İnsan iki temel tutuma sahiptir. Üçüncü tutumlar her zaman ilk iki tutumdan birine yönelik bir yaklaşımın içinde yer alır. İnsan ya cimridir ya da cömerttir. Tutumlu olmak bunu üçüncü şık yapmaz. Tutumlu olmak, cömert olmaya mani değildir. Savrulmaya yönelik geliştirilmiş bir yaklaşım biçimi olarak yorumlanmalıdır. Yani tutumluluk, cömertliği savurganlık ile karıştıranlara yönelik geliştirilmiş bir tepkiselliğin sonucu oluşmuş bir yaklaşım biçimidir. Tutumluluk, cömertliğin kişinin kendi sorumluluğunda olanların haklarını zayi etmeme ile ilişkisi bağlamında da ele alındığı zaman, hakiki yerine oturur.
Cimrilik, kişinin, kendisinden başkasını düşünmeden yaşamını sürdürme çabasının dışa vurumudur. Cimrilik ile bencillik eş değer kavramsallaştırmalardır. Bencillik, cimriliğin dışa vurumudur. İnsan kendi bencilliğini aşamadığı sürece başkasına yönelik yapılacak bir iyiliğin de varlığını görmezden gelecektir. Cimrilik, salt bir ekonomik tutum değil, bilakis, metafizik/kelami bir tutumu da içerir. Kazandığı şeylerin kendisine ilahi bir armağan olduğu bakışını unutan, görmeyen, görmezden gelen her kişide cimrilik bir kimlik olarak öne çıkar. Çünkü başkasına vermenin bir karşılığı ve anlamlılığı oluşmamıştır. Vermesinin bir tek nedeni olacaktır: o da kendi çıkarına olduğu sürece verilmesi düşüncesidir. Bu da vermenin veya vermemenin salt ekonomik bir yaklaşım değil, ahlaki, düşünsel ve metafizik yaklaşımı da içerdiğini açıkça gösterir.
Cömert kişi, salt kendisini düşünmeyen, başkalarını da düşünmeye ekleyen kişidir. Bu dünyada yalnız olmadığını bilen, başkalarının varlığının kendi varlığı açısından bir değer ve anlamlılık taşıdığı gören, bilen ve idrak eden biri, sahip olduğu şeyi paylaşıma açarak kendini gerçekleştirme zeminini kurar. Kuran, ‘en güzel sözü tasdik eden ve veren’ diyerek vermeyi, en güzel sözü/vahyi tasdik etmeyle özdeş kılmaktadır. Leyl suresinde geçen bu ayetin devamında ise; ‘En güzel sözü yalanlayan ve cimrilik eden’ diyerek verme ve vermeme olayını iman etmeyle birebir ilişkili bir bağlantıya sahip kıldığını belirten vahyin emirlerini görmekteyiz.
İman eden, cömert olandır. İnkâr eden ise cimrilik edendir. İnkâr edenin parasını dağıtması ise başka sebeplere binaendir. Eğer inkâr eden sahici bir verici durumuna yönelirse zaten iman gelip onu bulur. Burada sakınmanın ve vermenin hangi ilkeler üzerine olacağına dair bir bakışın ipuçlarını görmekteyiz. Vermenin ve sakınmanın tek ilkesi vardır: Allah’ın ver dediğine vermek, verme dediğine ise vermemektir. Bu da iman ilkesi içinde mevcuttur. İlahi emir ve yasaklara uymanın akide ilişkisini belirtmeye gerek yok sanırım…
Bugün cimriliğin/bencilliğin bu kadar sağlam bir toplumsal zemine sahip oluşunu neye bağlamalıyız? İşte insanların sahip olduğu sosyal düşünceye, insanın kendi tanımına ve bu tanıma dayalı olarak kuracağı ilişkiler ağının anlamına bakılarak bu soru cevaplandırılabilir. Burada temel nokta ise mülkün kime ait olduğu bakışıdır.
Modern düşüncede mülk kişinin kendisine aittir. Ve bu mülkte kimsenin hakkı yoktur. Mutlak bir sahiplik duygusunun oluşturduğu yapıda kişinin kendi malını kendi çıkarı olmadan vermesi muhal olur. Ki modern batıda bugün zaten işler böyle yürüyor. Herkes kendi harcamasını kendisi yapar. Başkasına bir yardım yapmanın anlamsızlığı yüzünden genelde bu mesele devletin sosyal politikalarına bırakılmıştır. Sosyal refah devleti kavramının içeriğinde de bu temel gerçeklik saklı bulunmaktadır. Yani kişilerin birbirlerine yardımı yerine devlet kurumunun bu yardımı üstlenmesi gerekli bir olguya dönüşmüştür. O yüzden yere düşen birini kaldırmak için polisin çağrılması, hastalanan birinin götürülmesi için ambulans çağrılması, cenazelerin kaldırılması için yakınlarının gelmesini beklerken günlerin geçmesi de normalleşmiştir.
O zaman şunu rahatlıkla diyebiliriz ki modern insan cimri insandır. Bu cimriliğini ise anlam dünyasından almaktadır. Yani cimriliği metafiziktir/kendi metafiziklerine dayanmaktadır.
Müslüman ise cömert olandır. Bugün Müslümanların bir kısmının cömert olmayışı, imanlarının eksikliğinden/zaafından kaynaklanmaktadır. Çünkü cömert olmak, iman etmenin temel kuralıdır. İman ise mülkün Allah’a ait olduğunu belirtmektedir. Kişiye verilen her mal, ilahi bir bağışın sonucudur. Kişinin kendisine ait bir malı yoktur. Çünkü Mülk Allah’ındır. Mülk Allah’a ait ise o mülkü Allah kime ver demişse mümine düşen o malı o kişiye vermektir. Burada bir muhayyerlik yoktur. İmani bir ilke bağlamında…
Mümin, yakın akrabalarına, yoksullara, yolda kalanlara ve ihtiyaç sahiplerine, yetimlere vermekle yükümlüdür. Elinde günlük rızkının dışında kalandan dağıtır. İnfak etmek, iman etmenin sosyal prensibidir. Bu sosyal prensibe göre, kişi, zengin olduğunda; bakmakla yükümlü olduğu kişilere, yoksullara, yolda kalanlara, yetimlere ve ilim talebi ile ilahi rızaya ulaşma yolunda çalışmaya ara verenlere yardım eder. Yardım ettiği kişilere ise ‘bir üstünlük taslama’ kibrine sahip olamaz! Çünkü vermenin altın kuralı ‘beklentisiz’ olmaktır. O yüzden iyiliği başa kakanlara yönelik sert eleştiriler vardır.
Demek ki cimri olmak ve cömert olmak hangi dünya görüşüne bağlı olduğunun da göstergeleridir. Böylece biz şunu anlamış oluyoruz ki; herhangi bir davranışın dünya görüşünden bağımsız olması muhaldir.
Abdulaziz Tantik