Adaleti Anlamak ve Yaşamak

Adalet, bizim kültür ve yaşama felsefemizin  ayakta tutmaya çalıştığı muazzam bir  değerdir.  Değerdir, çünkü  adalet, öncelikle  insanın ruhi ve fikri dünyasında  kökleşerek hayata yayılan bir müessesedir.  Adalet, bir manada “hak”kın  hakim kılınmasıdır.  Dolayısıyla, öncelikle hak’kın  ne olduğunun bilinmesi gerekiyor.  Acaba hak, bir toplumun üzerinde birleştiği bir kural mı, yoksa; önemli bir  bilgin’in ortaya attığı bir görüş müdür? Veya, bütün alemi ve varlıkları  yaratan ve bu kainatın düzenini, kendi kurallarıyla ayakta tutmaya yarayan bir sistem  midir?

Batılı kültür’de  Adalet, yerine  “hak” kavramı dile getirilmiştir. Yani, hak kavramı ve tutumu, insanüstü bir güce değil, insan ve toplumun kendi insiyatifine bırakılmıştır. Acaba, böyle bir  anlayış ve  yaklaşım ile hak, gerçekleşebilir mi? Yani, hangi toplum veya insan, adaletin eşit ve adil kurallarını sürdürebilir? İnsanlık tarihinde, hiçbir  toplum ve iktidar; hak kavramını, başkalarını da dikkate alarak  objektif ve hayatı çok yönlü kapsayacak  tarzda  gerçekleşmesini sağlayamamıştır.

O halde, geriye Allah’ın koyduğu kuralların gerçek Adalet’i sağlayabildiği  sonucu  çıkıyor. Özellikle Peygamberlerin hak ve adaleti ayakta tutma çabaları, bunu gösteriyor.  Son din olan İslam dininin, insanlık dini olması  ve herhangi bir iktidar veya ırkın hakimiyetine imkan vermediği için “Adalet” kavramını önceleyerek, mevki, meslek, cinsiyet ve ekonomik durum gibi  sun’i farklılıkların adalet kavramını zedelemesini önleyici hükümler koymuştur.

Günümüzde hak ve adalet kavramlarını, devlete ve onun kurumlarını bırakan anlayış, aslında Adalet’i kendi ruhundan ve hayatından uzaklaştırmış olmanın problemlerini yaşamaktadır. Halbuki hak kavramı, kişiden başlayıp topluma, oradan da devlete kadar giden bir zincir  şeklinde birbiriyle bağlantılıdır. Hak’kın yerine gelmesi konusunda, her üç  grup ta  sorumludur. Bu sorumluluğu biri yapmazsa, diğeri; ikincisi yapmazsa, bir üçüncüsü devreye girerek hakkın yerine gelmesine çalışır.

Batılı ve doğulu bazı medeniyetlerde, hak; yalnızca   kişisel veya kurumsal bir güvence altına alınmaya çalışılır. Fakat, tarihin hemen her döneminde, hakkın gerçekleşmesi  son tahlilde kişilerin omuzları üzerine kalabilir. İslam toplumunda devlet veya toplum, bu hakkı yerine getirmezse, fertlere bu konuda bir “hak arama ve onu gerçekleştirme” sorumluluğu yüklenir. İslam’da Hak’kın temeli olan ilahi  kanunların (bazılar buna tabii kanunlar da der) yerine gelmemesi halinde, mevcut yönetime değil itaat, isyan etme mecburiyeti vardır.  Bu durum, demokrasinin sadece hayalinde olan bir düşüncedir. Böyle bir görevin ilk muhatabı ise, toplumdaki ilim adamlarıdır. İslam tarihinde başta Ebu Hanife olmak üzere, birçok ilim adamı; zalim yöneticilere karşı durmuş ve onların hak ve adaletten uzak icraatlarına ortak olmamış ve onları adalete davet etmişlerdir.

Günümüzde ideal diye ortaya çıkan demokratik sistemlerde de büyük adaletsizlikler ve haksızlıklar olmaktadır. İnsanların çoğu, bu adaletsizlik ve haksızlıklara birer kulp bulmak suretiyle, kendilerinden beklenen ikaz görevini yapmamaktadırlar. Özellikle bu konuda, ilim adamlarının sessizliği ve ataleti, gerçekten anlaşılmaz bir durumdur.

Adaletin toplumsal bir şuur ve irade ile gerçekleşmesi, insanın hayattaki niteliği ve varlığı ile büyük ölçüde ilişkilidir. Din ve kültürün kendini gerçekleştirebilme imkanı bulduğu yerde Adalet söz konusudur.  Çünkü adalet, temelinde  ruh yüceliği ve ahlaki hassasiyetin bulunması ile gerçekleşebilecek yücelik olarak insanın iç dünyası ile büyük ölçüde ilişkilidir. Adaletin gönül ve inanç derinliği ölçüsünde  insan ve toplumu  kavraması  bir mecburiyet ve zorlayıcılığın ötesinde, kendini ifade ve idrak etmesiyle mümkündür.   Eğer toplumda adalet zedelenmiş ve  uygulamaya yansımıyorsa, orada insanın ruh ve inanç duygularının zayıf, ahlak değerleri itibariyle yozlaşmış olduğunu anlaşılır.  Adaletin tahakkukunu insani ve imani güçlenme ile yeniden teessüs edilebileceğini tarihi bilgilerden anlamaktayız. İslam tarihi,  bu konuda çok önemli ve gerçekçi örnekleri barındırmaktadır. Olay, çeşitli doktrinlerin ortaya koyduğu gibi slogan ve iddialarla değil; yaşanmış gerçeklerle gözler önündedir.

Prof. Dr. Sami ŞENER

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Recent Posts

  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

45 dakika ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

4 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

5 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

6 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

7 saat ago
  • Makale

Bünyamin’in Alıkonma Süreci ve Su Kabı Meselesi-2

Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…

7 saat ago