Bir akademisyen olarak girdiğim sınıflarda öğrencilerime her zaman “Sorunuz var mı?” derdim. Bir gün yine bu soruyu sorduğumda, öğrencilerimden biri, “ Hocam, her defasında sorun var mı, sorun var mı diye, niye sorup duruyorsunuz? Siz bizim bir sorumuzun olup olmadığını bilecek ve ona göre de cevap vereceksiniz” demişti. Ben de ona; “ Evladım, burası fakülte, ben de bu fakültenin hocasıyım. Talebe soru sorar, hoca da cevap verir. Kaldı ki ben gaybı bilemem, gaybı ancak Allah bilir” demiş, sonra da onlara bunun sebebini açıklamıştım.
Senelerce önce başarılı bir bilim adamı ile yapılan bir röportaj okumuştum. O röportajda bilim adamına, bu başarısının arkasında kimin olduğu sorulmuş, o da şöyle cevap vermişti: “Başarımın arkasında annem var. Ben daha ilk okulda okurken, annem bana ‘Arkadaşların hocaya hiç soru soruyorlar mı, sen de soru sordun mu, hocan ne cevap verdi?’ der, benden anlatmamı isterdi. Daha sonra bana ‘Hocana derste sen de mutlaka bir soru sormalısın’ demişti. Ben de eve geldiğimde anneme hocama sorduğum soruyu ve hocamın da bana verdiği cevabı anlatırdım. Orta öğretime başladığımda annem bana ‘Artık hocana soru sormak yok. Hocana bundan sonra kaliteli soru soracaksın, sonra da gelip bana anlatacaksın’ demişti. Annem çoğu zaman kaliteli soru diye sorduğum soruları beğenmez, kaliteli olmadıklarını söylerdi. Ben de kaliteli soru sorabilmek için konu ile ilgili ansiklopedilere ve ilgili kitaplara bakar ve öyle soru hazırlardım. Başarımın arkasında bu uygulama bulunuyor, bunu da anneme borçluyum”, dediğini nakletmiş; daha sonra da Kur’an’dan soru sorma ve sorgulama ile ilgili bazı bilgiler aktarmıştım:
Kur’an-ı Kerim’de, “yes’elûneke/sana soruyorlar” ifadesiyle, Hz. Peygamber’e sorulan sorulara cevap verilmektedir. Bu tür sorulara verilen cevapların sayısı, on beştir. Bunlar arasında “haram aylar”, “içki ve kumar”, “infak edilecek şeyler”, “yetimler”, “hayız hâli”, “kıyamet”, “enfal”, “ruh” ve “dağlar” vardır. Ayrıca sorarak öğrenmeyi ve araştırmayı emreden ayetlerin sayısı ise on altıdır. “Sor” ve “sorunuz” emirleriyle, soru sorulması teşvik edilmekte; hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeylerin, zikir ehline/bir bilene veya mütehassısına sorulması istenmektedir. Şüphesiz bu tür soruların bir kısmı, kasıtlı ve maksatlıdır. Hz. Peygamber’in cevap veremeyeceği düşünülerek sorulmuştur. Bir kısmı da samimi sorulardır. Maksatlı soruya en güzel örnek “ruh” hakkındaki sorudur. Dolayısıyla Kur’an, sorarak öğrenmemizi istemektedir.
Hz. Peygamber’e Cebrail, sahabeden Dihye şeklinde gelmiş ve ona “İslam, iman ve ihsan nedir?” sorularını sormuş ve Hz. Peygamber de cevap vermiştir. Bu olay, soru sormak suretiyle öğrenme ve öğretme metodunu bize açıkça göstermektedir. Zira Peygamberimiz, bu gelen kişinin Cebrail olduğunu ve dini öğretmek için geldiğini söylemiştir.[1] Dolayısıyla Cebrail’in Hz. Peygamberle olan bu mükalemesinden dini öğretme metotlarından birinin de soru sorarak öğretme olduğunu anlıyoruz.
Kur’an’da sorulara dair zikredilen en çarpıcı örneklerden biri, Allah’ın ruhlara, diğeri de Hz. İbrahim’in Allah’a soru sormasıyla ilgilidir. Nitekim “Allah Ademoğullarının bellerinden soylarını alıp-çıkardı ve onlara, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sordu. Onlar da ‘Ever Sen bizim Rabbimizsin’ cevabını verdiler ve böylece Allah onları (bu ikrarıyla) kendilerine şahit yaptı”[2] ayeti, Allah’ın ruhlara yönelttiği soruyu;
“Bir vakit de İbrâhim: ‘Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?’ demişti. Allah: ‘Ne o, yoksa buna inanmadın mı?’ dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: ‘Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.’ Allah ona: ‘Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir / üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”[3] ayeti ise kulun Allaha yönelttiği soruyu simgeler.
Allah’ın ruhlara yönelttiği soru ile ilgili olarak tefsirlerde farklı yorumlar yapıldığı ve yapılmaya da devam ettiği biliniyor.[4] Hz. İbrahim’in sorusu ile ilgili yorumlarda ise müfessirlerin genellikle dört kuşun cinsi ve sembolik anlamları ile ilgilendikleri görülüyor. Nitekim bazı tefsirlerde bu dört kuşun, horoz, ördek, karga ve güvercin; bazı tefsirlerde horoz, tavus, karga ve güvercin; bazılarında ise horoz, tavus, turna ve güvercin olduğu açıklanıyor ve bunlardan her birinin de belli duyguları sembolize ettiği; mesela tavus kuşunun kendini beğenme; horozun şehvet; karganın hırs; güvercinin dünya muhabbetini temsil ettiği söyleniyor.[5] Âlûsî ise bu dört kuşun bedende bulunan akıl, kalp, nefis ve ruha işaret ettiğini; bu nedenle akıl kuşunun sevgi bıçağıyla, kalp kuşunun arzu/istek bıçağıyla, nefis kuşunun aşk bıçağıyla, ruh kuşunun ise acziyet bıçağıyla kesilmesine işaret ettiğini açıklıyor.[6]
Her ne kadar bu yorumlar sembolik bir anlam ifade etse de, “dört kuş” lafzının bu yorumları onayladığını söylemek mümkün değildir. Zira ayette olmayan bir anlamı, o ayete yüklemek, anlam bilim açısından doğru olamayan bir yaklaşımdır. Dahası dört kuşu, akıl, kalp, nefis ve ruh olarak anlamak ve bunların kesilmesi gerektiği şeklinde bir yorum yapmak, kavramın içini boşaltıp yeni anlamlar yüklemek demektir. Akıl, kalp, nefis ve ruh kesildiğinde insandan geriye ne kalacaktır? Bu nedenle bu ve benzeri yorumları sorgulamak, dolayısıyla da “Atalarımızdan gördüklerimiz bize yeter, biz onlara uyarız “[7] diyen Mekkelilerin konumuna düşmemek gerekiyor. Zira bu ayetin amacı, siyakında yer alan bilgiden de anlaşılacağı üzere “ba’sü ba’de’l mevt/öldükten sonra dirilme” yi,“ayne’l yakîn” olarak göstermek ve “ilme’l yakîn” olan imanı desteklemektir,[8] yoksa kuş cinslerinin zikredilerek bunlara bir takım sembolik anlamlar verilmesine vesile olmak değildir. Bu ayetin bize verdiği asıl mesaj da budur, fakat bu ayetten anlaşılan bir diğer mesaj daha vardır ki o da, – Allah’a da soru sorulduğuna göre- , kim olursa olsun veya makamı ve mevkii ne olursa olsun herkese soru sorula bilineceğini, dolayısıyla “gassal elindeki bir ölü” gibi olunmaması gerektiğini göstermektir. Buna fâsıkın getirdiği haberin araştırılması emri de dahil edildiğinde soruşturmanın ve sorgulamanın önemi, daha da artmaktadır. [9]
Bazı hadis kaynaklarında bir dönem sahabenin Hz. Peygamber’e soru sormaktan geri durduğu ve bunu da Mâʾide 5/101 ayetine dayandırdıkları rivayet edilmektedir. Ayette, “Ey iman edenler! (Kesin hukuki kurallar şeklinde) açıklandığı zaman size üzüntü verecek şeyler hakkında (Peygambere yerli yersiz) sorular sormayın. Çünkü Kur’an ayetleri inmeye devam ederken sorduğunuz sorular, cevaplanır ( ve zor durumda kalırsınız). Oysa Allah açıklanmayan hususları zaten bağışlamıştır. Allah Gafur’dur, Halîm’dir.” denilmektedir. Ayet, soru sorarak önceden farz olmayan bazı uygulamaların farz olmasına sebep olabileceğini, böyle bir davranışın doğru olmadığını, zira böyle bir ortamda sorulacak sorulara verilecek cevaplarla hükmün daha da zorlaşabileceğini, bu nedenle farkında olmadan kendilerini kaldıramayacakları bir yükün altına sokacaklarını, dolayısıyla da bu tür soruların sorulmaması gerektiğini hatırlatmaktadır.
Nitekim “İnsanlar üzerine o Beyt’i haccetmeleri, Allah’ın bir hakkıdır.”[10] ayeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber’in, “Allah üzerinize haccı farz kıldı” dediği; bunun üzerine bir sahâbînin, “Her sene mi ey Allah’ın resulü?” tarzında bir soru sorduğu; onun bu sorusuna Hz. Peygamber’in susup cevap vermediği; o sahâbînin sorusunu tekrar etmesi üzerine de, “Hayır, fakat ‘evet’ demeyeceğimden nasıl emin oldun, vallahi ‘evet’ desem vacip olacaktı, vacip olsaydı dayanamayacaktınız, terk ederseniz de kâfir olacaktınız. Şu halde benim sizi terk ettiğim müddetçe siz de beni terk ediniz, sizden öncekiler hep çok soru sormaktan ve peygamberlerine karşı ihtilâf etmekten yok oldular. Bir şey emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadar tutunuz. Bir şeyden yasakladığım zaman da çekininiz”[11] rivayeti de bu yorumu teyit etmektedir.
Karar verilirken soru sormanın işi daha da zorlaştırdığına dair bir diğer örnek de Hz. Mûsâ devrinde, İsrâiloğulları arasında fâili bulunamayan bir cinayetten dolayı diyet olarak kurban edilmesi gereken bir ineğin bazı özellikleri ile ilgilidir. Bakara suresinin 67-73. ayetlerinde zikredilen bu kıssada Peygambere ayrıntılı sorular sormanın uygun olmadığı yolunda birtakım uyarıların da yer aldığı görülmektedir. Dolayısıyla soru sormakla ilgili uyarıların, vahiy gelirken peygamberlere şartları ağırlaştıracak soruların sorulmamasına yöneliktir, yoksa öğrenmek ve araştırmak amacıyla soru sorulmasının Kur’an ve hadislerde yasaklanmadığı, bilakis teşvik edildiği görülmektedir. Bu nedenle soru sorulmasını arzu etmeyen zihniyetin, dinî bir dayanağı da bulunmamaktadır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Buharî, İman,1.
[2] A’raf,7/172.
[3] Bakara, 2/260.
[4] Muhammed Coşkun, Tefsir Literatüründe Elest Bezmi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 57:2 (2016), ss.97-120 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000001454
[5] Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut 2003, I/ 141; Abdürrezzak Kâşânî, Tet’vilat-ı Kâşâniyye, Ter. Ali Rıza Dosanyedi, Ankara 1988, 1/91.
[6] Alusî, Ruhu’l Maanî, Beyrut, Tarihsiz, 3/31.
[7] Maide,5/104.
[8] Hayrettin Karaman ve arkadaşları, Kur’an Yolu, Ankara 2002,1/268.
[9] Hucurat,49/6
[10] Âl-i İmrân, 3/97.
[11] Buharî, Tefsir, Suretu’l Maide.