İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden birisi kendi hakkını bilmesi ve ısrarla talep etmesidir. Hakkının peşine düşen kişiler, hele ki başkalarının hakkına sahip çıkanlar, Allah nazarında makbul, toplum nezdinde ise şeref ve haysiyet sahibi kişiler olarak temayüz etmiş, tarihe geçmişlerdir.
Hakkını bildiği halde ısrarla talep etmemek ise insan onurunu eksilten zelil bir durumdur. Nitekim Hz. Ali’nin “Haksızlık karşısında eğilme. Eğilirsen hem hakkını hem şerefini kaybedersin.” sözü İslam toplumlarının mottosu olmuştur. Tarih boyunca birçok İslâm âlimi, zalimlere karşı giriştikleri mücadelede hayatlarından vazgeçmişler ama vakar ve haysiyetlerinden taviz vermemişlerdir.
Zalime Karşı Koyana Suç İsnat Edilmez!
Haksızlık karşısında hakkını savunan, zulme baş eğmeyen kişilerin bu onurlu duruşu Kuranı Kerim‘e göre temel bir haktır: “Kim haksızlığa uğradıktan sonra kendini savunursa onlara hiçbir suç isnat edilemez” (Şura-41).
Nefsi müdafaa meşru müdafaadır ve suç olarak nitelendirilmez. Allah indinde suç olmayanın beşer nezdinde de suç olmamalıdır. Şayet suçsa burada bir zulüm düzeni söz konusudur.
Peki, yaşanan hak ve hukuk ihlâllerine, her türlü baskı ve sindirmeye karşı insanlar nasıl tepki göstermeli?
Öncelikle, hak mücadelesinde devletin değil, görevini kötüye kullanan veya ihmali olan kamu otoritesinin, memurun, kurumun ya da kişinin/kişilerin hedef alınması doğru olanıdır.
Kişi çoğu zaman hakkını, bir takım güç odaklarından ve kişilerden talep edeceği için bunlarla karşı karşıya gelmeyi, karşısına çıkan dağ gibi engellerle mücadele etmeyi göze alması gerekir. Karşısında görevini kötüye kullanan, kravatlı ve kravatsız eşkıyalar olacaktır!
Dolayısıyla bu mücadeleyi yürütecek kişinin belirli bir bilinç düzeyinde, iradesi sağlam, cesaretli ve hakkını alma noktasında inatçı olması gerekir. Bu hakikati, önce Emevi zulmüne maruz kalan sonra Abbasi zulmü altında halife Mansur eliyle şehadeti tadan İmam Ebu Hanife: “Haklılar, haksızlar kadar inatçı olmadıkça hak yerini bulmaz.” sözleriyle ifade etmiştir.
Haklarını Bilmek
Hak sahibinin Allah tarafından kendine verilen doğal hakları bilmesi ve talep etmesi esastır. Bunun yanında, yasalarca kendisine tanınan hakları da bilmesi gerekir. Yaşanan pratikler göstermektedir ki bir hakkın yasalarca güvence altına alınmış olması, onun gerçekleşebilmesi için tek başına yeterli değildir. Asıl önemli olan yasaların uygulanması ve hayata geçirilmesidir. Burada en büyük çaba, hak sahibine düşmektedir.
Yasaları harekete geçirmek, gerekli işlemleri başlatmak bizzat hak sahibinin gayretine, azmine, sebatına ve ısrarlı takibine bağlıdır. Hak ve adalet mücadelesinin efsanevi ismi Malcom X, bu hakikati: “Kimse sana özgürlüğünü vermez. Kimse sana eşitliği, adaleti ve başka hiçbir şeyi vermez. Bunları kendin alırsın.” sözleriyle dile getirmiştir.
Allah Mazlumun Yanında
Mazlumluk Allah indinde çok özel bir konumdadır. Hak Teâlâ, ağır ve incitici sözlerin açıktan söylenmesini sadece haksızlığa uğrayan kişiler için mazur görmüştür (Nisa-148). Mazlum, uğradığı zulmün neticesinde ruhsal ve bedensel travmalar yaşamış olabileceğinden dolayı fevri ve dengesiz çıkışlar yapma potansiyeli taşır. Bu yüzden eylemlerine belli ölçüye kadar hoşgörüyle muamele edilmelidir. Zira Allah’ın gözden uzak tutmadığını beşerin de gözden uzak tutmaması gerekir!
Bir Bakıma Mazlumlar da Sorumlu
Mazlumlar haklarının peşine düşmedikleri takdirde zalime cesaret verecekleri için başkalarına da haksızlık yapılmasının yolunu açmış olacaklardır. Oysa zulme karşı ilkeli ve adil bir insani duruşla yapacağımız mücadele, ilerleyen zamanda başkalarının karşılaşabileceği kötülüklere de mani olacaktır.
Uğradığımız haksızlıkları basın yayın yolu ile duyurmak da dâhil olmak üzere pek çok yol ve yöntemle mücadele etmeliyiz ki, zalimler ortalığın başıboş olmadığını görsünler ve bir yönü ile de kötülerin ipliği pazara çıkmış olsun.
Böylelikle başka potansiyel zalimleri de yapacakları haksızlıklardan caydırmak mümkün olacaktır. Bu sebeple korkak bir mağdur kendisinden sonrakilere yapılan haksızlıklardan da ister istemez bir pay sahibidir. Korkmamak ve gereğini yapmak İslami ve insani bir sorumluluktur.
Hakkı en doğru Rabbimizin öğrettiği meşru sınırlar ve araçlarla talep etmek önemli bir zorunluktur. Had aşarak, hak çiğneyerek ve suç işleyerek hak talep edilemez. Hak talebi hakkaniyet sınırları içinde ve adaleti yerine getirme amacıyla yapılmalıdır.
Rabbimizin “Biz ise, yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım istiyoruz, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.” (Kasas-5) muradı, üzerimize düşen sorumlulukları mümkün mertebe yerine getirdiğimizde tecelli edecek, El Aziz olan Allah izzetimizi artıracaktır. Elbette en doğrusunu Allah bilir.
Asıl Erdemlilik Başkalarının Haklarına Sahip Çıkmakla Olur
Hak arama mücadelesi aslında başkalarının hakkı söz konusu olduğunda daha da anlamlıdır. Kendi hakkına sahip çıkması gereken insan, başkalarının uğradığı haksızlığa duyarlılık gösterdiği oranda gerçek anlamıyla bir hak adamı ve mümindir.
Hilafeti döneminde Hz. Ömer, bekârların evlenmesini kolaylaştırmak maksadıyla kadınların mehirlerinin 400 dirhemle sınırlandırılmasına dair bir genelge çıkarmıştır. Bunun üzerine yaşlı bir kadın, kendisini doğrudan ilgilendirmediği halde, Hz. Ömer’e “… Yüklerle mehir vermiş olsanız dahi, ondan hiçbir şeyi geri almayın.” (Nisa, 20) ayetini hatırlatarak, hemcinslerinin hakkına sahip çıkmış ve halifenin bu uygulamadan vazgeçmesini sağlamıştır. Ne muhteşem bir Ortaçağ değil mi?
Mazluma Kimlik Sorulmaz
Hak mücadeleleri; hangi dinden, milliyetten, cinsiyetten, mezhep, meşrep ve ideolojiden olursa olsun haksızlığa karşı olma ve her kim olursa olsun mazlumdan yana olma temel ilkesi ile yürütülmelidir. Mazlum olana kimliği sorulmaz.
Başkaları haksızlığa uğradığında, haksızlığa uğramayanın nemelazımcı davranmayıp mazlumun yanında olması ve asıl “öteki”nin hak ve hukukuna sahip çıkması ne büyük bir erdem!
Bu erdeme sahiplerden birisinin Yahudi asıllı Amerikalı bir hak savunucusu olan Rachel Aliene Corrie olduğundan hiç şüphem yok. Corrie, Filistinli mazlumların evlerinin başlarına yıkılmasını önlemek isterken zırhlı bir İsrail buldozerinin altında ezilerek can verdiğinde henüz 24 yaşında genç bir kızdı. “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyerek adını tarihin şeref defterine altın harflerle yazdırmıştır!
Toplumlar, güçsüzlerin ve öteki olarak gördüğünün haklarına sahip çıktıkları ölçüde yücelme ve yükselme şansına sahiptirler. Nitekim toplumsal barış ve mutluluk haklının güçlü, haksızın güçlü de olsa zayıf sayıldığı bir hukuk ortamında sağlanabilir.
Bu Bir Beka Meselesidir
Allah Resulünün “Güçsüzün, incitilmeksizin hakkını alamadığı bir toplum yücelemez.” dediği rivayet edilmiştir. Allah’ın dini zalimin hasmı mazlumun dostu olmayı gerektirir. Güçsüzün incitildiği, hak ettiği halde hakkını alamadığı, zalimin ve zorbanın kutsandığı bir toplum asla iflah olmaz.
Devlet ancak adaletle yaşar. Rejimler, güçlü veya güçsüz olduğuna bakılmaksızın hak sahibinin hakkını alabildiği ölçüde bekasını sağlayabilir. Güçsüz kimselerin, haklarını güçsüzlüklerinden dolayı alamadığında çöküş ve yok oluş mukadderdir.
Cenabı Hakkın: “Haksızlık edenler, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında göreceklerdir.” (Şuara-227) buyruğu ile Resulümüzün “Allah, kişisel hatalarla bütün topluluğu cezalandırmaz. Ancak güçleri yettiği halde zulme ve kötülüğe mâni olmazlarsa hepsini birden cezalandırır.’’ sözü buna işaret etmektedir.
Haksızlığın aile kabile mezhep meşrep vb hiçbir mazereti olamaz. Zira haksızlık yapan akraba ve yakınımız bile olsa ona ilkesel olarak karşı çıkmamız emrediliyor: “Ey iman edenler! Kendinizin, anne, babanızın ve akrabalarınızın aleyhine bile olsa; tanıklık ettiğiniz kimseler, zengin de olsa, fakir de olsa, Allah için hakkaniyetli tanıklar olarak adaleti gerçek anlamıyla yerine getirin. Allah, onlara sizden daha yakındır. Haddi aşarak, tutkunuza tabi olmayın. Eğer gerçeği çarpıtıp, yüz çevirirseniz, Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa-135).
Önde gelen kişilerin çocukları suç işlediğinde araya hatırlı kişiler sokularak çocukları için ayrıcalık talep ettiklerinde Peygamberimiz: “Öz kızım Fatıma da olsa cezasını veririm” diyerek adaletin her toplum kesimine eşit işlemesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.
Hak Aramada Güç Birliği Yapma
Hak Teâlâ: “Onlar, bir haksızlığa, zulme, uğradıklarında birbirleriyle yardımlaşırlar.” (Şura 39) buyurarak müminliğin en önemli alâmetifarikalarından birini ifade etmiştir.
“İnsanların çoğu haktan hoşlanmaz.” (Zuhruf 78). Güçten ve güçlüden yana olmaya çalışır. Dolayısıyla hak ve adalet davası güdenler azınlıktadır. Ancak ne kadar örgütlü ve disiplinli bir şekilde mücadele ederlerse, o kadar hızlı netice alırlar ve hak yerini bulur. Nice küçük topluluk, Allah’ın izniyle, büyük topluluklara üstün gelmiştir(Bakara-249).
Ancak tarih boyunca zalimler, mazlumların birlik ve beraberliklerini bozarak ve ruhlarını satın alarak egemenliklerini devam ettirmişlerdir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Siyah Bilinç Hareketi’nin kurucusu Steve Bantu Biko (Ö: 1977) “Zalimin elindeki en etkili silah, mazlumların zihniyetidir” derken bunu anlatmıştır.
İnsanlar hak arama sürecinde moral ve motivasyonlarını bozan kendilerini ümitsizliğe düşüren pek çok söz ve davranışla karşılaşırlar. Deneyimli bir insan hakları savunucusu olan Güney Afrikalı Desmond Tutu “Ezilenlerin yalnız olmadıklarını bilmesi onlara çok şey ifade eder.” diyerek hakkını arayanın yalnız bırakılmamasının önemini vurgulamıştır.
Haksızlık Karşısında Durmak Dini Bir Vecibedir
Haksızlık ve zulme karşı mücadele İslâm’ın emri ve gereğidir. İslam dini iyiyi yaymak kötülüklere engel olmak üzere yapılandırılmıştır. Kul hakkı yenmesi başta olmak üzere tüm kötülüklerle mücadele etmek dini bir vecibedir.
Allah: “Yaptıkları kötü şeylerde, birbirlerini uyarmıyorlardı. Gerçekten yapmakta oldukları şey ne kadar çirkindi.” (Maide-79) buyurarak nemelazımcı karakterleri kınamaktadır. İlahi prensipler pasif iyiyi, iyi kabul etmez. Onlar kötünün suç ortaklarıdır.
Her Müslüman’ın temel görevlerinden biri etrafındaki haksızlıklara ve kötülüklerle usulüne uygun yol ve yöntemlerle mücadele etmektir. Yoksa günü gelip kötülüğün “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetindeki kişileri de bulacağını Rabbimiz: “Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz, masumları da yakar.“(Enfal, 25) ayetiyle haber veriyor.
Alman Nazileri ile işbirliği yapmayı reddeden bir din adamı olan Martin Niemöller: “Önce Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim. Sonra komünistler için geldiler, sesimi çıkarmadım. Çünkü komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiler, ses çıkaracak kimse kalmamıştı…” sözü ile bize duyarsızların akıbetini hatırlatıyor! Marjinal solun “Susma, sustukça sıra sana gelecek.” sloganı bana hep çok manidar ve İslam’ın ruhuna uygun gelmiştir.
Nemelazımcılık Peygamberimizin “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözüyle tam da hak ettiği karşılığı bulmuştur.
Allah(cc), müminleri zulme müsamaha manasına gelecek her türlü hareketten, hatta en küçük bir eğilimden dahi men etmiştir: “Haksızlık edenlere meyletmeyin; yoksa ateş size de dokunur.” (Hûd -113).
Mümin her hal ve şartta hak ve adalet peşinde olmak, masum ve mazlumları korumak mecburiyetindedir. İçte ve dışta yaşanan haksızlıklar, güçlülerin zayıfları ezmesi, hukuk maskesi altında sergilenen haksızlıklar ve keyfilikler, her türlü gasp ve yağma gibi konularla her Müslüman yakından ilgilenmelidir ki kurtuluşa erenlerden olabilsin: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun, işte kurtuluşa erenler onlardır.”(Ali İmrân-104).
Esma-i Hüsna’da Kendini Bulmak!
Diğer yandan her mümin ilâhî isimlerin kendinde tecelli etmesini arzular. Bu isimlere mahzar olmak ve onlardan feyiz almak ister. Allah’ın isimlerinden birisi El Hak’tır. Bu isimden nasiplenebilmemiz için gerek kendimize yönelik olsun gerekse de başkalarına yönelik olsun haksızlık karşısında durabilme ve hak sahiplerine hakkını verme iradesini gösterebilmeliyiz.
Bir mümin, El Hak ismiyle birlikte, bilgisi ve adaletiyle hüküm veren anlamındaki El Hakem, çok adaletli anlamındaki El Adl isimlerine de mazhar olmak ve feyz almak ister. Bir toplumda bu isimlerle müşerref olmuş insan sayısı ne kadar fazla olursa o toplum o oranda refah ve huzur toplumu haline gelir.
Birey ve toplum ne kadar çok Esma-i Hüsna’dan feyiz alırsa, derecesi ve onuru da o oranda yükselir. Vesselam.
Harika tespit ve yaklaşımlar. Allah razı olsun
Faydalandım.