Susmanın bir erdem olduğunu söylediler. Suskunluğumun bana ayrı bir hava kattığını, üstümde iyi durduğunu ifade edenler dahi oldu. Ben de sustum. Yıllar yılı sustum. İçime attım çığlıklarımı. Sevinçlerimi, hüznümü, aşkımı ve bunlarla ilgili haykırışlarımın hepsini susarak yaşadım. Korkularımı da susarak atlattım diyebilirim. Duyan olmadı beni doğal olarak. Konuşacak pek çok şey biriktirdim suskunluğumda. Konuşmadığım bunca zaman iyi bir gözlemci olmaya gayret ettim. Gözlemlerimi biriktirdim. Biriktirdikçe arttı suskunluğum.
Sustukça konuşma korkum arttı. Ne acı, ne içinden çıkılmaz bir döngü bu. Kelimeler beynimin içinde arı kovanının içindeki arılar gibi dolanıp duruyor, bir çıkış yolu arıyor ama suskunluk duvarı her seferinde çıkışın önünde kelimelerimin çıkmasını engelliyordu. Kıvranıyorum. Acılarım artıyor. Konuşmam hatta haykırmam gerek. Duruyorum. ‘’ Söz gümüşse sukut altındır.’’ ilkesini hatırlatıyor iç sesim. Yine susuyorum. Altın daha cazip geliyor gümüşten. (Öyle değil mi sahi?) İçten içe bir tebessüm. Onu dahi belirgin bir gülüşe çeviremiyorum. Gülüşlerim de suskunluğuma mahkûm.
Suskunluğumu sabır giysisinin içinde göstermeye başladım bir süre sonra. Sabır, ismimle de uyum içindeydi üstelik. Daha bir fiyakalı oluyordu böyle. Ya da öyle olsun, öyle görünsün, öyle bilinsin istiyordum belki de. Kim bilir, nefsimi de okşuyor olabilirdi bu fiyakalı durum. Kendimi teselli edecek, suskunluğumu destekleyecek bir de süslü bir cümle bulmuştum : ‘’Bu kadar konuşana bir dinleyen/susan lazım.’’ Ben, hep o ‘dinleyen/susan’ olmayı seçtim ve sustum.
İçimdekileri savurmanın, anlatmanın, haykırmanın bir yolunu bulmalıydım. Yoksa beni bitirecekti hep içime atmak, hep içime akmak. Mektuplara sarıldım, bir yol olur umuduyla. Sevdiceğime, ömrüme ömür katan kıymetli eşime, nişanlıyken uzun mektuplar yazdım. Onunla ilgili hislerimi büyük bir coşkuyla yazdım. Yazdıkça rahatladım, rahatladıkça yazdım. Sonra o dönemde dostlarıma mektuplar yazdım. Kıymetli dostum; şair, yazar Mustafa Ökkeş EVREN ‘le çokça mektuplaştık. Orianna FALLACİ’den ilham alarak doğmamış çocuğuma da mektuplar yazdım yine o dönemde. Mektup yazmak suskunluğuma iyi gelmişti. Hiç kimseye gönderilmemiş nicelerini de bu süreçte yazdım. İletişim araçları çok gelişince mektup yazmayı bıraktım. Çok saçma bir nedendi bu ama bıraktım/bıraktık maalesef. Sonra… Sonra yine sustum.
Susmak beni duygusuz biri haline getirmemişti. Aksine daha hassaslaşmıştım. Okuma serüvenim de sürüyordu bu arada. Kitaplara dokunmak, onlarla dertleşmek, hasılı onları okumak terapi oluyor bana daima. Okumak, insanı çok daha duyarlı hale getiriyor, dolayısıyla ben de çevremde olan bitene kayıtsız kalmadım, kalamazdım da. Zaten o kocaman suskunluğun içinde dahi asla mümkün değildi kayıtsızlığım. Çevremde olup bitenler, yazılı ve görsel medyada okuduklarım, gördüklerim beni derinden etkiliyordu. Bir insan olarak elbette okuduğum ya da gördüğüm olaylara durumlara karşı bir duruş sergilemeliydim. Bu zamanlardaki ruh halimi Sezai KARAKOÇ’un dizeleri ile ifade edeyim:
‘’Kaç aç varsa hepsi ben
Kaç hasta varsa hepsi ben
Kaç liman önlerinde dönen
İşsiz hamal hepsi ben.’’ ( Şahdamar/ Körfez/ Sesler- Şiirler II)
Susmaya da okumaya da devam ettim. Çünkü ‘’Zor Zamanda Konuşmak’’ başkasına nasip olmuştu ki konuşmak onun hakkıydı ve ona çok yakışıyordu. O, soy ismi gibi ‘’özel’’ biri. Şikâyetçi değilim asla. O konuşmaya devam etsin biz dinleyelim. Nefesi bol olsun.
Klavyeye dokunanın kendini yazar ve şair zannettiği ve bunların sayılarının bir hayli çoğaldığı bu acayip dönemde kendimi bir şey olmuş sanmadan, suskunluğuma mektup yazmanın dışında bir çıkış yolu daha bulabilir miyim sessizce? Bulmayı umduğum çıkış yolu sonrasında birkaç yüreğe dokunabilir miyim? Acılarıma ortak olacak birileriyle kesişir mi düşüncelerim? Arayışlarım beni nereye götürür, bilmiyorum. Şu an buradan fısıltıyla, heceleyerek hatta kekeleyerek ve müthiş bir korkuyla konuşmaya çalışıyorum. Fısıltılarımı duyan olur mu? Sesim, nefesim, kekelediğim ve hecelediğim duygu ve düşüncelerim yankısını bulur mu? Sonrasında değişir miyim? Bir kendini bilmeze dönüşür nüyüm? … Sorular uzayıp gidiyor.
Her şeye rağmen bu kadar konuşanın dinleyeni/susanı olmak da güzel/di. Susmak makamında bir münzevi olarak kalmak da mümkün. Kararsızım. Susayım mı, fısıldayayım mı?
EYYUP YÜKSEL