Meydan okuyucu bir çağın tekno-dijital çoklu kimliklerine bürünmüş insanı kendisine “yeni bir insan türü” olarak şahsiyet kazandırma yolundadır. Bu yeni insan türü, dijital alem açsından akışkan, geçmişi kesici ve ezici olmak adına daima gelecek planlarında üstünlük hevesinde ve son derece sağlık dahil her bakımdan “dayanaklı olmak” istemektedir. Siber varlık, akışkan zihin, araç beden, makine insan, tekno-beyin gibi isimler, bu tür insan tipini yapılandırıcı formları ele vermektedir.
“Akışkan modernlik” de denen bu çağ için nüfuz edilemeyecek bir coğrafya, ulaşılamayacak bir bilgi öğrenilemeyecek bir kültür, tecrübe edilemeyecek bir pratik yoktur. Bu devirde hiçbir şey uzakta olmadığı gibi her şey de elde edilebilir bir seviyededir. İnsan için her şey gibi din de “tüketim endüstrisinin odağı ve konusu olmaktadır. Artık bireyler için din açık büfeye serilmiş ve din, tercih edilmeyi bekleyen, kalbe iyi gelen duaların, akla şifa olan ayetlerin, diz ağrılarına derman olan ritüellerin de ötesinde kişiye, zihniyetine, kültürüne, bilgisine, arayışına göre değişebilen çoklu din formlarına dönüşmüştü. İlah anlayışları bile açık büfeye uygun hale getirilmekte, seküler ilah, insani ilah, babacan ve sevecen ilah, kişisel ilah, agnostik ilah, yaşam ilahı gibi tipolojiler üretilmek istenmektedir. Din, postmodern insan için temel yaşam gereksinimlerini tedarik edici, seçilmiş öznel bilgiler sağlayıcı, yakın çevre eğlencesi veya dar yakınlarla tatil gibi hizmetler gibi postmodern dindarlar için “bir endüstri” haline gelmektedir.
Bu dönemde klasik dini görüngüleri/fenomenlerin (bilhassa diyanet, cami, cemaat, ümmet gibi mega dini yapılar) eskitilmek istenmekte, her olumsuz dini eylemin asıl suçlusuymuş gibi “kriminalize edilmekte” değersizleştirilip önemsizleştirilmek istenmekte veya değersiz imaj ve çağrışımlar ile “zihniyet haritasında” yanlış yere yerleştirilmekte, kayıtsız kalınacak hatta agnostik şartlara uygun hale getirilecek bir ortama doğru sürüklenmekte ve ortaya Postmodern dindarlık denen bir dindar tipi türetilmektedir. Post-seküler dönemde klasik din kavramı yok olmamakla beraber sürekli kontrol altına alınarak güncellenerek dindarın zihin dünyasına uygun apayrı farklı maneviyat formları ve bunlara uygun tanrı tipolojileri yaratılmak istenmektedir.
Artık ideolojiden çıkıp duruma dönüşen postmodernitenin bir gereği olarak açık büfeye serilen din ve unsurları, sürekli bir değişim içinde, kutsalları dahil eleştireye ardına kadar maruz, alabildiğine nispileştirilmiş hakikat kırıntılarına çevrilmiş ve aşırı bencilleştirilmiş “tercihler” haline sokulmaktadır. Postmodern toplumlarda klasik dine de yaşam vardır ama sadece kötü örnek olarak sohbetlerin ana odağı, hiyerarşik metafizik nihilizmi veya ruhban tekelciliği ve sadece veri tekelciliğinin hazin sonu olarak “patalojik bir kadavraya” dönüştürülmektedir.
Din daha da üst perdeden, dinlerüstü bir form kazanmakta açık büfe çeşnilikleri artırılmakta belli bir sınırları olan, kitabı olan, kültürel havzanın veya felsefi sistemin bir parçası olmaktan çıkmış kozmik boyutlar kazanmaktadır. “Ait olmadan inanma”, “cemaate katılmadan ibadet”, “peygamber olmadan Yüce Varlık ile her istediği anda iletişim kurabilme” gibi yeni dini ibadet algıları öne çıkmaktadır.
Aslında Postmodern rasyonel eleştirel insan, “açık büfe din” anlayışıyla farklı inanç sistemlerini kültürler olarak görebilmekte, işine gelenlerle kaynaşmakta, tiksindirici bulup uzaklaşmakta ya da değişik ve kendi ruhsal fizyolojisine uygun olan, ruhsal mizacına hoş gelenleri alıp en yerelinden en evrenseline kadar senkretik açıdan farklı dini unsurları bir araya getirip dilediğince karıştırıp “kendine göre” sentetik din formları yaratma peşine düşmektedir. Zihnen diğer zihinlerle geçişler yapabilen, fikrini sentetik hale getiren, inancını bir inançlar yumağına kolaylıkla dönüştürebilecektir.
Bu açıdan bakıldığında açık büfe maneviyat, zorunlu inanç ve ibadetlerin ötesinde algılanabilen en sade veya en spontane yerlerde karşımıza çıkabilen “yalın bir karar”, “ani bir tercih” ya da “kendiliğinden gelişen bir seçim” haline gelmektedir. Açık büfeden derlediği fikir ve inançlarla maneviyatçı insana göre geleneksel, yapısal ve mezhepsel dinin zorunlu olan tüm yükümlülükleri artık geride kalmış ve postmodernitenin şartlarına uygun olarak tüm dini meta-anlatıları yerle bir edilmiştir.
Sonuçta “açık büfe din” artık bir korkutucu, kutsallık verici, müjdelerini bile uyarıcı veya sürekli tekrarlayan bir hatırlatıcı olmaktan çıkmış; tüm olgularını homo ludens (oyun insanı) haline gelen insanın, özel bedensel eğlendiricisi veya ruhsal tatmin aracı haline dönüşmüştür. Bu insanın arayış içinde olduğu ilah fikri de doğal olarak “kendi eğlence dünyasına” uygun olarak kafasında oluşturmuş olduğu Deo Ludens, Oyun Tanrısı’ndan başkası değildir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI