Yeni Şafak yazarı Gökhan Özcan’ın kaleme aldığı “Sıkıntıyı Doğuran Sıkıntı” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
İnsanlar için bu çağın en büyük belalarından biri herhalde stres… Stres herkesin hayatını bir parçası neredeyse artık. Sadece kendi gündelik işlerimizin peşinde koşarken bile stresin kapsama alanı içine girebiliyoruz. Çünkü tabiri caizse, hepimiz çivisi çıkmış hayatlar yaşıyoruz. Neden yapmak durumunda olduğumuzu bilmediğimiz bir sürü şeyi yapmak için dur duraksız bir koşturmaca içindeyiz. Her sektörde, üretilen her mal ve hizmetin gerekçesi güya hayatı kolaylaştırmak… Oysa sorsak, dünyanın hiçbir yerinde hayatın eskiden olduğundan daha kolay yaşandığını söyleyecek pek kimse çıkmaz.
İnsanlık belki tarihi boyunca bu kadar kalp krizi, bu kadar depresyon, bu kadar panik atak, bu kadar davranış bozukluğu, bu kadar sinir krizi vakası görmemiştir. Ne oluyor peki; her şeyin bizim rahatımız için olduğu bir zamanda bize rahat mı batıyor? Bir yönüyle belki de öyle! Rahat olmak için o kadar bencilliğe dayalı bir hayat kurguladık ki kendimize, hayatın öz dengeleri bozuluverdi.
Bugün psikiyatrlığın en popüler meslek gruplarının başında geliyor olması tesadüf değil… Uzay çağı olduğu söylenen bir bu çağda medyanın baş köşelerini uzay fizikçileri değil, insan ruhunun iç uzayının bilirkişisi olduğuna inanılan psikiyatrlar tutuyor. Neden bütün zamanlar boyunca kendi köşelerinde belli bir tenhalık içinde işiyle meşgul olan psikiyatrlar, şimdi en çok aranılan, en çok ihtiyaç duyulan zevat olarak hayatın vitrinlerinde boy gösteriyor. Sinirlerimizde eskiden olmayan zafiyetler mi ortaya çıktı; yoksa sayısı milyarları bulan insanlık kalabalığı yanlış istikamete mi yürüyor?
Bugün hangi araştırmaya baksak, insan aklının evvel zamanlardan çok daha hızlı, çok daha fazla, çok daha etkin çalıştığına dair bulgularla karşılaşıyoruz. Gerçekten de biz eski insanlardan çok daha fazla şey biliyor değil miyiz? Peki neden rahatlatmıyor bildiklerimiz bizi? Neden sürekli stres içindeyiz, hiç huzurlu olamıyoruz?
Uzmanlar strese karşı derin derin nefes almamızı, dengeli ve sağlıklı beslenmemizi, uykumuza dikkat etmemizi tavsiye ediyor. Ama zaten bunları yapamadığımız için, yeni hayatımız bütün bunlara imkan vermediği için bu halde değil miyiz biz? Derin derin nefes almaya vaktimiz mi var? Dengeli ve sağlıklı beslenmeye kalksak hangi doğal besinlerle beslenecek, onları nerede bulacağız? Toprağına kimyasal karışmamış, genetiğiyle oynanmamış, verim ve dayanıklılık arttırıcı müdahalelere maruz kalmamış besin kaldı mı market raflarında, pazarlarda? Derin bir uyku çekecek kafa rahatlığı hangimizde var ayrıca, herkesi kara kara düşündüren bin türlü meselesi var bu zamanda? Bizi strese sokan her şeyden kolayca kurtulabilme kabiliyetimiz olsa niye boş yere kendimizi sıkıntıya sokalım, strese girelim ki!
Ne diyordu Tyler Durden Dövüş Kulübü’nde: “Yaptığın iş değilsin, cüzdanındaki para, sırtındaki üniformanın ya da sana bugüne kadar değer verilmesini sağlayan diğer özelliklerin… Aslında bunların seninle hiçbir ilgisi yok… Sahip olduğun şeyler gün gelir sana sahip olmaya başlar. Sonra ne mi olur? Önce uyuyamamaya başlarsın, ardından çevrendeki her şeye yabancılaşmaya…”
Sahip olmak için uğraşıp didindiğimiz, bütün hayatımızı harcadığımız şeyler biz yaklaştıkça bizden uzaklaşıyor. Sahip olduklarımız sürekli anlamını yitirirken, yerlerini anında peşinde koşulacak başka şeyler alıyor.
Strese girmekten ölesiye korkuyor ya herkes, sormak gerek, biz stresten hiç çıkıyor muyuz? Çıkmanın ya da hiç girmemenin bir yolunu biliyor muyuz?