islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4868
EURO
36,2376
ALTIN
2.961,79
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

“KUR’AN-BİLİM İLİŞKİSİ”NE AKADEMİK YAKLAŞIMLAR

“KUR’AN-BİLİM İLİŞKİSİ”NE AKADEMİK YAKLAŞIMLAR
24 Eylül 2022 09:24
A+
A-

“Kur’an-bilim ilişkisi”, sahası, sınırları ve  konusu, genellikle lehinde ve aleyhinde olanların oluşturduğu kısmen fikrî ve kısmen de duygusal bir zeminde ele alınıp tartışıldığı için, sağlıklı  fikrî bir zemine yeterince oturtulamamış gibi bir görünüm arz eder. Özellikle Din ve dünya ayrımının, din-bilim ayrımına dönüştürüldüğü ve teorik açıdan da olsa  dinin yerine bilimin ikame edilmeye çalışıldığı; Kur’an’da  pozitif bilimlerle ilgili olarak bilimsel ve bilgisel katkı amaçlı atıfların olmadığı; Kur’an’ın akıl ve bilim dışılıkla itham edildiği; Kur’an’ın bilimsel yönü üzerinde yapılan çalışmaların dil ve inanç açısından yanlış görüldüğü, hatta bu tür çalışmaların “Helenizm” olarak damgalandığı; buna karşılık her şeyin Kur’an’da arandığı ve Kur’an’ın bilimsel i’cazıdan söz edildiği  bir ortamda, “Kur’an-bilim ilişkisi”ni, duygusallıktan uzak, gerçekçi ve sağlıklı bir fikrî  zemine oturtmaya çalışmanın zorluğu da ortadadır. Üstelik bir de buna Kur’an muhtevasının parçacı ve alansal olarak ele alınıp parçaların bütün gibi algılanması veya Kur’an muhtevasının epistemolojik taksimindeki yetersizlik ve eksiklik  ilave edildiğinde konunun zorluğu daha da belirgin hale gelmektedir.

Çoğunluğu Kur’an’a kısmen de Hadis’e dair akademik çalışmalarda, ilkesel olarak İslam’ın bilimle çatışmadığı- bazı eserlerde  çatıştığı  da iddia edilmektedir- düşüncesinin hakim bir görüş olarak yer aldığı görülse de, konuya yaklaşım tarzı ve  uygulanan yöntem açısından akademisyenler arasında  bir  görüş birliğinin  olmadığı  görülmektedir. Daha açık bir ifade ile  akademisyenler arasında İslam ile bilimin veya Kur’an ile bilimin çatışmadığı  konusunda  her hangi bir görüş ayrılığı   olmasa da, din- bilim veya Kur’an bilim ilişkisinin  nasıllığı ve neliği  konusunda görüş ayrılıkları  mevcuttur.

Kimi  akademisyen, “din ayrı bilim ayrı”  derken;  kimi  akademisyen, Kur’an’da bilimsel i’cazın bulunduğunu savunmaktadır. Kimi  akademisyen ise sınırlı  bazı alanlarda Kur’an’la bilimin bir birliktelik içinde olduğu ve  bu nedenle de bu tür ayetleri anlamak için bilimsel verilerden yararlanmak  gerektiği kanaatindedir.

Din- bilim ayırımını  tercih eden  akademisyenlere göre bilim ile din arasında tam bir farklılık, ayrılık, bölümleşme veya kompartımanlaşma söz konusudur. Dolayısıyla bilim ile dinin alanları, yöntemleri ve amaçlan itibariyle birbirinden tamamen farklıdır.  Bunlara göre “bilimin ilgilendiği konularla Kur’an, doğrudan ilgilenmez; bilimin konuları, Kur’an’ın nüzul döneminde söz konusu olmayan olay ve olgularla ilgilidir. Kur’an’da yer alan bugünkü astronomi ve tıp bilimlerinin araştırma alanına dahil edilebilecek kimi değiniler, bilimsel veya bilgisel katkı amaçlı atıflar değil Allah’ın kudret ve azametini vurgulayan dini amaçlı atıflardır”[1]. Zira bilimsel bilgiler neticede deney, gözlem, açıklama, betimleme, analoji, endüksiyon, dedüksiyon, analiz ve sentez yöntemleri ile elde edilen bilgilerdir. Dolayısıyla dinin ve bilimin sahası ve konuları birbirinden ayrıdır. Böyle olduğu için de  aralarında bir  çatışma  da  söz konusu değildir.

Bazı akademisyenlere göre ise, Kur’an’ın bilimsel icaz’ı  vardır ve bilimin bugün bulduğu bir çok keşif Kur’an’da mevcuttur.[2]  Bu düşüncede  olanlar, fıkıhtaki delaleti zannî olan hükümlerin Kur’an’dan çıkartılması anlamında kullanılan “istinbat” terimini, Kur’an’ın bilimsel içerikli ayetlerinden gözlem ve deneye dayalı bilimsel veriler veya icatlar çıkartma anlamında kullanmak [3]  ve bunu “Kur’an’ın bilimsel i’cazı” olarak tanımlamak eğiliminde olanlardır. Fıkıhtaki delaleti zannî hükümlerin Kur’an’dan çıkartılması anlamında kullanılan “istinbat”[4] terimi ile anlam paralelliği arz eden “istihraç” kavramının kullanılmış olması da Kur’an’ın bilimsel yorumuna karşı olanlara, “Kur’an’da vardı da Batılı bilim adamları bunları bulmadan önce neden İslam âlimleri onları keşfetmedi?” sorusunu sordurtmaktadır.

Bu değerlendirmede gözden kaçan  önemli bir  nokta vardır ve o da şudur:  Müfessir, bilimsel araştırma yapan bir  bilim adamı değil, Kur’an’ı anlamaya çalışan  bir  bilim adamıdır. Müfessire göre Kur’an, iman objesinin yanında bir anlama objesidir ve görevi de Kur’an’ı anlamak ve yorumlamaktır.  Dolayısıyla konularını Kur’an’dan alarak araştırma yapma görevi  müfessirin  değil, alanlarında araştırma yapan/yapacak olan bilim insanlarının görevidir. Bu konuda bir eksiklik varsa o, bu eksiklik   müfessirlerden değil, Müslüman bilim adamlarından kaynaklanmaktadır.  Zira Kur’an, kainat ve içindekilerin niçin yaratıldığını açıklarken,  nasıl yaratıldığın araştırılmasını da Müslümanlara  bir görev olarak vermektedir. Nitekim “Gökte ve yerde olan şeylere bakın.»[5];«Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın ibtida mahlûkatı nasıl yarattığına bakın.»[6], «Başlarının üstündeki göğe bakmadılar mı? Biz onu, nasıl bina ettik ve nasıl süsledik?» [7]ayetleri,  bu görevi  ifade eden ayetlerden sadece bir kaçıdır.

Daha açık bir ifade ile  söyleyecek olursak Müslüman alimler, dinî ilimler olarak adlandırılan fıkıh, kelam, tasavvuf gibi ilim dallarında çok önemli bilgiler ürettikleri halde, İbn Sina [8] ve  bazı  bilim adamları hariç  tıp, fizik, kimya, biyoloji ve astronomi gibi tecrübî bilim dallarında aynı başarıyı gösterememişler ve bu dallarda muhtaç oldukları bilgileri tercüme vasıtasıyla elde etme yoluna gitmişlerdir. Bu nedenle İslam’ın ilk asırlarında Aristo Mantığı ve Batlamyos Astronomisi tercümeleri, müfessirler tarafından konu ile ilgili ayetlerin  yorumlarında  malzeme olarak kullanılmıştır. Nitekim geçmişte Fahrettin er-Razî, çağımızda Tantavî Cevherî  bu yaklaşımın en bariz örnekleridir.

Bazı ilahiyatçı akademisyenlere göre ise, sahaları  ve yöntemleri ayrı olsa da din ile bilim veya Kur’an ile bilim arasında bazı ortak noktalar veya konular mevcuttur. Bir başka  ifade ile  din bilim ayrılığı değil, birlikteliği  söz konusudur.  Dolayısıyla bu ortak noktalara ve konulara ilişkin ayetlerin veya bu ayetlere ait delaletlerin anlaşılmasında bilimsel verilerin bağlam olarak kullanılmasında bir sakınca yoktur. Bu anlayışa göre müfessirin görevi,  Kur’an ibarelerinden “istinbat” veya “istihraç” yolu ile bilimsel icatlar veya keşifler çıkartmak değil,  Kur’an- evren veya Kur’an-bilim ilişkisini ele alan ayetleri  ve delaletlerini daha iyi anlamak ve açıklamaktır. Nitekim  bilimsel tefsir örnekleri de bunu doğrular  mahiyettedir. Zira bu tür yorumlarda, ayetlerin bilimsel verilerle  uyumu  ele alınmakta ve açıklanmakta, fakat  bu açıklamalarda kısmen de olsa  bazı rasyonalizasyon örneklerine  de rastlanılmaktadır.

Akademisyenlerden birinci gruba dahil olanlar, din-dilim veya Kur’an -bilim birlikteliğine karşı oldukları için reaktif;  din bilim ayırımı yapmaları nedeniyle de proaktif  bir düşünceye  sahip olsalar da yazılarında ve söylemlerinde din ile bilimin veya Kur’an’la bilimin çatıştığını asla iddia etmemişlerdir. Sadece yaklaşım tarzı ve yöntem farklılığı nedeniyle dinle bilim ilişkisinin bulunmadığını savunmuşlardır.  Buna mukabil ikinci ve üçüncü grupta yer alan  müfessirlerin ve  akademisyenlerin yazdıkları eserlerde  Kur’an-bilim ilişkisini yansıtan pek çok örnek bulunmaktadır.

Din-bilim ayrımı, reel olmayan fakat zihinsel bir ayrımdan ibaret olan bir durumu tanımlar.  Bir başka deyişle bu ayırım, dini ya da bilimi nasıl tanımladığımıza ve algıladığımıza bağlıdır. Din-bilim ayrımı özü itibariyle din-dünya ayrımına (sekularizm) dayanır. Hıristiyanlık için doğru olan bu varsayım, tevhit anlayışını simgeleyen İslâm için ne kadar doğrudur?  Zira din bilim ayrımı, Tanrı merkezli bir evren anlayışından insan merkezli bir evren anlayışına geçişin sonunda ortaya çıkmış  olan bir  düşünce tarzıdır. Oysa  İslam  Dini,  Allah  merkezli  bir evren anlayışını  simgelemektedir.

Bu nedenle Din-bilim ayrımı veya akıl ötesi inanç tanımı, Batı’ya özgü bir durum iken, bunu evrenselleştirerek İslâm’ı da bu kategoriye dâhil etmek en hafif  ifâdesi ile bir tanımlama hatasıdır.  Şayet din ayrı, bilim ayrı ise bu tanım, ancak dini iman, ahlâk ve ibadete tahsis ettiğimizde  ve bunlarla  sınırladığımızda doğru olur. Böylece dinin sahası ile bilimin sahasını zihinsel planda ayırmış oluruz. Ne var ki “Din”in  ana kaynağı Kur’ân’da  böyle bir ayrımın varlığı asla söz konusu değildir.  Bir diğer ifade ile Kur’an’da din-ilim ayrılığı  ve ayırımı yoktur. Kur’an’da ilim, mücerret olarak zikredilir ve bir sıfatla da muttasıf değildir. İlimlerin tasnifi  insana aittir ve bu tasnifin içinde yer alan ilimlerden hiç biri Kur’an bütünlüğünü ve  muhtevasını da  yansıtmamaktadır. Kur’an’da   bir ilim dalı olarak fıkıh, kelam ve  tasavvufun ne  adları, ne  de  tanımları mevcuttur. Bunların adları ve tanımları bilim insanlarına aittir.   Bununla birlikte bu ilimlerin adları  ve tanımları  Kur’an’da  yer almıyor diye bu ilimlere ait   konuların ve bu konularla ilgili bilgilerin bulunmadığı söylenemez. Tıpkı fıkıh, kelam ve tasavvufla ilgili  bazı bilgiler- sayları az veya çok-  nasıl Kur’an’da mevcut ise,  pozitif bilimlere ait  bazı bilgiler de Kur’an’da mevcuttur.

Nitekim kainatın yaratılışı, rüzgarların yağmurun öncüsü oluşu, güneş ve ay ışıkları ve yörüngeleri, kainattaki denge, evrenin genişlemesi gibi kozmolojik; hava basıncı, eşyanın çift oluşu gibi fiziki; suyun hayat kaynağı oluşu, rüzgarın aşılayıcı rolü ve soya çekim gibi biyolojik; döllenme, ceninin merhaleleri, çocuğun cinsiyeti, ve kürtaj gibi jinekolojik; koruyucu hekimlik, hijyen ve beslenme gibi tıbbi bilgilerin, araç değer olarak Kuranda yer aldığı görülür.  Mesela Gazi Ahmet Muhtar Paşa, 1916 yılında yayınladığı “ Serâiru’l Kur’an” adlı eserinde,  kozmoloji bilimi ile ilgili bulduğu yetmişe yakın ayetten söz eder. Aynı şekilde bir doktor olan Karl Opıtz, “ Kur’an’da Tababet”[9] adlı eserinde Kur’an Tıp ilişkisini, tıpla ilgili, hıfzısıhha (hijyen)ile ilgili ve sağlık yasaları ile ilgili olarak üç bölümde  ele alır  ve insanın  gelişmesi, embriyo, zürriyet, gebelik, emzirme, ömür  vb. konulara temas eder.  İdeolojik bir bakış açısı ile  bu ayetlerin  görmemezlikten gelinmesi, dolayısıyla  Kur’an- bilim ayrılığından söz edilmesi, ancak Kur’ân muhtevasının tam olarak algılanamaması,  ya da ön yargı veya  kalıp yargı ile izah edilebilir.

 

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Ömer Özsoy, İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an, Ankara 1996, s.XXI.

[2] Veysel Güllüce, Bilimsel Tefsirde Usul,Erzurum,2007, s.7-10;

[3] Emin el-Hulî,Tefsir maddesi,Dairatü’l Maarifi’l İslamî,5/357.

[4] Celaleddin  Suyutî,  el-İtkan,  Beyrut 1973,2/125.

[5] Yûnus, 10/101.

[6] Ankebût, 24/20.

[7] Kâf, 50/6.

[8] Celal Kırca , Kur’an ve Bilim (İbn Sînâ’ya Göre Kur’an ve Bilim İlişkisi) ,İstanbul  1997,s.75-92.

[9] [9] Karl Opıtz, Kur’an’da Tababet ( Die Medizin im Koran), çev. Feridun Nafiz Uzluk, Ankara, 1971

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.