Hürriyet yazarı Fuat Bol’un kaleme aldığı “Meşum (uğursuz-kötü) yıllar” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
İkinci Dünya Savaşı’na girmedik ama savaş sonrasında galiplerle (ABD) yapmak zorunda kaldığımız (!) anlaşmalar, Türkiye’yi savaşa girmekten beter etmiştir. Zira “Truman Doktrini paralelinde ‘Türkiye’ye Yapılacak Yardım Anlaşması’” ile ABD, TSK’yı silah mühimmat ve bilahare NATO ile de sevk ve idare yönüyle kendi güdümüne almıştır.
Önce ABD’den askeri bir heyet gelir, TSK’nın tüm birliklerini gezip incelerler, gerekli eksiklikleri tespit ederler. Bunun sonrasında da Amerika’nın elinde kalmış ne kadar hurda askeri araç ve gereç varsa hepsini Türkiye’ye gönderirler.
Yapılan yardım anlaşmasının 2. ve 4. maddeleri ile Türkiye’nin elini kolunu bağlarlar. Bu maddelere göre; Türkiye, ABD’den aldığı silah ve mühimmatı komünizm tehlikesi dışındaki bir durumda kesinlikle kullanamayacaktı.
İsmet İnönü’nün imzaladığı bu ve bir diğeri eğitim konusundaki anlaşmalarla Türkiye’nin geleceği ipotek altına sokulmuştur. Bunların sancılarını o gün bugün çekmekteyiz.
Yapmış olduğu anlaşmanın ilk darbesini bizzat İnönü, başbakan olduğu 1964 yılında yemiştir. Kıbrıs gerginliğinde, Sovyetler Türkiye’yi tehdit edince, ABD Başkanı Johnson, İnönü’ye bir mektup gönderir. Johnson mektubunda; Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmemesi gerektiğini, ettiği takdirde elinde bulunan ABD menşeli silahları kullanamayacağı ve Sovyetler’in müdahalesi karşısında da kendilerinin ve NATO’nun seyirci kalacaklarını ihtaren bildirdi.
Dikkat ediyor musunuz, komünist Sovyet Rusya ile savaşta bile yanımızda olmayacaklarını söylüyor. NATO’nun Türkiye’yi korumayacağını o zamandan ilan etmesine rağmen bu durumu anlamamamıza veya anlayıp da gereğini yapmamamıza ne demeli?
ABD’nin bu denli kepazeliği karşısında İnönü; “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini alır” demek zorunda kalmış lakin o dediği, o gün bugün kuvveden fiile çıkamamıştı.
Sadece İnönü değil, gelip geçen tüm siyasi liderler (darbe liderleri hariç) ABD’nin hışmına uğradı. ABD’nin yörüngesine sokulan Türkiye’nin bağımsız kararlar almasına ve kendisini bağımsızlığa taşıyacak büyük hamleler yapmasına imkân tanımadılar.
Zira bu uğurda atılan her adımın önü darbeyle kesiliyordu. İnönü’nün kendisi bile mahut mektuptan sonra alaşağı edildi (hükümeti düşürüldü).
1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda da ABD aynı melaneti işledi. NATO’nun silahlarını (Mehmetçiğin elindeki G3 piyade tüfeği dahil) kullanamayacağımızı bildirdi ve ardından ambargo uyguladı.
Aynı delikten defalarca ısırılmamıza rağmen uyanmadık ve gereğini yapmadık.
Peki, bütün bu kepazeliklere karşı bizim ne yaptığımızı biliyor musunuz? ABD’nin ‘Bizim çocuklar başardı’ dediği 1980 darbecileri marifetiyle, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne evet dedik ve başımıza bela ettik.
Bugün bile hâlâ aynı bela ile başımız dertte; ABD Meclis’inde, verecekleri F-16 uçaklarını Ege sahasında, Yunanistan’da ve Kıbrıs’a karşı kullanamayacağımızın kararını veriyorlar.
Abdülhamid Han sondaj gemisi karşısında çılgına dönen Yunanistan’ın, arkasındaki güçler marifetiyle ne denli tehlikeli oyunlara cüret ettiğine hemen her gün şahit oluyoruz.
Türkiye’nin tek çıkar yolu, kendi göbeğini kendinin kesmesi ve gerekli silah, mühimmat, araç ve gereci bizzat kendisinin üretmesi ve hadsizlere hadlerini bildirmesidir.
Türkiye’ye düşmanlarından bile fayda dokunabilir lakin sahip olduğu dost ve müttefiklerden asla!
Ne diyelim; böyle dost ve müttefikler düşman başına!