Tarihi süreç içinde “Din nedir?” sorusu hep sorulmuş, bakış açılarına ve yaklaşım tarzlarına göre farklı din tanımları yapılmıştır. Nitekim dini,” Akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî bir kanun” [1] olarak tanımlayanların yanında ; “Akıl sahibi şuurlu insanları, irade ve arzuları ile bizâtihi hayırlı olan şeylere sevk eden bir vaz’ı ilâhîdir; Peygamberlerin vahy-ü ilhama müstenid tebligatıdır; gayei kemale ermek için tutulacak en doğru yoldur”[2] ; “Din psikolojik/en-nefsî ve dış/el-haricî iki esasa dayanır: Allah’a bağlılık, boyun eğme, huşu, takva (iç) ve dış dünyada insanın azaları ve dış görünüşüyle yaptığı fiilerdir” [3] şeklinde tanımlayanlar da olmuştur. Bu tanımlar, farklı din tanımlarına sadece bir örnektir. Bu tanımlardan bazılarında, din tanımının olabildiğince genişletildiği ve hayatın her alanına teşmil edildiği; bazılarında ise daraltıldığı görülmektedir. Gerçek olan şudur ki, “Din”nin tanımını yapmak zordur. Bundan daha da zoru üzerinde ittifak sağlanacak bir tanımın yapılamayışıdır. Bu nedenle “ nerdeyse her milletin, her toplumun, her gurubun, hatta her insanın bir din anlayışı vardır ve her din anlayışı da bir din tanımı demektir.”[4] Hiç şüphesiz bu da ciddî bir sorun oluşturmaktadır.
Bu sorunların başında ise farklı din anlayışlarına ve tanımlarına sahip kimi kişilerin, dini kendileri gibi tanımlamayanları “dindar” olarak görmemeleri, kimilerinin de “tekfir” etme cihetine gitmeleri gelmektedir. Bundan dolayıdır ki bazı kişilerin dini “Kur’an’daki din”, “Uydurulan din, “Uydurulmuş din”, “Ismarlanan din” , “Hangi İslâm”, “ Gerçek İslâm” şeklinde kategorize ettikleri görülmektedir. Bu da kafa karışıklığına sebep olmakta, bu kafa karışıklığı da kimi insanları yanlış istikametlere sevk edebilmektedir. Dolayısıyla günümüzdeki temel sorunlardan birinin, gerçek anlamından uzaklaştırılarak “Din” ile ilgili farklı tanımların yapılması; diğeri de bu tanımlarda Kur’an’ın genel muhtevasının göz ardı edilmesidir.
Bu nedenledir ki “ Din”in ne olduğu veya ne olmadığı yeterince anlaşılamamakta; zira dinden olmayan veya dine uygun görülmeyen bir çok bilgilerin ve rivayetlerin de din gibi sunulduğu görülmekte; dolayısıyla da dinden olan ile dinden olmayan veya dine uygun görülmeyen bilgilerin birbirine karıştırıldığı ve bunun da bir çok sorunlara sebep olduğu müşahede edilmektedir. Günümüzde bu sorunların başında ateizm ve deizm gibi din dışı düşünceler yer almakta ve etkisi altına aldığı insanları da “Din” den uzaklaştırmaktadır.[5]
Oysa din, insana şuurlu bir hayat yaşama imkanı sağlayan, onun değerini yücelten, ondaki ben duygusunu ve gururu kontrol altına alan; fedakarlık, iyilik ve adalet duygularını geliştiren; şahsi çıkar ve menfaat duygularını engelleyen; zulme karşı gelme duygusunu güçlendiren; hakkı sevmeyi ve onu korumayı öğreten ilahî bilgilerin, kuraların ve ilkelerin adıdır. Zira din, ruhu yüceltmeyi teşvik eder, bu ruhun bedene, maddeye, arzu ve içgüdülere galip gelmesini hedefler. Kişiyi karamsarlıktan ve ümitsizlikten kurtarır, ona iyimserlik ve kararlılık kazandırır. Ona güzel ahlâkı ve bu ahlakla yaşamayı, sadece Allah’ın huzurunda eğilmeyi/kulluğu ve hiç bir beşeri güce boyum eğmemeyi öğretir. Ondan yeryüzünü imar etmesini, yapığı her işin doğru olmasını ve doğru işi de doğru biçimde yapmasını ister. İnsanı, yalnızlıktan ve çaresizlikten kurtarır. Zira ona moral gücü verir, sıkıntılara şikâyet etmeden dayanmanın, katlanmanın ve kurtuluşun yollarını gösterir; hayatı anlamlı kılar, gelecek için umut verir. Bu nedenledir ki son dinin son kitabı Kur’an, kendini “ insanlar için bir hidayet rehberi” olarak takdim eder.
Kur’ân’da kavramsal anlamda din kelimesinin 94 yerde geçtiği ve “taat/ boyun eğme, İslâm, ceza, tevhid, şeriat/kanun, idare ve siyaset” anlamlarında kullanıldığı[6] ve biri “fıtrat” diğeri de “münzel” olmak üzere iki dinden söz edildiği görülür.
“Ey Peygamber, Hakk’a yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaradılışta verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratmasında bir değişme yoktur. İşte doğru din de budur, fakat insanların çoğu bunu bilmezler” [7] âyeti, fıtrat dinini; Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e bütün peygamberlerin getirdikleri din de “münzel din”i ifade ediyor.“Münzel din” ise Allah Teâlâ’nın, peygamberleri aracılığı ile gönderdiği dindir ve hem genel adı hem de özel adı “İslam”dır. Bu nedenle Kur’an, Allah katındaki tek dinin İslâm olduğunu [8] ve İslâm’dan başka bir dine yönelen kimseden, o dinin kabul edilmeyeceğini açıklar.[9] Zira Allah, dinini ikmal etmiş ve din olarak da İslam’ı seçmiştir.[10] Hz. Peygamber ise dini “İslâm, iman, ihsan ”[11] ve “nasihat/samimiyet”[12] olarak açıklamıştır.
Fıtrat, ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlık” [13] olarak tanımlanmaktadır. Bu da din duygusunun insanda fıtrî olduğunu gösterir. “ Her hangi bir tesir karşısında duyarlık ve duygulanmak, insanda fıtrî istidat ve kabiliyettir. Din duygusu da bir insanın dinî konular karşısında duygulanması ve duyarlılığıdır. Bu bakımdan dinî his de diğer duygular gibi insanın tabiatına ve yaratılışına bağlı bir duygudur. Duygulanma öğretilmez, başkasından alınmaz. İnsanın yaratılışına bağlıdır. İnsanın tabiat ve yaratılışı herkeste ve her yerde birdir” [14]
Nitekim Hz. Peygamber de “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar“[15] buyurarak bu duyguyu açıklar. Bu nedenle din duygusu insanın en ayırt edici özelliğidir. Çünkü hiç bir hayvanın dinî bir hayata sahip olduğunu gösteren bir belirti ve kanıt yoktur. Yine hiç bir hayvanın kendisini, ölümden sonraki bir hayata hazırladığı da görülmemiştir. Bazı insanlar dine karşı ilgisiz görünseler de, insan cinsi bir bütün olarak din duygusuna sahiptir. İnsanlık tarihi içinde şu veya bu biçimde bir dine sahip olmayan bir toplum da görülmemiştir. En ilkel düzeyde bile insanlar, kutsal tanıdıkları bir şeye veya bir varlığa inanmış ve bir çeşit ibadette bulunma ihtiyacı hissetmiştir.
“Din” in kaynağı ilahî olsa da anlaşılmasında beşerîlik söz konusudur. Bir başka. ifade ile “Din” Allah’a ait ise de, anlaşılması beşere ait bir olgudur. İlahî mesajların Allah’a ait olan yönüne “Din/İslam”, beşere ait olan yönüne ise dinî/İslamî veya Müslümanlık denilmesi bu farkı belirtmek içindir. Nitekim Müslümanlık ifadesiyle kast edilen de Müslüman’ın İslam’dan anladığıdır. Bunun içindir ki kavramsal olarak Arap İslam’ı, Türk İslam’ı ifadeleri doğru değildir, ama Arap Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı veya Hanefî ve Şafiî Müslümanlığı tanımları daha doğrudur. Zira bu ifadeler Arap’ın, Türk’ün veya Ebû Hanife’nin ve İmam Şafiî’nin anladığı İslam anlamına gelmektedir. Bu nedenle Müslümanlık, kavramsal olarak dinî bir nitelik arz eder.
“Dinî olma” ifadesinin ise iki anlamı mevcuttur: Bunlardan birincisi, “Din”den yani “Din”e ait olan, ikincisi ise “Din”e uygun görülen demektir. Namaz dinîdir dediğimizde birinci anlamı, mevlit dinîdir dediğimiz de ikinci anlamı kast etmiş oluruz. Çünkü namaz “Din”den bir parçadır, ama mevlit “Din”den bir parça değildir. Zira ne “Din”in kitabında ne de Hz. Peygamber’in tebyininde yer alır. Bu nedenle mevlidi “Din”e uygun görenler olduğu gibi, “Din”e uygun görmeyenler de mevcuttur.
Dinî anlayışlar, düşünceler ve yorumlar da mevlit gibidir. Zira kimine göre doğru olan dinî bir düşünce, diğerine göre doğru olmayabilmektedir. Dolayısıyla tefsir ve te’vil başta olmak üzere fıkhî, kelamî, tasavvufî ve felsefî görüşler ve düşünceler, “Din” den olan anlamında dinî değil, “Din”e uygun olan veya uygun görülen anlamında dinîdirler. Zira beşerî düşüncelerin ve görüşlerin doğru olma ihtimali kadar, doğru olmama ihtimali de söz konusudur. Bu nedenle beşerî düşünceler ve görüşler, mutlak doğruyu değil, izafî doruyu ifade ederler. Mutlak doğru, ancak Allah Teâlâ’nın vahiy yolu ile bildirdikleridir, yoksa beşerin anladıkları ve yorumladıkları değildir. Bu nedenledir ki geçmişte ulema, yaptıkları her yorumun sonunda “En doğrusunu Allah bilir” deme ihtiyacı hissetmişlerdir. Dolayısıyla bu gelenek, bu sebeple terk edilmemelidir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Seyyid Şerif Cürcânî, Ta’rîfât, “Dîn” maddesi.
[2] Ahmet Hadi Akseki, İslam, İstanbul 1966, s.53.
[3] İsmail Çalışkan, Kur’an’da Din Kavramı, Ankara 2002, s.39
[4] İsmail Çalışkan, Kur’an’da Din Kavramı, s.40.
[5] Deizmin tanımı için bkz. Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1994, s.196.
[6] Râgıb İsfahânî, Müfredât, “dyn” maddesi; Firuzabadî, Besair, “dyn” maddesi
[7] Rum: 30/30)
[8] Âl-i İmrân 3/19.
[9] Âl-i İmrân 3/85.
[10] Mâide 5/3.
[11] Buhari, İman, 37.
[12] Buhari, îman, 42.
[13] TDVİA, Hayati Hökelekli , Fıtrat, İstanbul, 1996, 13/ 47-48.
[14] Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1968,s.79.
[15] Buhari, K. Cenâiz, 80