İçinde yaşadığımız dünyada müslüman olmak ve daha da ötesi müslüman kalmak gerçekten zor bir durum. Hele post/modernliğin bütün araçlarıyla kendisini gösterdiği ve askeri, siyasi, kültürel, ekonomik hakimiyetini devam ettirdiği bir ortamda müslümanlar travmatik bir teslim olmuşlukla hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Hatta yeni nesilde İslam’a olan referanslar azaldığı gibi İslam’ın bir gelecek vaadettiğine dair inanmışlığın zayıfladığı da söylenebilir.
Böyle bir durumda İslami yönelimlerin bir prestij sağlamadığı düşünülmekte, İslam ile bir gelecek projeksiyonu geliştirme konusunda isteksiz davranılmaktadır. Bunun tersi ise geleceğini Batı’da gören insanların sayısının artmaya başlamasıdır. Nitekim son dönemlerde bilhassa “maddi” sebepler başta olmak üzere farklı gerekçelerle Batı Avrupa toplumlarına doğru gitme arzusu artmış görünmektedir. Daha da ötede uluslararası göç olgusuna baktığımız zaman, Batı’nın çoğu göçmen için bir kurtuluş ümidi haline geldiği rahatlıkla gözlemlenebilmektedir.
Bu konjonktürde müslümanların önünde iki yol görünmektedir. Birincisi, post/moderniteye tamamen teslim olarak yaşam tarzını buna göre kuracak, bu ilişkiler ağı içerisinde hayatını yaşayacaktır. İkinci yol ise, müslümanların kendi paradigmaları etrafında kendi hayatlarını inşa edeceklerdir. Bu yol oldukça uzun, zahmetli ve sağlam durmayı gerektirmektedir.
Burada müslümanları bekleyen iki önemli görev bulunmaktadır. Birinci görev; ilmi (bilimsel) anlamda çok uzun süreli çaba içine gireceklerdir. Gerek üniversiteler bünyesinde gerekse sivil hayatta ilim adamları, entelektüeller, düşünürlerin nasıl bir inşa yapacaklarını sürekli tartışmalar geliştirmelidirler. Burada özellikle tarafgirliklerin doğruyu arama cehdini boğmaması gerekmektedir.
Fakat bu noktada ciddi noksanlıklar görünmektedir. Özellikle gündelik pratikler ile ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel hayata baktığımız zaman karşılaştığımız sorunları halletme biçiminin temeline bir felsefe (ilke, bakış açısı vb.) yerleştirilmiş değildir. Daha çok anlık çözümlerle günler atlatılmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan entelektüalitenin ve entelektüel tartışmaların toplumdan giderek çekildiği hissedilmektedir. Halbuki bu tartışmalar olmadan siyaseti, ekonomiyi, kültürelliği sağlıklı bir zemine oturtmak çok mümkün görünmemektedir. Meselâ; sonuçlarından bağımsız olarak söylemek gerekirse, Jürgen Habermas’ın hayatını “kamusal alan” gibi modern zamanların sorunları üzerine adamıştır.
Bugün müslümanlar içinde yaşadıkları dünyanın çoklu sorunları ile uğraşmaktadırlar. Tüketim, mahremiyet, kamusal alan, küreselleşme, faiz, adalet vb. bunlardan sadece birkaçıdır. Öncelikle ilim adamı/entelektüellerimizin bu sorunları nasıl halledeceklerine dair kendi ülkelerinin gerçeklikleri ve paradigmaları etrafında sürekli tartışma üretmek durumundadırlar. Şayet İslam’ın evrensel yani tüm insanlar ve zamanlar için geçerli olduğunu düşünüyorlarsa, bugünün derinleşmiş travmatik sorunları karşısında onlara cevap üreten, bir hayat inşa eden konumda olmalıdırlar.
Dünya ölçeğinde mevcut hakim paradigmaya karşı direnç gösterebilecek yegane bakış açısının İslam olduğu belki gelecekte daha iyi anlaşılacaktır. Müslümanların şu an içinde bulundukları durum, ümitsizliği artırsa da bu ümitsizlikten kurtulmanın yegane yolu ilmi yaklaşımların ciddi bir zemin oluşturmasından geçmektedir.
Böyle bir zemini kurabilmek ciddi adım ve atılımlarla mümkün görünmektedir. Birincisi, özellikle genç neslin tüm geleceklerinin İslam’la mümkün olacağına inanmaları sağlanmalıdır. İkincisi, ciddi bir eğitim sistematiği oluşturulmak durumundadır. Üçüncüsü, gereksiz tartışmalardan uzaklaşarak müslümanların en temel ihtiyaçlarının çalışma ve özellikle ilmi çalışmalar olduğu vurgulanmalıdır. Referanslara güvensizlik ve Batı’ya öykünme ikincilleşmeyi kabul ederek Batı hegemonyasına boyun eğmek anlamına gelecektir.
Prof. Dr. Mustafa TEKİN
İstikbalin ve anın sorunlarına çözümün islamda olduğunu ortaya koyabilmek için İslamı iyi bilmek gerekiyor.
İslamın üstün nizam olduğuna ve gerçek çareler üreteceğine inancımız tam olmalı.
Artık gerek içeriye gerekse dışarıya karşı yapıyormuş gibi hareket etmeyip itirazsız argumanlarımızı ortaya koymalıyız.