Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi’ne KKTC’nin “gözlemci” olarak davet edilmesi, Avrupa Birliği’ni rahatsız etti. AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in bu duruma sert tepkisi, aslında AB’nin Doğu Akdeniz’deki ikili politikasını bir kez daha gözler önüne seriyor. Kıbrıs’ta Türk varlığının meşru bir devlet olarak kabul edilmesini “ayrılıkçı yapı” şeklinde yorumlayan AB’nin, Filistin topraklarındaki İsrail işgalini aynı kararlılıkla eleştirmemesi düşündürücüdür.
Borrell’in tepkisinin temelinde, AB’nin Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden Kıbrıs Adası’nı bir bütün olarak tanıma politikası yatıyor. Bu politika, Kıbrıs Türk halkının tarihsel bağlarını, kültürel varlığını ve egemenlik hakkını yok sayarken, Kıbrıs’ı tamamen Rum yönetiminin idaresine bırakma çabasını yansıtıyor. KKTC’nin varlığını uluslararası alanda tanımayan bir AB’nin, Türk Devletleri Teşkilatı gibi etkisi artan bir yapıda KKTC’nin bulunmasından rahatsızlık duyması, Batı’nın çifte standardını ortaya koyuyor.
AB, yıllardır Filistin topraklarında işgali sürdüren İsrail’i himaye eden, ona yönelik eleştirilerde yetersiz kalan bir tutum sergilemekte. Filistin halkının yaşam alanları işgal edilirken, Batı bu duruma sessiz kalabiliyor. Ancak iş KKTC gibi tarihi ve coğrafi bağlarla Türkiye’ye ait olan bir toprak parçasına gelince, AB kendini Kıbrıs’ın sözde “toprak bütünlüğü” savunucusu olarak göstermeye çalışıyor. Bu, AB’nin aslında Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk varlığını kabullenmekte zorlandığını gösteriyor.
Acaba Borrell, Kıbrıs Adası’nı “vaat edilmiş topraklar” olarak gören ve bu adayı stratejik çıkarlarının bir parçası haline getiren İsrail’in çıkarlarına mı göz kırpıyor? Yoksa Türk Devletleri Teşkilatı’nın gittikçe büyüyen ve güçlenen etkisi mi onu rahatsız ediyor? Türk dünyası ve Müslüman ülkelerin iş birliği içinde hareket etmesi, Batı için uzun zamandır çekince duyulan bir konu olmuştur. Kendi tarihi boyunca sömürgecilikle anılan Batı, Osmanlı’nın adalet ve hoşgörü prensiplerinden uzak bir zihniyetle bugüne kadar birçok bölgeyi tahakküm altında tutmaya çalışmıştır.
Türkler, tarihte olduğu gibi bugün de adaletle hareket etme sorumluluğunu taşır. Osmanlı döneminde Müslüman, Hristiyan ve Yahudi toplulukların bir arada barış içinde yaşadığı topraklarda Türkler her daim adaletin ve hoşgörünün teminatı olmuştur. Türkiye, bugün de KKTC’nin yanında durarak, Kıbrıs Türk halkının haklarını savunmakta ve bunu uluslararası platformlarda dile getirmektedir.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın KKTC’yi gözlemci olarak davet etmesi, sadece Kıbrıs Türk halkının tanınması adına değil, aynı zamanda Türk dünyasının dayanışmasının güçlendiğini gösteren önemli bir adımdır. Borrell ve AB’nin bu gelişmeden rahatsız olması, Batı’nın Doğu Akdeniz’deki çıkarlarının tehdit altında olduğunu düşündüğünü açıkça gösteriyor. Fakat AB, Türk dünyasının ve Müslüman ülkelerin güçlenmesini tehdit olarak görmek yerine, bu yapının getireceği adalet, hoşgörü ve barış kültürünü göz önünde bulundurmalıdır.
Müslüman Türkler barbar değil, adaleti ve insan haklarını koruyan bir millettir…
MİRATHABER.COM