İslam’a, tarihin belli bir döneminden sonra, onun aslıyla örtüşmeyen bir takım bagajlar yüklenmiştir. İslam’a giren değişik din ve ırklar, önceki inançlarından bazılarını İslam’a taşımışlardır. Daha doğrusu yaşamaya başladıkları yeni İslamî hayatlarına, eski dinlerinden bazı kalıntıları da transfer etmişlerdir.
Bunlar, ibadet özelliği taşımayan ve dinin mubah alanlarına giren örf ve âdetlerle ilgili ise, bir problem oluşturmamaktadır. Fakat ibadet alanına giriyorsa, bunlar bidat kategorisinde değerlendirilir. Çünkü ibadetin yeri, zamanı ve şekli Allah ve Rasülü tarafından kesin çizgilerle açıklanmıştır. Hiçbir kimsenin bunları değiştirme, artırma ve eksiltme yetkisi yoktur.
Türkiye’de her sene “dinin kesin bir emri ve fıkhî bir gereklilikmiş” gibi kutlanılan özel geceler, aslında İslam’ın iki ana kaynağı olan Kur’an ve sünnet tarafından -Kadir gecesi hariç- “kutsal” ilan edilmemiştir. Kandil geceleri diye bilinen bu geceler; Mevlid, Regaib, Mirac, Beraat ve Kadir geceleridir.
Osmanlılar döneminde II. Selim zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için bu gecelere “Kandil Geceleri” denmiştir. (Nebi Bozkurt, “Kandil”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.24, s.300)
Geleneğe sıkı sıkıya bağlı olup sorgulamadan taklit eden, hep aynı şeyleri söyleyip yapan kardeşlerimiz kusura bakmasın, bu gecelerle ilgili abartılı ve uydurma rivayetler, özellikle tasavvufî eserlerde yer alır. Mesela Regâib gecesiyle ilgili olarak Hz. Peygamber’in bu gecede ana rahmine düştüğü, Receb ayının ilk perşembe günü oruç tutup gecesinde Regaib namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivayetlerin asılsız olduğu, hadis âlimlerince belirtilmiştir. İbnü’l-Cevzî, Regaib orucu ve namazıyla ilgili hadisi hicrî 414 (miladî:1024) yılında ölen sûfî Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam’ın uydurduğunu ve hadisin başka hiçbir kaynakta geçmediğini belirtir. (İbnü’l Cevzî, el-Mevzûât, II, 47).
“Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse Cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38) mütevatir hadisine rağmen sûfî geçinen bu çakma âlim, hangi cüretle böyle bir ibadet şekli uydurur, orası da ayrıca düşünülmesi gereken bir garâbettir. “Cahil sofu dine zam yapar, modernist de dinden ıskonto yapar” diye boşuna söylememişler.
Regaib gecesinin ilk defa kandil olarak kutlanmasına ise Kudüs’te hicrî 448 (m/1056), Bağdat’ta hicrî 480 (m/1087) yılında başlanmıştır.
İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regaib kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın, dine bidat sokma anlamına geleceğini ifade etmişlerdir. Resûl-i Ekrem tarafından genel olarak bid‘atların yasaklanmasının yanı sıra (Buhârî, Sulh, 5), cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını (Müslim, Sıyâm,147-148), bu sebeple Regaib günü ve gecesinde belirlenmiş, o geceye özgü uydurulmuş ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmiştir. (TDV İslam Ansiklopedisi, c. 34, s. 535)
Kadir gecesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de “Kadir suresi” adıyla müstakil bir sure bulunmaktadır. Bu surede Allah-u Teâlâ, Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Fakat bunun da Ramazanın yirmiyedinci gecesi olduğuna dair kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Peygamberimizin (s.a.v), mü’minlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününün tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur.
Kadir gecesinin ihyası ile ilgili olarak Peygamber (s.a.v)’den bir dua haricinde herhangi bir ibadet tavsiye edilmemiştir. Fakat Âişe validemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz Ramazan ayında, diğer aylara oranla ibadetlere odaklanır, ayrı bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise Mescid-i Nebevî’de itikâfa çekilirdi. (Buharî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5, Müslim, Îtikâf 8, (1175); Ebu Dâvud, Salât 318).
Bir gün Âişe validemiz, Peygamberimize (s.a.v); “Ey Allah’ın elçisi! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam o gece nasıl dua edeyim?” diye sormuş, Peygamberimiz de ona:“Allahım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet” duasını oku” buyurmuştur. (Tirmizi, Daavât, 84)
Beraat gecesinin fazileti ile ilgili olarak da Peygamberimizden nakledilen birkaç hadis bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesinde bu gecede Allah’ın dünya semasına tecelli edeceği, Kelb kabilesinin koyunlarının kılları adedince insanı bağışlayacağı ve kendisine edilen tüm duaları kabul edeceği anlatılmaktadır. (Tirmizi, Sıyam, 39; İbn Mace, İkamet, 191) Bu hadise, kitabında yer veren İmam Tirmizi ve onun hocası İmam Buhari başta olmak üzere birçok âlim, bu hadislerin isnatlarında problem bulunduğunu, dolayısıyla hadislerin zayıf olduğunu ve bunlarla amel edilemeyeceğini belirtmişlerdir. (Bkz: Tirmizi’nin Sıyam, 39′da bu hadisten sonra yer alan açıklaması ile Muhammed Fuad Abdulbaki’nin İbn Mace, İkamet 191′de yer alan açıklamaları).
Müfessirlerden Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Berat gecesinin fazileti hakkında bir tek sağlam hadisin bile gelmediğini, dolayısı ile bu konu ile ilgili olarak hadis diye dolaşan sözlere itibar edilmemesi gerektiğini söylemektedir. (Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. 4, s. 1678, Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)
Gerçekten de Peygamberimizin ve sahabe-i kiramın mescitlerde bu geceyi ihya etmek için toplandığı, özel dualar ettikleri, bugün özellikle ülkemizde olduğu gibi bu geceye has namaz kıldıkları şeklinde tek bir rivayet dahi gelmemiştir.
Müslümanların cuma ve bayramlar dışında bazı gün ve gecelerde dinî-tarihî olayları hatırlayarak heyecanlarını tazelemeleri ve bu münasebetle bazı etkinliklerde bulunmaları tabiidir. Ancak doğruluğu sabit olmayan veya uydurulan rivayetlere dayanan bazı ibadet şekillerini ortaya koymak kabul edilemez. Dinî hayat süreklilik ve kararlılık isteyen zihnî ve kalbî bir yatkınlıktır. Yılın birkaç gün veya gecesinde dinî hayatı yaşayıp belli davranışları tekrarlamak dindar olmanın dünyevî ve uhrevî sonuçlarını doğurmaz. Bu açıdan bakıldığında kandiller münasebetiyle gösterilen faaliyetler doğrudan İslâm’ın bir emir veya tavsiyesi değil çeşitli müslüman toplumların gelenekleri konumundadır. Dolayısıyla kandil kutlamaları, dinin özünde değil, halkın örfünde mevcuttur.
Dinini ciddiye alan ve hayatlarını Hz. Peygamber’in sünnetine göre yaşama azmi içinde olanlar, “Ne olsa gider” postmodern hurafesine iltifat etmeden her günü nasıl yaşıyorlarsa öyle yaşamalıdırlar. Çünkü İslam’da toplu günah çıkartma gün ve geceleri yoktur. İbadetlerde aslolan, az da olsa devamlı olanıdır. Ölüm gelene kadar Allah’a her gün ve gece kesintisiz ibadet etmekle sorumluyuz (Bak:Hicr:99). Bunu belli gün ve gecelere indirgeyemeyiz. Modelimiz olan Rasûlullah’ın hayatında bulursak alırız bulamazsak, Allah ve Rasûlünden rol çalarak yeni ibadet gün ve geceleri icat edip ve bunlara özgü ibadet türleri uydurarak paralel bir din ortaya koyamayız. Bu, hakkımız da değildir, haddimiz de… Çünkü bu durum, İslam’ı; doğuş tabiatına uygun olarak bir “pratiği olan hayat dini” olmaktan çıkarıp, “mübarek gün ve geceler dini” haline getirmektir. Sonuç olarak bu da bizi, papaz gibi bir imam, İncil gibi bir Kur’an ve Hıristiyanlık gibi bir İslam anlayışına götürür.
Dolayısıyla din adına yapılan her şeyi, kendi tabii sınırları içinde ele almak, ne artırarak ne eksilterek, Kur’an ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından nasıl tebliğ edilip öğretilmişse, o kadarıyla almak gereklidir. Allah ve Rasûlü’nün verdiği kıymete kanaat etmek zorundayız. Sahabe bu dini nasıl anlamış, neler yapmış, bizler nasıl anlıyor neler yapıyoruz, mukayese etmeliyiz. Aksi halde kendi ellerimizle dine müdahalede bulunmuş, işimize geldiği veya hoşumuza gittiği gibi dinde bazı ilave veya eksiltmelerde bulunmuş oluruz.
Toplumumuzda yalnızca Cumadan Cumaya, Kandilden Kandile, Bayramdan Bayrama camiye gidip namaz kılma alışkanlıkları doğdu. Tabiri caizse “günah çıkarma” günleri icat edildikten sonra “Beş vakit namazı kılmak, Müslümanlığın Lüksü” haline getirildi. Beş vakit namaz kılmayan değil, kılan ilginç karşılanıyor.
Sonuç olarak deriz ki: Bu kutlamalar kesinlikle İslam’ın bir emri veya bir tavsiyesi değildir. Müslüman toplumlar tarafından ortaya çıkarılmış ve gelenek haline gelmiştir. Kandil gecelerini kutlayan her toplum da kendi kültüründen bir şeyler eklemiş ve böylece bu geceler gelenekselleşmiştir, o kadar. Gerisi lâf-ı güzaf.
Musab SEYİTHAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Allah razı olsun, bunları daha geniş çaplı duyulacak yerlerde dile getirmek lazım.