Uşak Adliyesi’nin bodrum katında kalorifer sistemi bulunmadığı için nezarethanesi oldukça soğuktu. Zemheri kışında tarihler 30 Aralık 2016’yı gösterirken sabah saat 09.00’dan gece saat 24.00’e kadar bu mekânda, sürekli dua ve zikir cümleleri eşliğinde, her an için savcı ve hâkim karşısına çıkmayı umarak bekletildim.
Sanki savcı savcıydı, hâkim de hâkim!
Nihayet saat 24.00 gibi 31 Aralık’ın ilk dakikalarında Hâkim karşısına çıkabildim. Genel sekreterim Adil KARAMAN ve şoför kadrosundaki çalışanımız Oğuz CEYLAN da oradaydı.
İşlerini mümkün olduğunca sezdirmeden ve kolaylıkla görebilmek için hafta sonu tatilini beklenmiş olsalar da gece yarısına kadar beklemenin ne anlamı vardı? Dedim ya mantık devre dışıydı ve hiçbir şey artık hayatın olağan akışına uygun gitmiyordu.
Psikolojik aşağılama ve sindirme amaçlı garezine 15 saat kadar bu soğuk mekânda kilitli olarak tutmuşlardı.
Ayağa kalkın uyarısının ardından Hâkim salona girip yüksekçe bir kürsüye oturdu. Önündeki dosyayı sayfa sayfa hızlıca baştan sona çevirdikten sonra Emniyet KOM’da sorulan iddiaları okuyarak bu iddialara ne diyorsun dedi.
İçimden Hz. Musa(as)’ın duası olan “Rabbim göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimdeki bağı çöz ki sözlerim anlaşılsın” (Taha 25-28) ayetini tekrarladıktan sonra hâkime, kolluktaki savunmamı aynen tekrar ettiğimi ifade ettim.
Arkasından üniversitedeki icraatlarımdan bahsettim. Uşak Üniversitesinin başarısının bütün Türkiye’de ve özellikle Ankara’da iyi bilindiğini ve takdir gördüğünü, tamamlamamız gereken pek çok kritik projemiz olduğunu bunların önünün kesilmemesi gerektiğini örmeklerle anlattım. Yoksa kaybedenin Uşak ve ülkemiz olacağını ifade ettim.
Bütün bu hadiselerin 2015 yılı rektörlük seçimlerinde destekledikleri adayın değil de şahsımın yeniden atanması dolayısıyla hazımsızlık yaşayanların benim ismimi lekelemek için yaptıkları bir tertip olduğunu anlattım.
Hâkim diğer sanıkları da dinledikten sonra karar için ara verdi. Duruşma salonunda tanımadığım 5-6 kadar dinleyici bulunuyordu. Bunların bir kısmı sivil polismiş. Dinleyiciler, ifadelerimden ve hâkimin gösterdiği tepkilerden dolayı bana “Hocam, seni serbest bırakacak.” dediler.
Hâkim kararsızlık yaşıyor olacak ki bir türlü gelmek bilmedi. Verilen ara uzadıkça uzuyordu. Sonunda gelip elindeki yazıyı hızlı bir şekilde okumaya başladı: “Adil KARAMAN’ın tutuksuz yargılanmasına, Oğuz CEYLAN ve Sait ÇELİK’in tutuklanmasına” diyerek koşar adımlarla duruşma salonunu terk etti.
Mizansen gereği gözaltına alındığı söylenen Genel Sekreterimin Avukatı, ona doğru yaklaşarak “Hâkimi yukarıdan arattık” dedi. Bu kulaklar bunu duydu. Yukarılar ve aranan hâkimler! Dosyadan tatmin olmayan hâkimlerin yukarılardan gelen bir telefonla kafası karıştırılabiliyor, hatta belki de tutuklanmama ikna edilebiliyordu!
Tek Başına Örgüt Sait ÇELİK!
Neticede Üniversiteye düzenlenen büyük FETÖ operasyonunda(!) örgüt tanımına ihanet eden bir yargı kararıyla sadece ben ve şoför kadrosundaki bir memur tutuklandık! Rektör Yardımcılarım, dekanlarım, daire bakanlarım ve müdürlerim başta olmak üzere yüzlerce Uşak Üniversitesi yöneticisi içinden sadece rektörleri FETÖ’cü!
Aradan geçen 6 yıldan sonra bütün yöneticilerimin FETÖ konusunda, Türkiye’deki pek çok üniversitenin ve kurumun aksine, tertemiz oldukları ortaya çıktığı gibi ben de yargı kararıyla aklandım.
Baştan beri ahlaksız bir kumpas olduğu her platformda dile getirilen bu kirli operasyonu düzenleyen şebekeye, artık devletimin “gelin bakalım” demesi gerekmez mi? Elbette gerekir.
Bütün bildiklerimi belgeleriyle birlikte Uşak Cumhuriyet Başsavcılığına, İç İşleri Bakanlığına ve YÖK’e sundum. Devletim her şeyi benden daha detaylı olarak bildiğinden de eminim.
Bir yıldır da bekliyorum… Adil KARAMAN’ın avukatı “Yukarıdan hâkimi arattık” demişti ya aynı aramaların hala devam ettirildiğini duyuyorum. Biliniz ki her kim/kimler, suç duyurularımla ve kumpas ekibi ile ilgili arayarak savcılara ve yetkililere telkinde bulunmuş ise yukarılardaki o kişi/kişiler yağmalanan Uşak’ta ciddi bir pay sahibidirler! Aramalar Uşak’taki çeteyi yani suç ortaklarını koruma anlamına geliyor!
Evet, taş fırın gibidir devlet, geç ısınır geç soğur. Belki biraz geç hareket edebilir ama asla unutmaz. Bütün bunların hesabını tek tek sorar.
Kâbus
Şaka değil bu gerçek bir kâbus! İnanılacak gibi değil ama tutuklandım…
Avukatım karara itiraz edeceğini, ikinci sulh ceza hâkiminin yanlışı düzeltme ihtimalinin yüksek olduğunu dosyaya güvenerek söylüyor ve bir yandan da beni teselli etmeye çalışıyor.
İnanılmaz duygular içerisinde sürekli “Allaha aidiz yine ona döneceğiz” ayetini tekrarlıyordum. Güneş henüz doğmasa da ortalık aydınlanmıştı. Adliyeden sonra tekrar doktor raporu için Araştırma Hastanesinin oradan da Uşak Cezaevinin yolunu tuttuk.
Hâkimi Kim Kör Etti
İnanılır gibi değildi ama Hâkim, FETÖ’cü olmadığım gibi bilakis FETÖ ile mücadele ettiğimi gösteren somut ve açık kanıtlara rağmen sadece iftiracı şahitlerin beyanını esas alarak tutuklama kararı verdi.
Oysa yalancı şahitlerin şahsıma husumetlerinin olduğunu benim söylememe bile gerek yoktu. Kendi ifadelerinde soruşturma sonucu ceza aldıklarını ve rektörlük seçimlerinde aleyhime çalıştıklarını açıkça ifade ediyorlardı. Benim iddiam da zaten buydu.
Malumun ilamı olacak ama Kuranı Kerim’de “Allah size, mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa-58) ayetinde olduğu gibi pek çok ayette adaletle hüküm verilmesini emredildiği halde Hâkim Allah’ın ayetlerini unutmuş sahte ilahların telkinlerine kanmış veya korkutulmuştu.
Maalesef tanıklar, benim FETÖ’cü olmadığımı ve doğru şahitlik konusunda Cenabı Hak’ın açık hükümlerini çok iyi bilen kişiler olmasına rağmen iftira etmeyi, hâkim de hakikate göre hüküm vermek yerine bu hukuk cinayetini işlemeyi tercih etmiş ve “Mümin erkekleri ve mümin kadınları yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar.” (Ahzâb-58) Ayeti Kerimesinin hükmüne muhatap olmuşlardır.
Bense hiç evirip çevirmeden her şeyi olduğu gibi anlatmaya gayret etmiştim ve bana iftira edenlere dahi iftira etmeden doğruya tanıklık ederek büyük bir imtihandan inşallah alnımın akıyla çıkmıştım.
Ölüm cezasına mahkûm edilen ve baldıran zehri içirilerek idam edilen Socrates’in (Ö: MÖ 399) “Kötülük etmektense kötülük görmek, cezalandırmaktansa cezalandırılmak daha iyidir.” şeklinde ifade ettiği kadim ilkeyi, o yol ayrımında, her şeyi göze alarak tercih etmiştim Elhamdülillah.
“Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Hakikati inkar eden topluma karşı bize yardım et!” (Bakara, 2/286)” Âmin.
Sayın hocam yazılarınızı dikkatle takip ediyorum. Uğramış olduğunuz haksızlık gün yüzüne çıkmış olmasına ve bunları ifşa etmenize rağmen size yapılan haksızlıklarla ilgili adalet beklentinizin gerçekleşmemesi üzüntü vericidir. Umuyorum ki en kısa zamanda adalet beklentiniz gerçekleşir. Çünkü toplumlar ve de devlet ancak adalet üzerinde varlıklarını sürdürebilirler.