Yazar Kadir Çiçeğin kaleme aldığı “Acı Üzerine” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
İnsan henüz anılmaya değer bile değilken Allah’ın yaratmasıyla ve onu iradeli kılmasıyla anlam kazanan bir varlık olmuştur. Yaşadığı dünyayı kendi zihni çerçevesinde tanımlayarak ve bu tanımlamanın sınırları içerisinde eylemde bulunarak mutlak sona doğru seyir halini almıştır. Mutlak sona doğru giderken edindiği ya yüktür ya kazanımdır. Yük göğsü daraltır, kazanım/salih amel ise göğsü ferahlatır.
Dünyaya gelirken bilmeyen konumda bulunuşu, insanın acizliğini gösterir. Aciz bir varlık az veya çok çaresizdir. Sınırlı bir varlık az veya çok muhtaçtır. Derununda bazen fırtınalar koparsa da insan aslında her an yıkılmaya maruz kalabilecek fıtrattadır. Çünkü yaratılmış olmak bizzat kusurlu olmaktır. Kusursuzluk yaratana mahsus bir niteliktir. Kusurlunun dayanma gücü her zaman için noksanlık arz eder.
Yaratılmış olmak, insanın, mutlak ama vakti belirsiz bir sona doğru akarken, sarsıntılar geçirebilme donanımında olması demektir. İnsanın dayanma gücü, taşıdığı iradenin niteliğiyle ilgili bir durumdur. Ömrü boyunca yıkık anların savunucusu konumunda bulunan insan, tutunduğu dala göre olaylara tepki verebilen bir fıtrattan müteşekkildir. Kaynağı sağlam olduğunda tepkileri veya duruşu normal boyutta olurken; beslendiği kaynağın çürük olması, tepkilerinin yönünü saptırabilecek güçte olur. Bu anlamda insan, hayatında iki çeşit acıyı hisseden veya yaşayan bir varlıktır. Birincisi, insanın dünyaya yönelik algısından neşet eden acı; ikincisi, insanın fıtratından ötürü varlık yapısı gereği yaşadığı acı. Başka bir deyişle, insanın, biri yapay diğeri doğal olmak üzere iki farklı acı ile ömrünü sürdürdüğü söylenebilir.
Acının doğal olanı, insanın yapısına uygun olanıdır. Dünyaya gelen insan, bu özelliği aslında kendisiyle birlikte getirir. İnsanın yapısı gereği taşıdığı bu acı da iki şekilde gerçekleşir. İlki, darbe aldığında çektiği acı, yani bedenin çektiği acı. Buna somut durumdan doğan soyut tepki de denilebilir. Trafik kazası geçiren bir adamın, bu kazadan ötürü yaralanması ve bedeninde hissettiği acı, bu acıya örnek olarak gösterilebilir. Bir de kayıp, hüzün ve ayrılık gibi sarsıcı etkiler neticesinde meydana gelen acılar vardır ki, bunlar insana oldukça ağır gelen acılardır. Birini kaybeden insanın dayanağı, dayanma gücü, ayakta durması için var olması gereken umudu veya yaşama sevinci neredeyse yok olma seviyesine gelir. Burada acı, ani ve hızlı bir şekilde hüznü doğurur. Hüznün birikmesi ise kişinin yıpranmasına neden olur. Öyle ki acılar, insana bazen hayata dönük bakış açısını değiştirmesini öğretir. Bazen kötülük doğurtur, bazen de iyilik. Çekilen acı insanın hayatında derin izler bıraktığında bazen düşüncenin rengini de değiştirir. Çünkü acılar çoğu zaman şiddetli öğreticilerdir. Bir yandan sarsar, diğer yandan olgunlaştırır.
Yapay acılar, insanın ömrünü zindana çevirir. Dünyanın çekici ve arzulu yönüne yüksek derecede tutkuyla sarılmak, bir süre sonra yüreğe yükler bindirir. Yüreğin daracık kafeste çırpınarak boşluklara sürüklenmesi yapay acının etkililik derecesini ortaya koyar. Gidilmesi gereken istikametten başka istikametlere savrulmak, ruha eziyet getirir ki bundan sonrası insan için hayattan tat alamama durumudur. Anlamsız ve gayesiz bir ömür sürdürmek ile son sürat gelen ölüme hazırlıksız yakalanmak dışında bir noktaya varılamaz. Dünyayı dert edinmek, acıların hayatı kuşatmasına neden olacağı için bir süre sonra yaşanılan hayatta anlamın da tüketilmesi neticesini doğurur. Uğruna mücadele edilen ne ise ömrü dolduran da o olur. Doğum ile ölüm arasındaki yaşamı sadece biriktirmek ve tüketmek ile geçirmek, kaygılar dünyasında nefessiz kalmaya neden olur. Belki de ruhun boğucu yalnızlık yaşaması bundan ötürüdür. Ne kadar endişe o kadar acı. Ne kadar anlamsızlık o kadar acı. Ne kadar tatminsizlik o kadar acı. Ne kadar koşuşturma o kadar acı… Ve belki insan bu kadar telaşın içinde acı çektiğinin farkına bile varamadan ömrün son demlerini geçiriveriyor. Ömrün, acılar biriktirmek için durmadan yorulması; bir yerlere yetişmek zorunda hissediyor olması ve elde ettiklerinin acılar yığınından başka bir şey olmadığının farkına varamaması korkunç bir şey. Hayatındaki ince detayların, güzelliklerin, değerlerin, iyiliklerin farkına varamayacak kadar meşgul olmasının vermiş olduğu kaos hâli, zihnindeki bunalımın hayatında acılar şeklinde yansımasına neden olmaktadır.
Yara, tedavi edildiğinde iyileşme sürecine girer. Görmezlikten gelinen ne varsa büyümeye ve gözler önünde devasa hâl almaya başlar. İhmal ertelemektir ve ertelenenler yığın hâlini aldığında insanın gücü bu yığını karşılayacak takati bulamayabilir. Acılar da ancak tedavi edilerek etkisiz kılınır. Ruhun anlamla buluşmadığı bir yaşamda acıların son bulması ne kadar mümkündür? Anlamın girmediği evlere stres ve kaygılar dışında ne girebilir ki? Bütün yönsüz gidişler er ya da geç insana ağır yük olarak geri döner. İnsanın kendi eliyle dizdiği yükler, insanın gönüllü bir şekilde benimsediği acılara dönüşür. Yürekteki boşluklar acıyla doldurulduğu zaman hastalıklar ruhu sarmaya başlar. Dolayısıyla ömür, tükeniş evresini bu sendrom içerisinde tüketmeye başlar. Böylece gittikçe depresyon toplumların içine işlemeye başlar. Bundan sonrası, insanların çaresizlikten kendi iç dünyalarına yani yalnızlıklarına koşar adımlarla koşması gerçeğidir. Her adım daha derin çukurların çoğalması demektir. Ta ki toplumların önünün sis perdeleri ile kaplanması durumu normalleşene kadar.
Peki çare ne?
Basit aslında. İnsanın kendi yabancılaşmasına son verecek adımı atması. Yani özüne/fıtratına dönmesi. Fazlalıkları terk etmesi, yükünü ölçülü şekilde kabul etmesi. Selamete çıkacak yol bu adımlarla bulunabilir ancak.
Dünyaya dönük tek yönlü sevgi, yapay acıların çağrısıdır. Sadece dünyayı düşünmek büyük üzüntüler yumağını oluşturur. Bu üzüntülerin kendi elimizle büyüttüğümüz acıların ürünü olduğunu bilmek, yanlıştan dönmenin yolunu açabilir. Bedenin acı çekmesi kolaydır da ruhun acı çekmesi çıkmazlara götürür. Olması gereken ruha eziyet etmemek, yüreği daraltmamak, acılar dünyasına yoğunlaşmamaktır. Büyütülen ne kadar gereksiz endişe varsa ruha eziyet olarak geri döner.
Yetinmek hayatı değerli kılar. Dahası yetinmek, gereksiz yüklere set seçmeyi öğretir. Hayatın içindeki uğultulu uğraşlar ve fısıltılı yanılmalardan kurtulmak, ancak farkında olarak ve anlamı bilince ve eylem dünyasına yerleştirerek gerçekleşir. Aksi takdirde kendi kaygı dünyamızda çektiğimiz acılarla yok olmayı bekleyen zavallı bir varlık konumunda olmayı kabullenmiş oluruz.
Beden acı çeker; ancak kesin olarak söylemek gerekir ki, beden ya ölüme teslim olarak ya da sabrı zamana serpiştirerek bu acıdan kurtulur.
Yürek acı çeker; ancak kaybedişler, ayrılıklar, geriye dönük pişmanlıklar bir süre sonra alışmaya evrilmek mecburiyetindedir. Acı yok olmaz belki, ama etkisi oldukça azalır.
Ruh acı çeker ki bu, hayatın berbat oluşudur. Sürekli bir rahatsızlık, kahreden devasa boyutta boşluklar, koşulan ama bir türlü yetişilmeyen istekler, anlama düşman yaşayışlar, fıtrata düşman eylemler, kalabalıklar içinde kabuğuna çekilmiş yalnızlıklar… Anlama dair ne varsa tahrife uğramış gibi esir alır insanı.
Yapay acıların esareti altında yaşamak, bedene de yüreğe de ömre de eziyettir.
https://www.hertaraf.com/ KADİR ÇİÇEK
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…