islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

ABD Hegemonyasını Nasıl Kaybetti? Erdoğan’ın Tezleri Nasıl Doğrulanıyor?

ABD Hegemonyasını Nasıl Kaybetti? Erdoğan’ın Tezleri Nasıl Doğrulanıyor?
25 Haziran 2022 12:30
A+
A-

Yeni Şafak yazarı Mehmet Akif Soysal’ın kaleme aldığı ”ABD hegemonyasını nasıl kaybetti? Erdoğan’ın tezleri nasıl doğrulanıyor?” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.

Rusya Ukrayna Savaşı başladığından beri belirttiğimiz üzere asıl hedef ABD’nin Çin ile olan rekabetinin yönünün ABD lehine evrilmesi için gerçekleştiğidir. Hedef asla Rusya değildir.

Rusya Ukrayna Savaşı yeni Dünya düzeninde safların belli olması, sıklaşması ve rakiplerin yıpranması için tezgahlanmıştır.

Yakın zaman evvel yayımlanan makalesinde ünlü ekonomist, düşünür, ABD’li JOSEPH E. STIGLITZ bu konuya değinmiş. Kuvvetli bir küresel manzara okuyucu olması, betimleme kuvvetini de ihtisası olan ekonomi üzerinden yapması nedeniyle kitapları ile büyüdüğüm Stiglitz’e çok önem atfederim.

Makalesinde Stiglitz;

ABD, hem Çin hem de Rusya ile yeni bir soğuk savaşa girmiş görünüyor. Ve ABD liderlerinin çatışmayı demokrasi ve otoriterlik arasındaki bir çatışma olarak tasvir etmesi, özellikle aynı liderlerin Suudi Arabistan gibi sistematik bir insan hakları ihlalcisine aktif olarak kur yaptığı bir zamanda, tutarlılık testini geçemiyor. Böyle bir ikiyüzlülük, gerçekten tehlikede olanın değerler değil, küresel hegemonya olduğunu gösteriyor.

Demir Perde’nin yıkılmasından sonraki yirmi yıl boyunca ABD açıkça bir numaraydı. Ama sonra Ortadoğu’da feci şekilde yanlış yönlendirilmiş savaşlar, 2008 mali çöküşü, artan eşitsizlik, salgını ve Amerika’nın ekonomik modelinin üstünlüğüne şüphe düşüren diğer krizler geldi. Dahası, Donald Trump’ın seçilmesi, ABD Başkenti’ndeki darbe girişimi, sayısız toplu silahlı saldırı, seçmenleri bastırmaya meyilli bir Cumhuriyetçi Parti ile Amerikan siyasetinin bazı yönleri ve sosyal yaşam derinden patolojik hale geldi.

Çin, kendisini Amerika için stratejik bir tehdit olarak ilan etmek için hiçbir şey yapmamış olsa da, görüntü net. Washington’da, Çin’in stratejik bir tehdit oluşturabileceği ve ABD’nin riski azaltmak için en azından Çin ekonomisinin büyümesine yardım etmekten vazgeçmesi gerektiği konusunda iki taraflı (Demokratlar ve Cumhuriyetçiler) bir fikir birliği var. Bu görüşe göre, ABD’nin kendisinin yazdığı ve tanıtmak için çok şey yaptığı Dünya Ticaret Örgütü kurallarını ihlal etmek anlamına gelse bile, önleyici önlemler ne pahasına olursa almaktadır.

Yeni soğuk savaşta bu cephe, Rusya Ukrayna’yı işgal etmeden çok önce açıldı. Ve üst düzey ABD yetkilileri o zamandan beri savaşın dikkatleri uzun vadeli gerçek tehditten, “Çin’den” uzaklaştırmaması gerektiği konusunda uyardılar. Rusya’nın ekonomisinin İspanya’nınkiyle aynı büyüklükte olduğu göz önüne alındığında, Çin ile “sınırsız” ortaklığı ekonomik olarak pek önemli görünmüyor (ancak dünya çapında yıkıcı faaliyetlerde bulunma istekliliği daha büyük güney komşusu için yararlı olabilir).

Ancak “savaşta” olan bir ülkenin bir stratejiye ihtiyacı vardır ve ABD tek başına yeni bir büyük güç yarışmasını kazanamaz; arkadaşlara ihtiyacı var. Doğal müttefikleri Avrupa ve dünyadaki diğer gelişmiş demokrasilerdir. Fakat Trump döneminde ilişkiler bozuldu; ABD’nin ne kadar güvenilir bir ortak olduğu akıllarda ciddi bir soru işareti olarak kaldı.

Avrupa ve Amerika, ahlaki olarak doğru ve ekonomik olarak mantıklı olan konusunda başkalarına ders vermekte başarılıdır. Ancak, ABD ve Avrupa’daki tarım sübvansiyonlarının ısrarının açıkça ortaya koyduğu gibi, genellikle ortaya çıkan mesaj “dediğimi yapın, yaptığımı değil”. Özellikle Trump yıllarından sonra, Amerika artık ahlaki açıdan hiçbir iddiada bulunmuyor ve öğüt verme inandırıcılığına sahip değil. Neoliberalizm ve damlama ekonomisi, Küresel Güney’de hiçbir zaman geniş çapta benimsenmedi ve şimdi her yerde modası geçiyor.

ABD dünyanın en iyi bombardıman uçaklarını ve füze sistemlerini nasıl yapacağını biliyor olabilir, ancak burada bize yardımcı olmayacaklar. Bunun yerine, gelişmekte olan ve yükselen piyasa ülkelerine, kendileri için aşı ve tedavi üretebilmeleri için COVID ile ilgili tüm fikri mülkiyetten feragat etmeye başlayarak somut yardım sunmalıyız.

Stiglitz neticeyi ifade etmek için şu cümleyi kullanıyor; Liderliğe layık olduğumuzu kanıtlayana kadar, başkalarının ardımızdan yürümesini bekleyemeyiz.

Stiglitz’in ABD için yaptığı tanımlar iddialı ve etkileyici. Ancak söylemlerin içeriğine bakılırsa; son cümlede dahil olmak üzere Stiglitz’in ifade ettikleri Erdoğan’lı Türkiye tezlerine ve tespitlerine çok yakın bunlar; ABD’nin güvenirliğinin tartışma konusu olduğu, yumuşak güç özelliğini kaybettiği, tutarlılıktan uzak olduğu, vaaz ettikleri ile uygulamanın farklı olduğu ( hem ekonomi hem sığınmacı krizleri ile meydanda) açıkca önce ahlaki tutarlılığa kavuşmasi gerektiği buna örnekle aşı telif haklarını ücretsiz hale getirmesi gerektigidir.

Yukarıda ifade edilen konuların hepsi uzun bir süredir Erdoğan tarafından dillendirilen başlıklardır. Erdoğan’ı da farklı kılan ve lider yapan bu vizyonudur.

YENİŞAFAK / MEHMET AKİF SOYSAL

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.