islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4916
EURO
36,2572
ALTIN
2.963,26
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

TOPLUMSAL YAPILARIN KISKACINDAKİ İNSAN

TOPLUMSAL YAPILARIN KISKACINDAKİ İNSAN
30 Temmuz 2022 10:00
A+
A-

Tarım toplumunun sosyo-ekonomik ve sosyo-politik yapısının, sosyolojik tanımıyla “cemaatçi toplum” modeline, sanayi ve bilgi toplumlarının sosyo-ekonomik, sosyo-politik yapısının ise “cemiyetçi toplum” modeline dayandığı;  ekonomik, dinî ve siyasî alanlardaki yönetim biçimlerinin, kültür ve medeniyetlerin de bu yapıya uygun olarak şekillendirildiği görülüyor. Bilişim toplumunun toplum yapısının nasıl bir şekil alacağı ise henüz  bilinmiyor.

Tarım toplumunda, toplum yapısı piramit şeklinde oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu sosyal yapıda tepede karizmatik ve  otoriter bir lider; onun altında ise bu lidere “itaat” kültürüyle bağlılığı sağlanan toplum, halk bulunur. Liderin mutlak hâkim olduğu veya hâkimiyetin liderde olduğu bu yapı da, toplumun kayda değer bir  söz hakkı yoktur. Zira. despotizmin, formelliğin, irrasyonelliğin, duygusallığın etkin, kişilerin de önemli olduğu bu  yapıda, her şey karizmatik ve otoriter liderin bilgi ve becerisine bağlıdır, dolayısıyla da liderin duygu ve düşünceleri doğruluğun ve gerçekliğin ölçütü olarak algılanır.

Etkinliğini yıllarca devam ettiren bu sosyal yapı, ailede pederşahiliği, ekonomide feodal yapıyı yani ağalık sistemini; dinde tarikatlaşmayı ve cemaatleşmeyi, siyasette ise krallığı ortaya çıkartmıştır. Nitekim  bu sosyal yapının hâkim olduğu  dönemlerde yönetim biçimi hep krallık olmuş ve toplumlar krallar tarafından  yönetilmiştir. Kral şayet iyi ise, onun yönetimi de iyi; kötü ise yönetimi de kötü olmuştur.

Ne zaman ki sanayi devrimi gerçekleşmiş ve bu devrim ile birlikte Batı, teoride de olsa  cemaatçi toplum yapısından sıyrılarak  bir ölçüde objektifliğin, rasyonelliğin ve demokrasinin, diğer  bir ifade ile ilke ve kuralların egemen olduğu bir sosyal yapıyı/cemiyetçi toplum  yapısını ortaya çıkartmış ve kendi medeniyetini bu  yapıya bağlı değerlere dayandırmış, fakat bu değerleri uygulamada yeterince başarılı olamamıştır.   Buna rağmen Batının, asimilasyon ve eliminasyon yöntemleriyle kitleleri sömüren  gücüne, finansal kapitalizmin gücünün de eklenmesiyle bu sosyal yapı, diğer  toplumları etkilemekten de geri durmamıştır.

Bu yapıdan  etkilenenlerin  başında İslam toplumlarının  gelmesi ise tesadüfî değildir.  Zira Batı medeniyeti, ilim ve  teknolojiye; İslam medeniyeti  ise “Allah rızası için insana ve bütün canlılara hizmet” anlayışına  dayanmaktaydı, dolayısıyla Müslümanlar, bilim ve teknolojide Batı ile yarışacak durumda değildi. Nitekim İslam’ın erken dönemlerinden itibaren “anlam” arayışları içinde olan Müslümanlar, yoğunluklu olarak da bu vadide eserler vermişlerdir. Orta dönemde ise buna   bir de “hakikat” arayışını  ilave etmişler, özellikle  de şeriat, tarikat, hakikat söylemlerine yer veren  eserlere daha fazla önem  vermişler, insanlara hizmeti  merkeze alan  eylemlerde  bulunmuşlardır.

Anlam ve hakikat arayışlarının  önemli ve  etkin olduğu  bu devirlerde, ilim adamlarına da gereken  önem ve değer  verilmiş ve itibarları zedelenmemiştir. Nitekim İbn Sina’ın, “İlim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder” vecizesi   bunu ifade etmektedir. Çünkü o, ilim ve sanatın, ancak   ilim adamalarına itibar kazandıran kültür ortamlarında ve düşünce  hürriyetin bulunduğu mekânlarda neşvünema bulduğunu,  dolayısıyla  toplumların buna bağlı olarak ilerlediğini ve geliştiğini; bilim ve sanatın takdir edilmediği dönemlerde ise  toplumlarda bir  çöküşün başladığını bilmekteydi. Toplumdaki genel kanaat de  buna yatkındı. Fakat  Batı’da sanayi devrimi  ve buna bağlı olarak finansal Kapitalizmin gelişmesi, İslam toplumlarında bir zihniyet değişime sebep olmuş; tıpkı Batı’da olduğu gibi gücü temsil eden para, Müslümanlarda da  amaç değer haline gelmiş;  böylece Nasrettin Hoca’nın “Ye kürküm ye hikâyesi”, yaşanan gerçekliğe dönüşmüştür.

Bir insan,  para ve makam sahibi ise itibar  görmüş,  para ve makam sahibi değilse itibar görmemiştir. Bilgi ise  hem bir değer hem de bir güç olmasına  rağmen, toplum nazarında insanı kariyer sahibi yaptığı ölçüde bir değer ifade edebilmiştir.  Güce ve makama ulaştırmayan bir bilgiye fazla  önem ve değer  de atfedilmemiştir. Nitekim günümüzde herkes,-bilgisayar ve cep telefonu sayesinde-  her şeyi bildiği (! ?) için ilmin ve ilim adamlarının değeri ve itibarı yok denecek kadar azalmış; buna karşılık “güç”, olması gerekenden daha fazla itibar ve değer kazanmıştır.  Bu nedenle “güce” sahip olmak isteyenler, anlamı ve hakikati aramaya devam etme veya çağın ihtiyaçlarına çözüm olacak  anlam ve yöntem  arayışlarını gündeme taşıma yerine; paraya, makama veya her ikisine birden sahip olma yarışına girmişlerdir. Toplum da bunlara  kavuşanları “başarılı”,  kavuşamayanları ise “başarısız”  saymış ve başarılı olmak için her yolu denemeyi  mubah sayan anlayışa da  kapı aralamıştır.

Kandırmak ve aldatmak açıkgözlülük sayılmış, kurnazlık takdirle ödüllendirilmiştir. Böylece doğruluk, dürüstlük, adalet, sadakat, emek ve çaba, büyük oranda değer olma niteliği yitirmiş, inanılan gerçeklik ile yaşanan gerçeklik farklılaştığı için birbiriyle çatışır hale gelmiştir.  Dolayısıyla inanılan gerçeklikle, yaşanan gerçeklik arasında sıkışan Müslüman,  ne yapacağını ve nasıl  davranacağını kestirememiştir.

Neticede İslam toplumu şöyle bir fotoğrafla karşılaştı ve  onunla yüzleşti.  Buna göre kimi Müslüman, inanılan gerçekliği, kimi Müslüman yaşanılan gerçekliği tercih etti; kimi Müslüman da ikisi arasında bir uzlaşma yolu aradı. Fakat ortak bir kanaate  varılamadı. Her grup, sahip olduğu din anlayışına göre din eğitimi ve öğretimi vermeye devam etti. Dolayısıyla herkes, kendi düşüncesini, anlayışını ve davranışını doğru, diğerlerininkini yanlış buldu.  Diğer  görüş ve düşüncelerde de bir doğruluk payının bulunup bulunmadığına bakmadı ve buna da ihtiyaç duymadı. Mutlak anlamda bilimi ve bilim adamlarını takdir etme yerine, kendi bilim adamlarını takdir etme çabası içinde oldu. Bununla da yetinilmedi, her grup, kendini övmeye ve yüceltmeye;  diğer grupları ve  bilim adamlarını ise  dışlayarak itibarsızlaştırmaya, hatta “tekfir” etmeye çalıştı. “İhvan” sözü, bütün mü’minleri kapsadığı hâlde, sadece kendi grup aidiyetinde olanlara söylenir oldu.  Dolayısıyla Kapitalist sistem tarafından üretilen ve Müslümanları derinden etkileyen sorunları çözmek için bilimsel  bir anlayış ve yöntem geliştirilemedi. Bu nedenle Müslüman, gelenekçilik ile geleneksizlik,  entegrizm ile modernizm arasında sıkışıp kaldı.  Genelde bir  zihniyet değişimi olmadığı için de bu sorunlara doğru ve yapıcı çözümler bulunamadı. Böyle bir  atmosferde çözüm  bulunması   zor görülüyor ve  bu zorluk nasıl  aşılır, o da bilinmiyor.  Buna rağmen insanlar, farkında olsun veya olmasın, beğensin veya beğenmesin  toplumdaki mevcut sosyal yapıların  kıskacında  yaşamaya  devam ediyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.