Önemli batılı sosyologlar, Modern toplumun, insanın ferdi irade ve hürriyetini en fazla baskı altına alan bir sistem olduğunu, söylüyor ve modern devletin, ilkel dönemlerdeki devlet ve yönetim sistemlerinden daha acımasız ve baskıcı bir özelliğe sahip olduğunu belirtiyorlar.
Devletin baskı aracı haline gelmesi:
Devlet, toplumun manevi şahsiyetinin temsilcisi ve koruyucu gücü olarak ortaya çıkmış ve toplumun sorumluluğunu üzerine almış bir güç olarak kitleler tarafından benimsenmiştir. Çeşitli toplumlarda tarih içinde, kişi, sınıf veya akrabalardan oluşan yönetim sistemleri gelmiş olmakla birlikte, devletin en önemli ve adil şekli, devletin adalet ve ahlak kuralları ile gerçekleşmiş ve toplum iradesinin kurumsallaşmış hali olarak kendini kabul ettirmiştir.
Bu konuda, ilahi kuralların istikametinde hüküm süren devlet şekli, mevcut devlet sistemlerinin en adaletli ve merhametlisi olarak toplumların memnuniyetini elde edebilmiştir. Yönetimin adalet ve ahlak kurallarına uymadığı zaman, ona itaat edilme hükmü, demokrasi de dahil; hiçbir siyasi sistemin ortaya koyamadığı önemli bir kuraldır. Dolayısıyla, halka dayalı olmanın en büyük güvencesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde, demokratik sistem adı altında; şirketlerin, baskı gruplarının ve hatta kişisel diktatörlüklerin yönetimler üzerinde hüküm sürdüğünü görebiliyoruz. Hatta, parti baskısı ve grup yönetimi çerçevesinde şekillenen komünist ülkelerin bile “demokrasi” kelimesini kullanması; demokratik yönetim hususunda “standart bir anlayış”ın olmadığını göstermektedir.
Kitlelerin yönetimlere bağımlılığı:
Modern toplumlarda kitleler, her ne kadar; dört-beş yılda bir yönetimlerin belirlenmesinde tercihlerini kullanıyorlarsa da, modern toplumun bireyci karakteri, kişileri toplumsal bir tercih yapma özelliğinden uzaklaştırmakta ve kütlesel bilgilendirme ve propogandaların etkisi altına sokmaktadır. İkinci bir konu ise, bazı sivil toplum kuruluşlarının insanları belli siyasi ve kültürel grupların etkisine açık bırakarak, ferdi tercih ve kararlarını kullanamamaları gibi bir gerçekle karşı karşıya getirmesidir. Belli gruplara üye olan kişiler; artık o grupların genel kanaat ve politikalarına uymaktan başka bir irade sahibi olamamaktadırlar. Dolayısıyla ferdi görüş ve tercihler, kütlesel görüşlerin etkisi altında kalmaktadır.
Özellikle bu durum, siyasi partilerin hakim olduğu sistemlerde en belirgin haline ulaşmaktadır. Siyasi partiler, belli uzman gruplar ile, ortaya koydukları program ve tüzükleri, halkın önüne koyarak, politikalarını iletmekte ve daha sonra onların oylarını alarak yönetime geçmektedirler. Yönetime geçen iktidar, halka hesap vermek gibi bir sorumluluk altına girmeyip, kendi politikasının savunulmasını ve karşı partilere karşı sert duruşunun, kendi kitlesi tarafından sürdürülmesini istemektedir. Partiyi destekleyenler de, işin mahiyetini çoğunlukla bilmeden, partinin isteği doğrultusunda onu destekleyerek; “spor takımını tutar gibi, onun “taraftarı” olmaktadır!.. Bu durum, kitlenin kendi düşüncelerini terkedip, sadece parti menfaatlerini savunması gibi kısır bir mücadele noktasına getirmektedir.
Siyaseti, kültür ve ahlakın emrine vermek:
Günümüz siyaseti, batılı parti sistemlerinin, karşı güçler mantığını sürdürerek, toplumları birbirine hasım haline getirip, bir yarış mantığı ile, taraftarların mücadelesi haline getirmiştir.
İnsanları; davranış, düşünce, irade, şahsiyet ve kültür gibi değerler ile ayırmayıp, sadece kaba bir çizgi halinde, “biz ve diğerleri” mantığı ile hareket edecek, uzaktan kumandalı bir hareket sistemine bağımlı hale getirmiştir.
Böyle bir durumda, bir partinin; iyi bir iş yapsa da, diğeri tarafından kötü ve kabul edilmez olması gibi sakat bir mantık ortaya çıkarmaktadır. Veya, bir partiye ait olan kişi; o partinin bütün fikir ve anlayışının temsilcisi gibi kabul edilmekte ve insanın şahsiyeti, kültürü ve ahlakı gibi değerlerin dışında bir “insan tiplemesi” ortaya çıkmaktadır.
Özellikle, bir toplumun fikir, sanat ve kültür adamları; artık ülkenin karar merkezlerinde, ancak siyasi partinin “uygun bulması” ile yer alıp, fikir ve projelerini sunar duruma gelmektedirler. Bu durum da, aslında bir manada, modern devletin siyasi partilerinin bürokratik ve teknokratik gücünü kabul etmeleri halinde mümkün olabilmektedir.
İşte bu durum, artık ahlak, adalet, inanç gibi faktörlerin; ancak siyasi partiye faydalı olduğu veya onun liderinin karizmasını arttırdığı oranda geçerli olabileceği gibi, hak ve ahlak ölçülerinin dışında bir sistemin geçerli olmasını sağlamaktadır. İşte böyle bir sistem; artık hiçbir değer sisteminin rahatlıkla yer alamayacağı, baskıcı ve otoriter bir yapının hakim olmasını sağlamaktadır.
Bir toplum, kendi geleceğini belirlemek istiyorsa; ahlak ve adalet değerlerinin istikametinde kurumsal yapıları ve karar sistemlerinin gerçekleşmesini sağlamak zorundadır. Bunun dışındaki her yapı, kontrollü ve keyfi bir yönetim şekli olacaktır.
Prof. Dr. Sami Şener