiye ve istişareye dayanarak, kendim mi veriyorum, yoksa “El alem ne der?” baskısıyla mı veriyorum? Netice olarak kendime ait bir hayat felsefem var mı, yok mu? Özetle kişiliğini oluşturmuş bir insan mıyım, değil miyim?
Bu sorulara vereceğimiz olumlu cevaplar, bizim kişilik sahibi bir insan olduğumuzu gösterdiği kadar, aynı zamanda hayat felsefesine sahip bir insan olduğumuzu da gösterir. Çünkü bu cevaplar, insanın hayat tarzını, yaşam felsefesini ve bu hayat tarzındaki ilkeli duruşunu ifade eder. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, “ Ey Peygamber! Sen ve seninle birlikte inanıp Allah’a yönelenler, emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun. Taşkınlık edip sakın doğruluktan ayrılmayın” [1] diyerek ilkeli bir duruş önerir ve bu ilkeli duruştan da asla taviz verilmemesini ister. Hiç şüphesiz bu ilkeli duruşa sahip olmak ve onu korumak, zordur. Nitekim bu zorluğu Hz. Peygamber de hissetmiş olacak ki, bu ayetin kendisini ihtiyarlattığına dair nakledilen bir rivayet, bazı tefsirlerde yer almaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber de “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!”[2] diyerek ümmetini uyarma ihtiyacı hissetmiştir. Çünkü o, “ beşîr” ve nezîr” bir peygamber olarak güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. [3] Nasıl ki Hz. Musa hukuk, Hz. İsa’nın sevgi peygamberi olarak biliniyorsa, Hz. Muhammed de “ahlak” peygamberi olarak biliniyor. Bu nedenle onun peygamberler içinde ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Nasıl ki bilim bize hayatta kalmayı ve güçlü olmayı; sanat, hayatın inceliklerini ve zevkini; edebiyat, nezaketi, derinliği ve öngörüyü; felsefe, zekanın haricinde aklı kullanmayı öğretiyorsa, ahlak da bize “adam olma” yı, bir diğer ifade ile insanlığı öğretir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in önemi, onun ahlak peygamberi olarak bize “ örnek” oluşundan kaynaklanır. Bir insan, meslek sahibi olabilir, ama adam olmayabilir. Zira adam olmak, meslek sahibi olmaktan farklı bir anlama sahiptir. Nitekim “Makam sahibi olmuşsun ama, adam olamamışsın” sözü, bu anlam farklılığını ifade eder. Çünkü meslek sahibi olmanın kriterleri ile adam olmanın kriterleri aynı değildir.
Adam olmak, “İslam’la olan ilişkimizi, çıkarlarımızdan bağımsız bir insanlık kalitesi, bir erdem donanımı halinde özümsemek” ve içselleştirmekle, daha açık bir ifade ile İslâmî kavramlara sahip olmakla mümkündür. Nitekim bu özümseme ve içselleştirmeye sahip düşünürler ve ediplerin, kendilerine özgü bir hayat felsefesi oluşturdukları görülüyor. Mesela Mevlana “olgunlaşmayı, tevazuu, cömertliği, şefkati, hoşgörüyü, göründüğün gibi olmayı ve olduğun gibi görünmeyi”, bir hayat felsefesi olarak sunarken; Yunus Emre kavgayı değil, sevgiyi bir hayat felsefesi olarak sunuyor:
“ Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim” diyor.
Şeyh Edebâli ise,
“ Cahil ile dost olma
İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez, üzülürsün
Saygısızla dost olma
Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez, üzülürsün
Açgözlü ile dost olma
İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez, üzülürsün
Görgüsüzle dost olma
Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez, üzülürsün
Kibirliyle dost olma
Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez, üzülürsün.
Ukalayla dost olma
Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur, üzülürsün.
Namertle dost olma
Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez, üzülürsün”
deme ihtiyacı hissediyor ve kendi hayat felsefesinden bize bir kesit sunuyor.
Benzer hayat felsefelerinin oluşabilmesi/ oluşturulabilmesi için de insanın, öncelikle bilgi sahibi olması, elde ettiği bilgileri özümsemesi, içselleştirmesi ve bir bilinç haline dönüştürmesi; buna bağlı olarak da tercih edeceği hayat felsefesine kendi karar vermesi, kısaca “kendin olması” gerekiyor.
Kendin olmak ise var olmak, kendi düşüncelerinin ve duygularının farkında olmak; kendini hataları veya yapamadıkları için gereksiz yere suçlamamak, dolayısıyla kendine şefkat gösterebilmek; içinden geldiği gibi spontane davranabilmek; kendini başkalarına göre konumlandırmamak; kararlarını kendi almak ve bu aldığı kararlardan dolayı zorlu bir sürece girmişse bile bu kararının arkasında durmak; yanlış yapsa bile bunu kişiliğine mal etmeyip bu hatadan dersler çıkarabilmek; ne hissettiğinin farkına varmak ve bunda da tereddüt etmemek; her zaman kalbinin (vicdanının) sesini dinlemek ve içindeki bu sesten korkmayıp onunla konuşabilmek, ona kulak verebilmek ve gerektiğinde tasvip etmediği ve doğru bulmadığı düşüncelere hayır diyebilmektir.[4]
Sonuç olarak bir hayat felsefesine sahip olmak elbette ki kolay değildir, ama bunu elde etme çabası içinde olmak da sanıldığı kadar zor değildir. Yeter ki karar verelim ve onu elde etme çabası ve azmi içinde olalım, sonra da Allah’a tevekkül edelim. Çünkü Allah Teâlâ, azmedenleri ve tevekkül edenleri sever[5] ve sevdiği kuluna da yardım eder.
[1]. Hûd, 11/112.
[2]. Müslim, İmân 62.
[3]. İmam Malik, Muvatta, Husnü’l-Hulk 8.
[4]. Kıvanç Tığlı Bulut, Kendin Olma Cesareti, Akit, 04.10.2020
[5] . “Bir kere karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever”. Ali İmran,3/ 159.