“Kur’an-bilim ilişkisi”, sahası, sınırları ve konusu, genellikle lehinde ve aleyhinde olanların oluşturduğu kısmen fikrî ve kısmen de duygusal bir zeminde ele alınıp tartışıldığı için, sağlıklı fikrî bir zemine yeterince oturtulamamış gibi bir görünüm arz eder. Özellikle Din ve dünya ayrımının, din-bilim ayrımına dönüştürüldüğü ve teorik açıdan da olsa dinin yerine bilimin ikame edilmeye çalışıldığı; Kur’an’da pozitif bilimlerle ilgili olarak bilimsel ve bilgisel katkı amaçlı atıfların olmadığı; Kur’an’ın akıl ve bilim dışılıkla itham edildiği; Kur’an’ın bilimsel yönü üzerinde yapılan çalışmaların dil ve inanç açısından yanlış görüldüğü, hatta bu tür çalışmaların “Helenizm” olarak damgalandığı; buna karşılık her şeyin Kur’an’da arandığı ve Kur’an’ın bilimsel i’cazıdan söz edildiği bir ortamda, “Kur’an-bilim ilişkisi”ni, duygusallıktan uzak, gerçekçi ve sağlıklı bir fikrî zemine oturtmaya çalışmanın zorluğu da ortadadır. Üstelik bir de buna Kur’an muhtevasının parçacı ve alansal olarak ele alınıp parçaların bütün gibi algılanması veya Kur’an muhtevasının epistemolojik taksimindeki yetersizlik ve eksiklik ilave edildiğinde konunun zorluğu daha da belirgin hale gelmektedir.
Çoğunluğu Kur’an’a kısmen de Hadis’e dair akademik çalışmalarda, ilkesel olarak İslam’ın bilimle çatışmadığı- bazı eserlerde çatıştığı da iddia edilmektedir- düşüncesinin hakim bir görüş olarak yer aldığı görülse de, konuya yaklaşım tarzı ve uygulanan yöntem açısından akademisyenler arasında bir görüş birliğinin olmadığı görülmektedir. Daha açık bir ifade ile akademisyenler arasında İslam ile bilimin veya Kur’an ile bilimin çatışmadığı konusunda her hangi bir görüş ayrılığı olmasa da, din- bilim veya Kur’an bilim ilişkisinin nasıllığı ve neliği konusunda görüş ayrılıkları mevcuttur.
Kimi akademisyen, “din ayrı bilim ayrı” derken; kimi akademisyen, Kur’an’da bilimsel i’cazın bulunduğunu savunmaktadır. Kimi akademisyen ise sınırlı bazı alanlarda Kur’an’la bilimin bir birliktelik içinde olduğu ve bu nedenle de bu tür ayetleri anlamak için bilimsel verilerden yararlanmak gerektiği kanaatindedir.
Din- bilim ayırımını tercih eden akademisyenlere göre bilim ile din arasında tam bir farklılık, ayrılık, bölümleşme veya kompartımanlaşma söz konusudur. Dolayısıyla bilim ile dinin alanları, yöntemleri ve amaçlan itibariyle birbirinden tamamen farklıdır. Bunlara göre “bilimin ilgilendiği konularla Kur’an, doğrudan ilgilenmez; bilimin konuları, Kur’an’ın nüzul döneminde söz konusu olmayan olay ve olgularla ilgilidir. Kur’an’da yer alan bugünkü astronomi ve tıp bilimlerinin araştırma alanına dahil edilebilecek kimi değiniler, bilimsel veya bilgisel katkı amaçlı atıflar değil Allah’ın kudret ve azametini vurgulayan dini amaçlı atıflardır”[1]. Zira bilimsel bilgiler neticede deney, gözlem, açıklama, betimleme, analoji, endüksiyon, dedüksiyon, analiz ve sentez yöntemleri ile elde edilen bilgilerdir. Dolayısıyla dinin ve bilimin sahası ve konuları birbirinden ayrıdır. Böyle olduğu için de aralarında bir çatışma da söz konusu değildir.
Bazı akademisyenlere göre ise, Kur’an’ın bilimsel icaz’ı vardır ve bilimin bugün bulduğu bir çok keşif Kur’an’da mevcuttur.[2] Bu düşüncede olanlar, fıkıhtaki delaleti zannî olan hükümlerin Kur’an’dan çıkartılması anlamında kullanılan “istinbat” terimini, Kur’an’ın bilimsel içerikli ayetlerinden gözlem ve deneye dayalı bilimsel veriler veya icatlar çıkartma anlamında kullanmak [3] ve bunu “Kur’an’ın bilimsel i’cazı” olarak tanımlamak eğiliminde olanlardır. Fıkıhtaki delaleti zannî hükümlerin Kur’an’dan çıkartılması anlamında kullanılan “istinbat”[4] terimi ile anlam paralelliği arz eden “istihraç” kavramının kullanılmış olması da Kur’an’ın bilimsel yorumuna karşı olanlara, “Kur’an’da vardı da Batılı bilim adamları bunları bulmadan önce neden İslam âlimleri onları keşfetmedi?” sorusunu sordurtmaktadır.
Bu değerlendirmede gözden kaçan önemli bir nokta vardır ve o da şudur: Müfessir, bilimsel araştırma yapan bir bilim adamı değil, Kur’an’ı anlamaya çalışan bir bilim adamıdır. Müfessire göre Kur’an, iman objesinin yanında bir anlama objesidir ve görevi de Kur’an’ı anlamak ve yorumlamaktır. Dolayısıyla konularını Kur’an’dan alarak araştırma yapma görevi müfessirin değil, alanlarında araştırma yapan/yapacak olan bilim insanlarının görevidir. Bu konuda bir eksiklik varsa o, bu eksiklik müfessirlerden değil, Müslüman bilim adamlarından kaynaklanmaktadır. Zira Kur’an, kainat ve içindekilerin niçin yaratıldığını açıklarken, nasıl yaratıldığın araştırılmasını da Müslümanlara bir görev olarak vermektedir. Nitekim “Gökte ve yerde olan şeylere bakın.»[5];«Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın ibtida mahlûkatı nasıl yarattığına bakın.»[6], «Başlarının üstündeki göğe bakmadılar mı? Biz onu, nasıl bina ettik ve nasıl süsledik?» [7]ayetleri, bu görevi ifade eden ayetlerden sadece bir kaçıdır.
Daha açık bir ifade ile söyleyecek olursak Müslüman alimler, dinî ilimler olarak adlandırılan fıkıh, kelam, tasavvuf gibi ilim dallarında çok önemli bilgiler ürettikleri halde, İbn Sina [8] ve bazı bilim adamları hariç tıp, fizik, kimya, biyoloji ve astronomi gibi tecrübî bilim dallarında aynı başarıyı gösterememişler ve bu dallarda muhtaç oldukları bilgileri tercüme vasıtasıyla elde etme yoluna gitmişlerdir. Bu nedenle İslam’ın ilk asırlarında Aristo Mantığı ve Batlamyos Astronomisi tercümeleri, müfessirler tarafından konu ile ilgili ayetlerin yorumlarında malzeme olarak kullanılmıştır. Nitekim geçmişte Fahrettin er-Razî, çağımızda Tantavî Cevherî bu yaklaşımın en bariz örnekleridir.
Bazı ilahiyatçı akademisyenlere göre ise, sahaları ve yöntemleri ayrı olsa da din ile bilim veya Kur’an ile bilim arasında bazı ortak noktalar veya konular mevcuttur. Bir başka ifade ile din bilim ayrılığı değil, birlikteliği söz konusudur. Dolayısıyla bu ortak noktalara ve konulara ilişkin ayetlerin veya bu ayetlere ait delaletlerin anlaşılmasında bilimsel verilerin bağlam olarak kullanılmasında bir sakınca yoktur. Bu anlayışa göre müfessirin görevi, Kur’an ibarelerinden “istinbat” veya “istihraç” yolu ile bilimsel icatlar veya keşifler çıkartmak değil, Kur’an- evren veya Kur’an-bilim ilişkisini ele alan ayetleri ve delaletlerini daha iyi anlamak ve açıklamaktır. Nitekim bilimsel tefsir örnekleri de bunu doğrular mahiyettedir. Zira bu tür yorumlarda, ayetlerin bilimsel verilerle uyumu ele alınmakta ve açıklanmakta, fakat bu açıklamalarda kısmen de olsa bazı rasyonalizasyon örneklerine de rastlanılmaktadır.
Akademisyenlerden birinci gruba dahil olanlar, din-dilim veya Kur’an -bilim birlikteliğine karşı oldukları için reaktif; din bilim ayırımı yapmaları nedeniyle de proaktif bir düşünceye sahip olsalar da yazılarında ve söylemlerinde din ile bilimin veya Kur’an’la bilimin çatıştığını asla iddia etmemişlerdir. Sadece yaklaşım tarzı ve yöntem farklılığı nedeniyle dinle bilim ilişkisinin bulunmadığını savunmuşlardır. Buna mukabil ikinci ve üçüncü grupta yer alan müfessirlerin ve akademisyenlerin yazdıkları eserlerde Kur’an-bilim ilişkisini yansıtan pek çok örnek bulunmaktadır.
Din-bilim ayrımı, reel olmayan fakat zihinsel bir ayrımdan ibaret olan bir durumu tanımlar. Bir başka deyişle bu ayırım, dini ya da bilimi nasıl tanımladığımıza ve algıladığımıza bağlıdır. Din-bilim ayrımı özü itibariyle din-dünya ayrımına (sekularizm) dayanır. Hıristiyanlık için doğru olan bu varsayım, tevhit anlayışını simgeleyen İslâm için ne kadar doğrudur? Zira din bilim ayrımı, Tanrı merkezli bir evren anlayışından insan merkezli bir evren anlayışına geçişin sonunda ortaya çıkmış olan bir düşünce tarzıdır. Oysa İslam Dini, Allah merkezli bir evren anlayışını simgelemektedir.
Bu nedenle Din-bilim ayrımı veya akıl ötesi inanç tanımı, Batı’ya özgü bir durum iken, bunu evrenselleştirerek İslâm’ı da bu kategoriye dâhil etmek en hafif ifâdesi ile bir tanımlama hatasıdır. Şayet din ayrı, bilim ayrı ise bu tanım, ancak dini iman, ahlâk ve ibadete tahsis ettiğimizde ve bunlarla sınırladığımızda doğru olur. Böylece dinin sahası ile bilimin sahasını zihinsel planda ayırmış oluruz. Ne var ki “Din”in ana kaynağı Kur’ân’da böyle bir ayrımın varlığı asla söz konusu değildir. Bir diğer ifade ile Kur’an’da din-ilim ayrılığı ve ayırımı yoktur. Kur’an’da ilim, mücerret olarak zikredilir ve bir sıfatla da muttasıf değildir. İlimlerin tasnifi insana aittir ve bu tasnifin içinde yer alan ilimlerden hiç biri Kur’an bütünlüğünü ve muhtevasını da yansıtmamaktadır. Kur’an’da bir ilim dalı olarak fıkıh, kelam ve tasavvufun ne adları, ne de tanımları mevcuttur. Bunların adları ve tanımları bilim insanlarına aittir. Bununla birlikte bu ilimlerin adları ve tanımları Kur’an’da yer almıyor diye bu ilimlere ait konuların ve bu konularla ilgili bilgilerin bulunmadığı söylenemez. Tıpkı fıkıh, kelam ve tasavvufla ilgili bazı bilgiler- sayları az veya çok- nasıl Kur’an’da mevcut ise, pozitif bilimlere ait bazı bilgiler de Kur’an’da mevcuttur.
Nitekim kainatın yaratılışı, rüzgarların yağmurun öncüsü oluşu, güneş ve ay ışıkları ve yörüngeleri, kainattaki denge, evrenin genişlemesi gibi kozmolojik; hava basıncı, eşyanın çift oluşu gibi fiziki; suyun hayat kaynağı oluşu, rüzgarın aşılayıcı rolü ve soya çekim gibi biyolojik; döllenme, ceninin merhaleleri, çocuğun cinsiyeti, ve kürtaj gibi jinekolojik; koruyucu hekimlik, hijyen ve beslenme gibi tıbbi bilgilerin, araç değer olarak Kuranda yer aldığı görülür. Mesela Gazi Ahmet Muhtar Paşa, 1916 yılında yayınladığı “ Serâiru’l Kur’an” adlı eserinde, kozmoloji bilimi ile ilgili bulduğu yetmişe yakın ayetten söz eder. Aynı şekilde bir doktor olan Karl Opıtz, “ Kur’an’da Tababet”[9] adlı eserinde Kur’an Tıp ilişkisini, tıpla ilgili, hıfzısıhha (hijyen)ile ilgili ve sağlık yasaları ile ilgili olarak üç bölümde ele alır ve insanın gelişmesi, embriyo, zürriyet, gebelik, emzirme, ömür vb. konulara temas eder. İdeolojik bir bakış açısı ile bu ayetlerin görmemezlikten gelinmesi, dolayısıyla Kur’an- bilim ayrılığından söz edilmesi, ancak Kur’ân muhtevasının tam olarak algılanamaması, ya da ön yargı veya kalıp yargı ile izah edilebilir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Ömer Özsoy, İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an, Ankara 1996, s.XXI.
[2] Veysel Güllüce, Bilimsel Tefsirde Usul,Erzurum,2007, s.7-10;
[3] Emin el-Hulî,Tefsir maddesi,Dairatü’l Maarifi’l İslamî,5/357.
[4] Celaleddin Suyutî, el-İtkan, Beyrut 1973,2/125.
[5] Yûnus, 10/101.
[6] Ankebût, 24/20.
[7] Kâf, 50/6.
[8] Celal Kırca , Kur’an ve Bilim (İbn Sînâ’ya Göre Kur’an ve Bilim İlişkisi) ,İstanbul 1997,s.75-92.
[9] [9] Karl Opıtz, Kur’an’da Tababet ( Die Medizin im Koran), çev. Feridun Nafiz Uzluk, Ankara, 1971