Bütün modern düşünce hareketlerinin hedefinde köy ve köylü bir şekilde var olmuştur. Kimisi, kırsalı/köyü hedeflenen değişimin itici gücü olarak görüp sihirli değişim oklarını oraya yöneltmiş, kimisi de onu değişim/terakki yolunda bir an evvel yok edilmesi gereken habis bir ur gibi görmüştür. Burada kullandığımız köy/kırsal tanımlamasını “taşra” olarak daha geniş anlamda da anlayabiliriz.
Modernitenin temel dinamiği mevhum bir “terakki/ilerleme” kavramıdır. Modern çağa has bütün düşünce hareketleri bu kavramı temel esas kabul etmek suretiyle yapılanmışlardır. İlerleme olmazsa olmazdır. İlerlemeyi sadece kullanılan imalat/üretim vasıtalarından kılık kıyafete, mesken anlayışımızdan eğitime, çevre şartlarından gündelik hayatımıza merkezinde teknolojik buluşların yer aldığı değişimler olarak anlamamalıyız. İlerleme aynı zamanda taşradan merkezlere nüfus hareketlerine de tekabül etmektedir. Yani ilerleme aynı zamanda yönü batıya olan bir nüfus/göç hareketidir.
Taşrada kalmak demek, bu anlamda terakkinin de dışında kalmak, yani geride kalmak, ilerleme yarışından kopmak anlamına gelmektedir. Bu bir anlamda tarihin dışına çıkmak gibi bir durumdur. Zira modern tarih “ilkelden mükemmele uzanan bir çizgi” olarak tasavvur edilmiştir.
Ülkemiz özelinde bakacak olursak İslamcılık, Muhafazakârlık, Milliyetçilik, Liberalizm, Solculuk, Batıcılık -bunları kesin sınırla ayırmanın imkânsızlığını da bilmek gerekir- gibi daha ne kadar yapı/hareket var ise tamamı ilerlemecidir. Dolayısıyla bunların uç verdiği yerler merkez/metropollerdir. Bunlardan bazıları köy/kırsal ile çok ilgili gözükebilir. Bu ilgi, köyün, ictimai bünyeyi ayağından aşağıya çekmek için adi bir ağırlık gibi görülmesinden ya da muhayyel gelişmişlik seviyesine varabilmek için bir an evvel aydınlatılması gereken muzlim/kör noktalar olarak algılanmasından dolayıdır.
Meseleyi İslamcılık ve muhafazakârlık özelinde ele alacak olursak, bunlar retorikleri itibariyle köyün/kırsalın/taşranın karakterlerinden ziyadesiyle istifade ederler. Mesela Balıkesir’in Havran ilçesi Manastır Köyü’nden Seyit Çavuş’u yine Çanakkale Destanının simge isimlerinden Yozgatlı Kınalı Hasan’ı, Erzurumlu Kara Fatma’yı ve Nene Hatun’u dillerine pelesenk ederler. Ancak bu kahramanlar taşralı ve köylüdürler.
Yazar Ercan Yıldırım’ın 23 Temmuz 2021 tarihinde yazdığı Twetter[1] metnine göre ise: “Sorunlarımız her alandaki taşra kafasında dayanmaktadır.” Yazar aynı zamanda Thomas Bernard’ın “Bitik Adam” romanının kapak resmini paylaşmış ve romandan şöyle bir alıntı yapmıştır: “Kırsalda yaşayan kişi zamanla farkına bile varmadan aptallaşır, bir süre bu yaşamın özgün olduğuna inanır […] sağlığına yalnızca zarar verir. Kırsala giden kişiler, kırsalda eriyip giderler, bu yaşam onları aptallaştırır.”
Biraz düşünürseniz “Sorunlarımız her alandaki taşra kafasına dayanmaktadır.” hükmünün akademiden siyasete, aydınlardan erbabı ticaret ve sanayie ne kadar geniş bir alanda fazla alıcısının olduğunu pekâlâ görebilirsiniz.
Oysaki Osmanlı çöküp tarih sahnesinden çekilirken ve merkezdeki aydınlar kahir ekseriyetle “Hangi büyük sömürgecinin mandası altına girmeliyiz?” sorusuna cevap ararlarken, canını dişine takıp bu milletin kurucu değerleri uğruna gözünü kırpmadan şehadete yürüyen milyonlar ekseriyetle taşralıdırlar. Merkezlerde savaş zenginleri türerken taşradaki ahali varını yoğunu değerleri uğruna sebil etmiştir.
Fazıl Hüsnü Dağlarca “Mustafa Kemal’in Kağnısı” adlı şiirinde “Yediyordu Elif kağnısını / Kara geceden geceden / Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu / Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar / İnliyordu dağın ardı, yasla / Her bir heceden heceden.” dizeleriyle söz ettiği Elif, kucağında bebeğiyle yağmur altında kağnıyla cepheye mermi taşıyan Elif, yavrusunun üstündeki örtüyü, ıslanmasınlar diye mermilerin üzerine örten Elif belki de muhayyel bir Elif’ti. Ancak o adı başka, sureti başka binlerce “Elif”in simgesiydi. Hepsi aynı fedakârlıkları ziyadece yapmışlardı. Her ne kadar Fazıl Hüsnü şiirinin ismini “Mustafa Kemal’in Kağnısı” koysa da Elif muhtemelen Mustafa Kemal’in ismini bile duymamıştı. Onu harekete geçiren ve Yozgat’tan Çanakkale cephesine gidecek olan gencecik yavruların avuçlarına kına yakan anaların ruhunda kaynayan aynı imandı.
İslamcılar Nene Hatun’dan, Kara Fatma’dan hep söz ettiler. Ancak Nene Hatun’un tarzı kıyafetini kendilerine hiçbir zaman model olarak kabul edemediler. O yüzden Şule Yüksel Şenler üzerinden yeni bir örtü tasarımına ihtiyaç duydular. Nene Hatun da Kara Fatma da ilerleme çizgisinde artık geriye düşmüşlerdi. 90’lı yılların hararetli başörtüsü tartışmalarını hatırlayın. İslamcılar/muhafazakârlar, kızların nineleri, anneleri gibi köylü bir formda örtünmek istemediklerini her fırsatta ifade ediyorlardı.
Ne yazık ki bütün Batıcı hareketler gibi İslamcılık/muhafazakârlık da köylülükten/taşralılıktan utanan bir karaktere sahiptir. İşte biraz da bu sebepledir ki, nüfusun metropollerde istif edildiği bir cinnet çağını yaşamaktayız.
Profesör Mümtaz Turhan 1951’de yayımlanan “Kültür Değişmeleri” adlı eserinde genel olarak ve ülkemizde kültür değişmelerini etraflıca inceler, kitapta anlattığı üzere bunun için Erzurum’un seçtiği bazı köylerinde saha çalışması da yapmıştır. Şehir ve Köylerdeki kültür değişimleri hususunda vardığı kanaat özetle şudur: Şehirlerdeki kültür değişimleri daha çok dayatılmış ya da özenti kaynaklıdır. Köydeki kültür değişimleri ise ihtiyaridir. Köydekiler en ihtiyaç duyulanı seçerek almış, mevcut yapıyla uyuşmayanı ise terk etmişlerdir.
Merhum Mümtaz Turhan mezkûr eserinde yine şöyle demektedir: “… Şehirlerde yenilik hareketi mevcudu yıkmakla işe başlamış, bunların yerine daha iyisini koyamamıştır. Bu bakımdan şehirlerde meydana gelen değişmeler, geliri ve elindeki parası mahdut[2] olan bir insanın yaşayış tarzını, mobilyasını ve diğer ev eşyasını değiştirmek isterken ilkin vazolar, süs eşyaları ve buna benzer şeyleri satın almak suretiyle yaptığı yeniliğe benzetilebilir. …şehirlerde müşahede edilen yenilikler kültürün bütünü üzerine yapılmış tazyik ve müdahale esasına dayanan güdümlü bir değişme karakterini taşımaktadır. ”
“Köyde değişmelerin serbest olması, ilkin en zaruri en çok ihtiyaç duyulan unsurların alınması, böylece iktibasların sıkı bir seçime tabi tutulması gibi hususiyetler neticesinde bu mahalli kültür hüviyetini, ayniliğini, bütünlüğünü muhafaza ederek gelişmiş ve değişiklikler yüzünden hiçbir aksaklık veya sarsıntı olmamıştır.”
“Eğer mevcut kültürde, cemiyette tam bir inhilal[3] meydana gelmemiş ise bunun sebebi hâlâ nüfusun büyük bir kısmı tarafından temsil edilen eski bilgi, itiyat ve ananelerin büyük bir maharetle yaşamakta devam edip işlerin tamamıyla çığırından çıkmasına mani olabilmesidir. … Bir cemiyet olarak yaşamamızı hâlâ eski kültürümüze borçlu olduğumuza şüphe yoktur.[4]”
İşte bütün bunlardan anlaşılan odur ki, Mümtaz Turhan Hoca’nın da ifade ettiği üzere şehirde kültür değişimi eskiyi yıkmak üzere, köyde kültür değişimi ise eskinin işlerliğini devam ettirmek üzere gerçekleşmektedir. Yani taşra/köy ilerleme yolunda ağırdan alan, mecbur kalmadıkça değişime sıcak bakmayan bir yapıya sahiptir. Bizi millet/cemiyet olarak ayakta tutan da hakikaten bu yapı olmuştur.
İslamcılık/Muhafazakârlık gibi modern hareketlerin değişime gönülsüz olan, en azından şuurlu seçimler yapmak suretiyle onun hızını yavaşlatan bir karaktere sahip köylüyü sevmemesinin sebebini kavramak, ortaya koyduklarımız itibariye sanırım daha mümkündür.
Mümtaz Turhan Hoca’nın yazdıklarının üzerinden yetmiş yıl geçti, köprülerin altından da çok sular geçip gitti. Köy de köylü de fiilen yok olmak üzere, topyekûn “taşra”, bütün modern karakterli hareketlerin merkez olarak telakki ettikleri İstanbul başta olmak üzere birkaç Büyükşehir’in, oyuncağı olmuş durumda. Onlara da ilerleme sevdasının yönü olan “Batı”nın taşrası ve oyuncağı olmaktan başka seçenek kalmıyor zaten.
Vesselam.
Şaban Çetin
[1] https://twitter.com/Ercnyldrm1/status/1418454188355371013
[2] Mahdut: Sınırlı
[3] İnhilal: Dağılma, çözülme
[4] Mümtaz Turhan- Kültür Değişmeleri