Yeni Şafak yazarı Ersin Çelik’in kaleme aldığı “LGBT dayatmacılarının çok korktuğu o büyük adım atıldı” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Uzun zamandır bu köşede LGBT dayatmasına karşı sivil bir tepkinin ortaya konulması gerektiğini dile getiriyordum. Neden sivil tepki? Çünkü LGBT ideolojisi, ‘sivil aktivizm’ çıkışı ve kılıfıyla bütün toplumları baskı altına almıştı. Hatta baskı sindirmeye dönüştü. Bu sindirmeyi de yavaş yavaş görmeye başladık. BM uhdesindeki Global Compact üzerinden devasa şirketleri LGBT ekosistemine dahil ettiklerini ve karşı duranlara da tedarik zincirinden çıkarma, kredi notunu düşürme gibi yaptırım hazırlığında olduklarını yine bu köşede yazdım.
Bununla birlikte LGBT ideolojisi, birçok ülkede politik bir zemine oturmuş durumda. Kanada ve Avustralya başı çekiyor. Bu ülkelerde toplum çok büyük oranda eşcinselliği artık benimsemiş. Amerika ise dayatmalar karşısında ikiye bölünmenin eşiğinde.
Rusya, Polonya ve Macaristan’ı ayrı tutarsak LGBT ile yasalar çerçevesinde mücadele eden devlet yok. Sırbistan’da halk büyük bir direniş gösterirken, devletleri taviz vermenin yollarını arıyor. Türkiye ise kapıya dayanan tehlikeyi yeni fark etti. Aslında çok geç kalındı. Şimdi anlıyoruz ki ‘İstanbul Sözleşmesi’ üzerinden çıkan ve yıllarca süren tartışmanın bu geç kalmadaki payı büyükmüş. ‘Sözleşme’den büyük bir cesaretle geri adım atılınca tepkinin nereden geldiğini, kimlerin ayaklandığını, dertlerinin “kadını korumak” olmadığını da gördük.
LGBT ideolojisi ile devletler düzeyinde mücadele etmek hiç kolay değil. Çünkü devletleri teslim alacak yönetim modellerinin devreye alınması konuşuluyor artık. Mücadele için tek yol var; toplumsal farkındalık, tepki ve direnç!
Türkiye’de de uzun zamandır etkisini gösteren dayatma ve kuşatmaya karşı harekete geçilmesine yönelik çağrılar yapılıyordu. Dikkate almamak ve kulak tıkamak mümkün değil. Çünkü insanlar, özellikle de sosyal medya üzerinden gelen dalgayı gördüler. Kendilerini değil çocuklarını, doğmamış torunlarını düşünerek artık bir şeyler yapılması gerektiğini her platformda dillendirdiler.
Dün İstanbul’da yapılan ‘Büyük Aile Yürüyüşü’ işte bu çağrıların hem sonucu ve hem de ilk adımıydı. 150 sivil toplum kuruluşunun desteği ile düzenlendi yürüyüş. Benim davetçi olarak katkı sunduğum buluşma için bir hedef konulmadı. Her kesimden, her siyasi görüşten, alanında yetkin birçok isim davet edildi. Birçoğu geldi. Ama en önemlisi anneler, babalar evlatlarıyla birlikte Saraçhane’deydi. Gençler, zekice hazırlanmış pankartlarıyla gelmişlerdi. Kimseler de taşınmadı. Saraçhane Parkı’nı bindirilmiş kıtalar doldurmadı.
Emniyetten aldığım bilgiye göre; Büyük Aile Buluşması’na 30 bine yakın insan katıldı. Program başladığı anda bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Herkes sırılsıklam oldu ama kimse alandan ayrılmadı.
Ben de hem davetçi hem de gazeteci olarak aralarındaydım. Bir de konuşma yaptım.
Toplandık, yürüdük. Muhteşem bir fotoğraf verdik. Ama en önemlisi de “bu yürüyüş yapılmasın” diye iki gündür düğmelerine basılmış gibi provokatif açıklamalar, çağrılar yapan şarkıcılara, oyunculara cevap verildi. Onların, aile yürüyüşünün yapılmaması için neden kendilerini paraladıklarının farkındaydı herkes. Saraçhane’de başlayan yürüyüşün Anadolu’ya dalga dalga yayılmasından, Türkiye’nin sınırlarını aşmasından, başka toplumlara cesaret vermesinden korkuyorlardı. Dün bu korkularıyla yüzleştiler.
Öncesinde “Nefret söyleminde bulunacaksınız” dediler. Haklı talepleri “nefret söylemi” diye saptırmaya çalıştılar. Kimse bu tuzağa düşmedi. Hiç bir açıklamada, pankartta kişiler hedef alınmadı. Üstüne basa basa “LGBT dayatmasına karşıyız” denildi ve çizgi korundu. Toplanma alanına provokatörler gönderildi, halk tahrik edilmek istendi. Bu tuzaklara da düşülmedi.
Saraçhane’den Beyazıt Meydanı’na yapılan sessiz yürüyüşte slogan dahi atılmadı. Heyecanlı bazı gençler içlerindeki haykırmak istese de yürüyüşe katılan abiler, ablalar ‘en güçlü mesaj sessizliktir’ diyerek onları güzelce uyardılar.
Peki bundan sonra ne olacak? Ya da neler yapılması gerekiyor? Görüldü işte, toplum ayağa kalkmış vaziyette. Daha da oturmaz!
Ancak LGBT dayatması ile mücadele için; yeni bir dile, söyleme, argümana ve akademik çalışmalara ve en önemlisi de toplumu bilgilendirici içeriklere ihtiyaç var. Bütün enerji bu yöne kaydırılmalı. Yeniden başlanmalı. Platformlar oluşturulmalı. Mevcutlar güçlendirilmeli. Yüksek lisans ve doktora tezleri yazılmalı. Açıkçası düğmeler en baştan doğru iliklenmeli.
Yazmaya, konuşmaya, özellikle de gençleri bilinçlendirmeye devam etmeliyiz. Emperyalizmin eşcinsellik ayağına karşı tetikte olmalıyız.
Dün büyük bir adım atıldı, bir eşik, hem de önünde korkuların olduğu o eşik aşıldı. Umuyorum ki; bundan böyle daha fazla akademisyen, daha fazla gazeteci, yorumcu bu meseleye eğilecek. Katılan herkesin ayaklarına sağlık.