islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4787
EURO
36,2260
ALTIN
2.957,05
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

Hakikati Unutturulan Z Kategorisine İcbar Edilen Gençlik

Hakikati Unutturulan Z Kategorisine İcbar Edilen Gençlik
30 Temmuz 2022 11:32
A+
A-

Doç. Dr. Ahmet Dağ’ın kaleme aldığı “Hakikati Unutturulan Z Kategorisine İcbar Edilen Gençlik” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..

Gençlere dair “yakınma” kadim zamanların da mevzusudur. Genel olarak büyükler, kendi gençliklerinde neler yaptığını ve neler konuştuğunu unuturlar. Gerek bu unutuştan gerekse gençlerden beklenilen yüksek ve ideal beklentilerden dolayı büyükler, gençlerin mevcut durumlarını olumsuz olarak görürler. Kendilerinin “kocadığını” hisseden büyükler ümit besledikleri gençleri; hem ülkeyi hem de dünyayı inşa edecek nesiller olarak görürler. Eğitimciler, siyasetçiler ve ebeveynler gençlerin omuzlarına yüksek vazifeleri yüklerler. Gerek gençler tarafından yüksek beklentilerin karşılanamaması gerekse kendi büyüklerin gençlik dönemlerini unutup kendi dönemlerini ideal olarak görmeleri yakınmaların en büyük nedenidir. “Yakınma hakları” bulunmayanların yanında “yakınma hakları” bulunanların olduğunu düşünüyorum. İyi işler yapmış bilginler, devlet adamları ve sanatkarların bu hakka sahip olduğunu düşünüyorum.

Bu bağlamda Hesiodos’un yaklaşık 2700 yıl önce gençlere dair “yakınması” şöyledir;

“Günümüz gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağır başlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”

Gençlerle zamanını geçiren ve onların eğitimi ve terbiyesiyle meşgul olan Sokrates de asırlar önce gençlere dair “yakınmasını” şu cümlelerle ifade eder:

Günümüz gençliği lüksü seviyor. Davranışları kötü; büyüklerine karşı saygısızlar ve sadece lak lak etmeyi biliyorlar, büyükleri odaya girdiğinde artık ayağa kalkmıyorlar; ana babaları “ile çatışıyor, öğretmenlerine kafa tutuyorlar ve sadece tüketmeyi biliyorlar.

Yıllar sonra talebesinin (Platon) talebesi olan Aristoteles de döneminin gençliğini beğenmez ve şu cümlelerle eleştirir.

“Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar”

Bu tür “yakınmaları” ömrünün çoğunu gençlerin eğitimine ayırmış ve son anlarını onlarla geçirmiş olan Sokrates’in yapması oldukça manidar ve önemlidir. Yine çöken bir devleti ve toplumu nasıl kurtaracağını dert edinen Aristoteles gibi filozofların söylemiş olması da önemle üzerinde durulması gerekilen husustur.

Nitekim döneminin ruhunu anlamakla meşgul olan filozofların ve bilginlerin bu tür yakınmalarının ardından toplumsal ve siyasal çöküş yaşanmıştır. Milletin ve devletin geleceğine dair kaygılardan dolayı büyük bilginlerin serzenişi, tahkir etmek veya söylenmek değil dönemin ruhunu anlamak ve izah etmek içindir. Son dönemlerde gençlere dair yazılmış olan yazılara bakıldığında iki yaklaşımın esas olduğu görülür. İlk olarak gençlerin “adam olmayışı ve olmayacağı” söylemi, ikinci olarak “canım gençlere dair “yakınma” yeni bir şey değil kadim zamanlarda da vardı” şeklindeki aldırmazcı yaklaşım… İki yaklaşımın da sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. İlk önermeyi çürüten delil, gençlerle büyük işler yapılabileceğinin ispatının bizatihi tarih olmasıdır. İkincisi önerme ise meselenin doğru anlaşılmamasından kaynaklanan bir sorundur.

Kadim bilgeliğin veya bilginlerin “yakınması”, gelecek olan çöküşün öncesi olan serzenişlerdir. Yakınma veya şikâyet gibi kelimeler günlük dilde ciddi anlam kaybına uğramış olan kelimelerdir. “Yakınma”; aynı zamanda kişinin karın ağrısının olması yani kendini yıpratıcı olsa da yakmasıdır. Yakınan, aynı zamanda kendini az da olsa yakandır. Yakınma, serzeniş veya şikâyet gibi kelimeler, muhatabını tahkir etmeyen ve muhataplarının durumdan haberdar olmasını sağlayan ve bu hâl’in düzeltilmesini isteyen serzenişlerdir. Bu bağlamda kudemanın-bilginlerin gençlere dair söylemleri; gençlere nasihat edici, onların bulundukları durumu izah edici ve bu hallerin düzeltilmesi gerekliliğini ifade eder. Nitekim İmam Gazali’nin “Ey Oğul”, Kinani’nin “Ahlak Eğitimi”, Zernuci’nin Talim’ül Müteallim, İmam-ı Rabbani, M. Akif Ersoy ve Said Nursi gibi bilginlerin gençlere ilişkin metinleri nasihat verici ve ıslah edici içeriktedir.

Cumhuriyet tarihine bakıldığında gençleri eksen alarak kökleri esas alan kültür, medeniyet ve maneviyat bağlamında yazılmış olan metinlerin çok fazla olmadığı görülür. Ali Fuat Başgil’in “Gençlerle Başbaşa” kitabı ve Nurettin Topçu’nun başta “Beklenen Gençlik” makalesi olmak üzere gençliğe dair diğer makaleleri dışında özgün yazılı metinler olmadığını gençlerin “kişisel gelişim/NLP” bağlamında metinlere boğulduğu görülür. Özellikle son yirmi yılda gelişen iletişim teknolojisine karşın gençlerin varoluşlarını nasıl sürdüreceklerine dair esaslı metinlerin yazılmaması veya yazılamaması bu süreçte gençlerin fikri planda yalnız bırakılmalarına yol açmıştır.

Fikir adamlarının özellikle gelişen sosyal medya ağına yabancı kalmaları, onların da mevcut gençlere yabancı kalmalarına yol açtı. Bu yabancılaşmanın en önemli örneği; gençlere dair yapılan X, Y, Z gibi adlandırmalardır. Batı kökenli dönemsel gençlik sosyolojisini ifade eden bu adlandırmaları aynen alıp coğrafyası, geleneği, dili, dini ve alışkanlıkları farklı olan genç neslimize uyarlayan çalışmalar, aynı zamanda gençlerimizin küreselleşmenin dayatmasını kabullenerek nasıl olmaları gerektiğine dair çalışmalardır. Bu hibrit çalışmalar, aynı zamanda gençlere nasıl bir karakter olmalarına dair öğütlemelerdir. Nitekim bu tür öğütlemeler, “başarılı” ve “kariyer” sahibi olan fakat köklerinden uzak bir nesil meydana getirmiştir. Bu sürecin olumsuzluğunun bir tepkimesi olarak ortaya konulan “Dindar Nesil” söylemi veya benim ifadem ile “projesi” beklenen neticeyi vermemiştir. Nitekim yaklaşık 4 yıl önce yazdığım “Dindar Nesil versus İslami Gençlik” adlı yazımda bu söylemin sorunlu olduğunu şu cümlelerle ifade etmiştim.

…İmam Hatiplerin keyfiyetinin artması sağlanmadığı sürece oradan yetişen nesillerin daha sorunlu olacağı aşikârdır. Zira din, bütün ve kâmil yapısıyla yaşanmadığında birey ve toplumda daha büyük tahribatlara yol açabilir. Savrulma yaşamış yani metamorfoz yemiş bir neslin öğrenim gördüğü bu liselerde namaz kılma oranın düşüklüğü ve diğerlerine göre az da olsa davranış bozukluğu söz konusudur. Bu okullarda verilen eğitim ve okuyan öğrencilerin İslâm-bilim geleneği ile köklü ünsiyet geliştirdiği ve medeniyet şuuruna sahip olduğu söylenemez. Cemaatlerin yaşamış olduğu savrulmalar buna eklendiğinde “dindar nesil” inşasının zor olduğu ya da inşa edilse bile ciddi sorunlar içereceği aşikârdır. Nitekim siyaset ya da bürokrasi içerikli yapılacak oluşumlar neticesinde türeyecek olan “dindar nesil” İslâm-bilim geleneğine yabancı, medeniyet köklerinden uzak bir nesil olacaktır. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden bilgilenen, aynı zemin üzerinden kendini ifade eden ya da dünyaya söz söyleme (!) derdini gideren “trol” bir nesil tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Nitekim yapılan anket ve araştırmalar, dindar nesil yetiştirme girişiminin ters teptiğinin ve gençlerin dinden uzaklaştığını göstermektedir. Tüm asli köklerinden koparılarak deist veya agnostik (doğrusu ateist), muğlak, parçalı kimlikli, trans veya post genderist, ebeveynle ilişki bağlarını koparmış, cinselliğe ve popülizme mahkum edilmiş bir nesil karakteri meydana getirilmiştir. Yabancı kaynaklı kişisel gelişim türü kitaplar çevrilerek veya bunlardan derlenerek hazırlanan kitaplar ve makalelerle gençler illüzyona sevk edilmiştir. “Her şeyi yapabilirsin, özelsin, güçlüsün, kendini sev, başar, etkile, iyimser ol, evet de” şeklinde modern, post-modern ve kapitalist dünyaya uygun tipler yetiştirme amacı gerçekleştirilme çalışılmıştır. Yalnızlaşan, narsist, hedonist, kaygılı, öfkeli, rotasız ve sanala gömülmüş insanlık var. Bu ülkenin insanları, rotası olmayan bir geminin içerisindedirler ve arafta olmaktan kurtulamamış­lardır.

“Ben” olmaktan daha çok “bencil” olmayı tercih eden, kul olmak yerine her şeyi yapabilen bir yaratık olmayı tercih eden bir nesil peyda edilmiştir. Ne yazık ki bu tavır İslamî veya gelenekselci olduğunu iddia eden yayınevlerinin kişisel gelişim kitaplarına da sirayet etmiştir. “Güç, kariyer, başarı, karizma, kibir ve yetenek” vb. kavramlar kutsanmış, “takva, edep fazilet, sadakat ve vefa” vb. mühim kavramlar ana unsur olmaktan çıkarılmıştır.

Tüm bunlara bağlı olarak hazırcı, kendi köklerinin farkında olmadığı için bu kökleri umursamayan, farklı cinsel kimlikleri tercih eden veya bu kimlikleri olumlayan bir nesil ortaya çıkmıştır. İmaj ve kariyeri varoluşunun üzerinde tutan, medya ve kitle iletişim araçları tarafından çabuk manipüle edilebilen, siyasallaşmadığı söylenen fakat popüler siyasetin kayığına hemen binebilen, büyüklerine benzememeyi erdem zanneden kendisine biçilen Z nesli kategorilendirmesi kılıfına neliğini bilmeden bürünen bir neslin inşasının en büyük sorumlusu, sürekli yazılmış düşünceler üzerine yazan akademi dünyasıdır. Akademi ve yazın dünyasının önemli bir kısmı falancanın, filancanın düşünceleri üzerine yazmaya ara verip gençlere dair nitelikli yazılar ve çalışmalar ortaya koymalılar.

Zira hep nakarat halinde söylendiği onlar bizim geleceğimiz. Büyükler olarak onları suçlayıcı, tahkir edici ve ayar verici üsluptan kaçınıp onları anlayan ve yol gösterici yazılar yazmak konumunda olmalıyız. Yukarıda bahsi geçilen aynı yazıda ifade ettiğim gibi “Nesil yetiştirme meselesi hikmet, irfan ve ilim bağlamında büyük bir tasavvur ve çabanın düzleminde ele alınması gereken mühim bir meseledir. Yıllar hatta asırlar sonra, ilmel yakin/epistemolojik, aynel yakin/fenomenolojik ve hakkel yakin/ontolojik düzlemde bir nesil yetiştirilip yetiştirilmemesi meselesi yalnızca bizim için değil tüm in- sanlık için önemli bir mesele haline gelecektir.”

 

fikircografyasi.com/ Doç. Dr. Ahmet Dağ

 

ETİKETLER: Manşet