Yıllar önce (21 Temmuz 2006) CHP Konya il teşkilatında çalışan ve aynı zamanda gazeteci olan biriyle internet üzerinden yazışmıştım. Muhatabımın sözleri beni hayal kırıklığına uğratmıştı; çünkü Türkiye’nin bir ordu devleti olduğunu söylüyor hatta bu durumu bilmediğim düşüncesiyle “Amerika’da yaşayıp yaşamadığım.” sormuştu. Daha sonra da Türkiye’yi CHP’nin kurduğunu ifade etmişti. Yani bir parti ile ordu eşitlenmiş oluyordu. O günlerde de CHP Konya milletvekili Atilla Kart, ironik bir şekilde Türkiye’nin “tek parti devleti” olma yoluna girmesinden şikâyetçiydi.
Şahit olduğum yukarıdaki çelişkinin ardından akla gelen soru şu: Nedir bu Türkiye’nin ilk dönemlerindeki “tek parti”? Bu sorunun izini Bernard Lewis’in (1916-2018) Modern Türkiye’nin Doğuşu (Türk Tarih Kurumu Yayınları) adlı eserinden sürelim:
Şubat 1925’te Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Şeyh Said (1865-1925) önderliğinde Doğu Anadolu’da bir ayaklanma oldu. Olay üzerine hükümete olağanüstü diktatörlüğe varacak yetkiler verildi. Aynı yıl, Mart ayında Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen Takrir-i Sükûn yasası dört yıl yürürlükte kaldı. Kurulan İstiklal Mahkemelerinin doğu illerinde faaliyet gösterenleri, kısa sürede yargılayıp idam edebiliyordu. Şeyh Said’in ve kırk altı arkadaşı, iki gün içinde yargılandı ve idam edildi. Mustafa Kemal’i (1881-1938) hedeflediği söylenen İzmir suikast girişimi (14 Haziran 1926) sanıklarının akıbeti de farklı olmadı. Ankara’da kurulan İstiklal Mahkemesi ise daha hızlı davranıyor ve infazı yargılama ile aynı günde gerçekleştiriyordu.
İstiklal Mahkemeleri, soruşturmalarını sadece isyancılarla ya da suikast sanıklarıyla sınırlamadı. Hukuk kurallarına ve usullerine fazla aldırış etmeksizin, Mustafa Kemal’in bütün siyasal muhaliflerine karşı kovuşturma işine girişti.
1927’ye gelindiğinde askerî, siyasî, dinî bütün muhalefet susturulmuş, sindirilmiş ve umudu kırılmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları yeni fikirlerle dolu olmakla beraber, statü ve doğası itibarıyla, yüzyıllarca askerlik ve imparatorluk tecrübesine sahip Osmanlı idareci seçkin kesiminin adamları idiler. Bu nedenle halka dalkavukluk yapmaya ihtiyaçları yoktu ve “itaat istemek ve görmek” güven ve otoritesine sahiptiler.
Bir yoruma göre Mustafa Kemal Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ayrı olarak kurulan Fethi Okyar’ın (1880-1943) Serbest Fırkası’nı “idare edilebilir” bir muhalefet partisi olsun diye kurdurmuştu.[1] Ama Okyar’ın konuşmalarının peşinden birtakım isyanlar çıktı. Kontrolden çıktığını görününce de onu ezdi. Çünkü Gazi’ye karşı mücadele imkânsızdı. Bu sıralarda kurulan iki küçük parti daha vardı ve onlarda “hükümet kararıyla” kapatıldı.
Abdullah Cevdet (1869-1932) gibi Atatürk’ün de aklına medeniyet deyince Batı geliyordu. Mustafa Kemal, “Büsbütün yeni kanunlar vücuda getirerek eski hukuk esaslarını temelinden kal etmek (ayırıp atmak) teşebbüsündeyiz.” diyordu.
Mustafa Kemal’e göre Türkiye halkının giyim tarzı nitelik olarak ulusal da uluslararası da değildi. Kastamonu ziyareti sırasında bu kanaatini kendisini dinleyen bir vatandaşın kıyafetini örnek göstererek izah etti: “Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum (eliyle işaret ederek). Başında fes, fesin üstünde yeşil bir sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu alelacaip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü?” Bu bakış açısıyla önce memurlara ardından da 25 Kasım 1925’te bütün erkeklere şapka giyme zorunluluğu getirildi ve fes giymek artık bir suçtu.
Mustafa Kemal, 20 Nisan 1931’de altı “değişmez temel ilke”yi ortaya koyduğu bir manifesto yayınladı. Daha sonra bu ilkeler, CHP kongresinde kabul edildi ve anayasaya konuldu. Bunlar günümüzde de parti flamasında altı okla temsil edilir. Manifestonun ilk maddesi “CHP; milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır.” şeklindedir.
Görüldüğü gibi tek parti uygulaması örneği Türkiye halkına pek hayırlı sonuçlar getirmedi. Günümüze gelindiğinde bir partinin uzun süre vatandaştan ilgi görmesi ve seçimi kazanması seçimin yapılmadığı TC’nin ilk yıllarına asla kıyaslanamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarına hayran olanların ikincisine karşı çıkışı çelişki değil de nedir?