Devlet, cemaat veya başka bir kurumsal isimle yapılanmış bir yapıya operasyon yapıp, suç örgütü olarak tespit ettikten sonra, cemaatsel yapılanmaya karşı olanlar, atağa geçip; “Bütün cemaat ve tarikatların kökü kazınmalıdır” diyerek sosyal paylaşımlar yapıyor ve televizyonlarda esip gürlüyorlar.
Fetö terör örgütü deşifre olunca da toplum şoka uğramış ve “Cemaatler kapatlsııııın” diye tempo tutulmuştu. Şimdi de Adnan Oktar grubu -aynı şekilde- dini istismar etmenin yanında, çoğu cinsel istismar içerikli otuz adet suç işleyen bir örgüt olarak yakayı ele verince, aynı sesler yükselmeye başlamıştır.
Cemaat yapılanması; dinî olduğu kadar, sosyolojik bir hakikattir. Siz isteseniz de yok edemezsiniz. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapatıldı. Bu uğurda çok canlar yandı, birçok müslüman darağaçlarında sallandı. En zecrî tedbirler uygulandı. Yok edebildiler mi? Bu yapılar merdiven altına çekildi ve bir çok sahte türevleriyle beraber çoğalarak günümüze geldiler.
Öyleyse bu yapılar; yok etme, kökünü kazıma yerine, denetlenebilir, kontrol edilebilir ve hesap verebilir bir hale getirilerek şeffaflaştırılmalıdır.
Cemaat; belli bir duygu, düşünce ve inancın etrafında şuurluca toplanmış insanların meydana getirdiği bütündür. Bugün müslümanlar, yaşadıkları gayri İslamî rejimlere ya teslim olacaklar, ya da kendilerini onlara karşı koruyacak olan bir yapılanma oluşturacaklardır. Bu “korunma alanını” oluşturmadıkları sürece cahiliye ortamında asimle olup gideceklerdir.
Dolayısıyla müslümanın, ferdî sorumlulukları olduğu gibi toplumsal ve siyasî sorumlulukları da vardır. Müslüman, ya bir cemaat ferdidir ya da İslâm devletinin vatandaşı. Tek başına olamaz. Rasûlullah’ın hayatı buna şahittir. Çünkü O (sav); “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alak,96/1) emrine muhatap olduktan sonra, Hıra’dan Mekke’ye kadar “bir” kişidir. Sonra Hz. Hatice ile iki kişi olmuştur. Arkasından Hz. Ebu Bekir, azatlısı Zeyd bin Harise ve Hz. Ali’nin de Müslüman olmasıyla, çekirdek bir cemaat oluşturmuştur. Üç yıl gizli olarak sürdürülen bu çekirdek çalışma, “Ey örtünüp bürünen, kalk ve uyar” (Müddessir, 74/1-2) emrini aldıktan sonra topluma açılmıştır. Kemikleşmiş şirk dinine inanan Mekke aristokratları ve onların taraftarlarından şiddetli tepki görmüştür. Bu şiddet ortamında şartlara teslim olmayan Rasulullah (sav), Erkam (r.a)’ın evini insan yetiştiren bir atölyeye dönüştürmüştür. İlerde İslam devletinin umurunu üzerine alacak olan insanlar, bu “insan atölyesi”nde inşa edilmiştir. Her türlü erdemin ayaklar altına alındığı Mekke bedevîlerinden, medenî bir toplum çıkarabilmek için 13 yıl “ihya ve inşa” faaliyeti sürdürmüştür. Ceberut ve totaliter Mekke şirk devletinin her türlü baskı ve yıldırmasına karşı, hicret izni çıkana kadar direnmiş ve başarılı bir cemaat liderliği yapmıştır.
Rasûlullah’ın inşa ettiği anlamdaki cemaat, kişisel kabiliyetleri, kazanımları sosyalleştirmek için vardır. Böylece kişi, hem kendi kalmak, hem de cemaat atmosferinde zenginleşmek, derinleşmek ve arınmak fırsatını yakalamış oluyor. Böyle bir cemaat ortamında kişinin kimliği, benliği eritilmiyor, ortak bir ideal etrafında güçlendiriliyor ve güzelleştiriliyor. Ortak bir disiplin ile kişilik tamamlanıyor.
Bundan dolayı Müslümanlar, inançlarını her ahval ve şerâitte, hayata hâkim kılmak için yapılanırlar. Müslüman için doğru ve yanlışın belirleyicisi; “Kur’ân ve Sünnet”tir. Hiçbir İslami yapılanma, Kur’ân ve Sünneti kenarda tutarak varlığını sürdüremez. İslam’ın üzerinde yapılandığı temel değer ve ilkelerde içtihada bile gidilemez. Yani İslam’ın sabiteleri tartışılamaz. Ümmetin üzerinde ihtilaf edemeyeceği birlik zemini işte budur.
Bunun yanında insanların tercih hakları vardır. Din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu konuda Rasûlüne ve O’nun şahsında bize, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf:50/45)
“Onlar üzerinde bir zorlayıcı değilsin.” (Ğaşiye:88/22)
Öyleyse bize düşen, Kur’an’dan çıkarılan güçlü argümanlarla insanları doğru yola, ikna yoluyla çağırmaktır.
Öyleyse merhum Turgut Özal’ın dediği gibi “Fikirler de serbest piyasaya dökülmeli, sağlam olanlar yükselmeli, sağlam olmayanlar piyasadan çekilmelidir.”
Tarihin her döneminde cemaat çalışmalarının sorunları olmuştur. Sorunlarla birlikte yürümesini bilenler, zamanla sorunları yenmişlerdir. İnsanın olduğu yerde sorun olacaktır. Bize düşen görev, sonuna kadar İslami kimliğimizle mücadelede var olmaktır. Çünkü her zaman her soruna çözüm üretip sunan bir dinimiz var. Önemli olan o çözümleri doğru olarak anlayıp uygulamaya koyabilmektir.
İslamî cemaatleri tek bir yapıda görmek, alanı daraltmaktır. Çünkü bunu kaldırabilecek merkezi bir yapı yoktur. Yerel, yapısal ve kültürel farklılıkları görmemek, fotoğrafı doğru okumamaktır. Müslümanların ilkeli tutarlılık içinde farklılığı olabilir. Önemli olan, grup/cemaat olgusunun, grupçuluğa/cemaatçiliğe kaymamasıdır. Bir yapının diğer yapıları yok saymadan var olan oluşumların hukukunu gözeterek hareket etmesidir. Evet, ahlakilik ve hukukilik hassasiyeti, farklılıklardan ahenkli bir renklilik meydana getirebilir. Fanatizm ve baskılar, yerini takva ve tevazuya terk ederse, bu coğrafyada çalışan her kesime yetecek kadar alan ve imkân vardır.
Bu arada İslamî yapılanmalar da inandıkları Kitap ve Sünnet ışığında kendilerini çek etmelidir.
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır; eserinde, “Hepiniz, topluca/cemaat olarak Allah’ın ipine sarılın” (Âl-i İmran, 3/103) ayetinin tefsirini yaparken şunları söyler: “Ben, kendi başıma, yalnızca dinimi imanımı koruyabilirim’ demek tehlikelidir. Kendi başına kalmak isteyen fertlerin, iman ve İslam üzere ahirete gidebilmesi şüphelidir. Fert, zorlama ve baskı altında her şeyini kaybedebilir. Toplum asit gibidir. Ferdi, kimliğinden sıyırıp kendine benzetir. Bundan kurtulmanın yolu, cemaat içinde kalmaktır.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, II/405)
Müslümanlar bir cemaate mensup olurlar fakat cemaatçi olamazlar, olmamalıdırlar. Cemaat, İslam’ı hayata hâkim kılmada bir araçtır, amaç değil. Biz, insanları bu araçla İslam’a çağırırız. Asıl amaç, bir cemaat oluşturarak İslam’ı, bu cemaat içinde yaşamaktır. İslam’ı yaşamada cemaat; bir zarf, bir fanus, bir kale gibidir.
Bütün bunlardan sonra son sözümüz; cemaatlerin kökü kazınmamalı, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, denetlenebilir, kontrol edilebilir ve hesap verebilir bir hal almaları, şeffaf hale gelmeleri sağlanmalıdır. Hepsinden önemlisi, Kitap ve Sünnet ışığında kendilerini çek etmelidir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…