islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5077
EURO
36,4331
ALTIN
2.962,75
BIST
9.144,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

AFFETMEK ÇOK MU ZOR?        

AFFETMEK ÇOK MU ZOR?        
22 Haziran 2024 09:00
A+
A-

AFFETMEK ÇOK MU ZOR?

İnsanın kendine kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlamasına, af  deniliyor. [1]  Bir başka  ifade ile af,  insanın   yaşanan olaylar  karşısında öfke, kızgınlık ve kırgınlığının hafiflediğini fark etmesi, dolayısıyla  da insanları olması gerektiği gibi değil de oldukları gibi kabul etmesi  anlamına geliyor. Bu nedenle  af, insanın iç dünyasında kendini rahatsız eden ve huzurunu bozan yüklerden  de  kurtulması amacını taşıyor.   Bu sebeple  olmuş olacak ki  affın, Kur’an’da  önemli  bir konumu bulunuyor. Nitekim Kur’an’da bu kavramın biri “fazlalık” [2], diğeri “bağışlama” olmak üzere iki  anlamda kullanıldığı, bunlardan  bağışlama anlamının, hem Allah’ın  bir sıfatı,  hem de insanların  bir sıfatı olarak yer aldığı görülüyor. Beş ayette affedici anlamında Allah’ın sıfatı olarak  “afüv”, bir ayette de insanların sıfatı olarak “âfîn”  sözcükleri yer alıyor.

Af kavramının  insanlar için  kullanıldığı ayette,  “Cennetin kendileri için hazırlanmış olduğu kimseler, varlıkta da darlıkta da mallarını hayırlı işlerde harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affedip bağışlarlar. Unutmayın ki Allah böyle güzel sıfatlara sahip olanları sever”[3]  deniliyor.  Bu nedenledir ki  Allah Teâlâ, “Afüv” ve “Gafûr” olarak insanları hem af dilemeye, hem de  affetmeye teşvik etmiş;  öfkelerini yenmelerini ve affedici olmalarını takva ile ilişkilendirmiş; affedenleri ve uzlaşanları mükafatlandırılacağını bildirmiş;[4] Müslümanlar arasındaki münakaşaların  ve tartışmaların sonlandırılmasını istemiştir.[5]  Buna karşılık affetmeyi reddederek, “kin gütme” yi[6]; affetmenin önündeki en önemli engellerden birisi olan “kibirlenme” yi yasaklamış [7] , “alçakgönüllülüğü” ise  tavsiye etmiştir.[8]

Allah Teâlâ bunlarla da yetinmemiş, ayrıca hata eden, suç işleyen kullarından af dileyenlerin de affedildiğine  dair  örnekler sunmuştur. Affedilen ve  bize örnek olarak sunulan ilk insan da Hz. Adem  ve eşi olmuştur.  Hz. Adem ve eşi, “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmez isen  mutlaka ziyan edenlerden oluruz”[9]   diyerek, af talebinde  bulunmuşlar, Allah da onların bu talebini geri çevirmemiştir.  Allah Teâlâ, Samirî’ nin altından yaptığı buzağıya tapan İsrailoğullarını da  affetmiştir. Nitekim O’nun “Kendilerine o kadar mucize geldikten sonra bile, tuttular buzağıya taptılar. Biz yine de onları affettik”[10] sözünden  de onların  affedildiği anlaşılmaktadır.

Allah Teâlâ bu örneklerle bize “Bakınız şu kullarım hata ettiler ve suç işlediler, sonra hatalarını ve suçlarını anladılar ve af dilediler, ben de onları affettim”, demek istiyor.  Zira  Allah Teâlâ,  kendine yönelen ve af dileyen  kullarını affedeceğini vaat  ediyor Her kim işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz¸ Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah¸ çok bağışlayandır¸ çok merhamet edendir [11]  diyerek  tövbe edip af dilememizi istiyor. Bu nedenle Hz. Peygamber  de  O’nun  affediciliğine ve  af etmeyi sevdiğine dikkatimizi çekiyor.”[12]  Fakat O’nun bu affediciliği her suçu ve her günahı   da kapsamıyor. Zira Allah Teâlâ, kendine şirk koşanları ve inkarcıları affetmediğini söylüyor.  Nitekim “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah) ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur” [13] sözü ile   de bu istisnayı açıklıyor. Ayrıca  bu istisnaya “kul hakkı” nın da dahil olduğu biliniyor.

Allah Teâlâ  hata eden ve  hatasında ısrar etmeyip  af dileyen kullarını  bağışladığı gibi;  peygamberlerinden de ümmetlerinden  hata edenleri  bağışlamasını istiyor ve  bu bağışlamanın örneklerini  de  sunuyor.   Nitekim Hz. Yakub’ un  oğullarını, Hz. Yusuf’un da  kardeşlerini bağışlamasını  örnek olarak veriyor. Hz. Peygamber’den  de  “Onları affet ve onlar için Allah’tan bağışlama dile” [14] ; “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir[15]  diyerek, ümmetinden  hata  edenleri   bağışlamasını  istiyor.  

Hz. Peygamber’in de bu emre uyarak pek çok kişiyi affettiği; mesela vahiy katibi iken mürtet olan, fakat sonradan pişmanlığını ifade eden Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh’ı; büyük kızı Zeynep’i Hicret esnasında, hamile olmasına rağmen iterek düşürüp çocuğunu kaybetmesine, hatta bu hastalıktan vefatına sebep olan Hebbâr b. Esved’i ; Uhut Savaşı’nda amcası Hz. Hamza’yı  şehit eden Vahşî b.Harb’i ve aynı vahşete ortak olan Hind bint Utbe’yi de affettiği  biliniyor. Vahşî yıllarca kaçmış, sonunda  Hz. Peygamber’e gelerek af dilemiştir.  Karşısında Vahşî’ yi gören Hz. Peygamber, amcasını hatırlamış, gözlerin yaşlar akmış, sonra da “Seni affettim ama gözüme fazla görünme” demiştir. Çünkü o, bir peygamber olarak  Öfkesini yenenler ve insanları affedenler[16] ayetinin gereğini yapmış, öfkesini yenmiş ve onu affetmiştir.  Bu nedenledir ki  Yüce Rabbimiz, Hz. Peygamber’in bu yönünü övmüş ve şöyle demiştir:

“Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onların kusurlarından geç, onlar için mağfiret dile. İşini onlara danış, karar verince de Allah´a dayan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.”[17]   Nitekim bu övgüye mazhar olan Hz. Peygamber’den de   şu tavsiyeyi  öğreniyoruz:

Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” [18]

Allah  Teâlâ ve peygamberleri,   hata eden ve suç işleyen  insanları affettiği halde bazı Müslümanların, affa yanaşmaması, onların  iç dünyalarında  bir çatışmanın yaşandığını göstermekte,  dolayısıyla  bu çatışmanın da affa engel olduğu görülmektedir.  Zira Kur’an’da  ve hadislerde yer alan bu bilgilere rağmen bu insanların, işledikleri suç, hata ve günahlarından affedilmeyi bekledikleri halde, kendilerinin  başkalarını affetmeyişleri sorunlu bir kişiliği yansıtmaktadır. Hiç şüphesiz bu sorunlu kişiliği oluşturan duyguların başında ise “kin” in ve “kibrin” geldiği görülmektedir. Bu nedenle Kur’an,  kin güderek intikam almayı, “Vaktiyle  haccetmenize engel olmak için size kötü davrananlara olan öfkeniz, onlara karşı  aşırı gitmenize sebep olmasın. Siz yalnız iyilikte, güzellikte ve takvada birbirinizle  yardımlaşın, fakat günah işlemede  ve düşmanlıkta  yardımlaşmayın. Allah’ın emir  ve yasakları konusunda  sorumlu ve  duyarlı, bilinçli olun” [19] emriyle  yasaklamış bulunmaktadır. Aynı şekilde Kur’an, kibri de yasaklamakta, bunu da “İnsanları küçümseyerek  onlara karşı gururlanıp kibirlenme. Yeryüzünde böbürlenip  çalış satarak yürüme. Çünkü Allah kendini beğenen  ve övünüp duran kimseyi sevemez”[20]  ayeti ile ifade etmektedir.

Bu sözleriyle Allah Teâlâ, bu iki etkin duygu başta olmak üzere  insanlardan bütün duygularını  kontrol altına almalarını,  dolayısıyla aklını ve  iradesini duygularının emrine vermemelerini istemektedir.  Çünkü Yüce Yaratıcı  çok iyi  biliyor ki,  bazı kulları affetmeyi  bir taviz olarak algılayacak, egosunu  yenemeyecek,   bu nedenle de affetmeye  veya af dilemeye yanaşmayacak; affedilmesi için  bir çaba göstermeyecek, dolayısıyla da affedilme  sürecini zorlaştıracak veya engelleyecektir.

Şunu unutmamak gerekiyor, af özünde şartlara bağlı olmayan erdemli bir davranıştır.  Zira hata eden kişiler, hatalarını ve kusurlarını  kabul edip  af talebinde bulunmasalar dahi, erdemli kişiler, “Allah rızası” için  tek taraflı olarak  onları affedebilir, affetmelidir.   Zira affetmek,  insanı, pek çok sıkıntıdan kurtaran ve ona psikolojik rahatlık sağlayan  doğru  ve yerinde  bir davranıştır.  Zira af, affedilen insana yapılan bir lütuf değil, kendimize yaptığımız bir iyiliktir.  Çünkü yapılan hatalar ve kusurlar; işlenen suçlar -her ne ise- iç dünyamızda  yaşattığımız ve taşıdığımız  ağır yüklerdir. Bu  ağır yüklerden kurtulmanın tek çıkar yolu, o yükleri sırtımızdan, zihnimizden ve  yüreğimizden atmaktır. Bu da ancak affetmekle  mümkündür.

Bu nedenle Allah Teâlâ, “Sizden erdemli ve varlıklı olan kimseler, akrabaya, düşkünlere, Allah yolunda  hicret edenlere yardım etmeme konusunda  yemin etmesinler.  Yaptıkları  hatayı önemsemesinler ve görmemezlikten gelsinler. Siz Allah’ın  sizleri  bağışlamasını  istemez misiniz? Evet Allah Gafurdur ve Rahimdir”[21]  buyurmakta ve bize  doğru olan tutum ve  davranışın  ne olduğunu da açıklamaktadır.  Böyle bir tutum ve davranışa  sahip olabilmenin yolu  ise, kin ve kibrin etkisinde kalarak  nefsi tanrı edinmemek; vicdanın sesini  dinleyerek  kalb-i selim ile Allah’a yönelip samimi ve ihlaslı  bir kul  olabilmektir.

 

Prof. Dr. Celal Kırca

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM- YOUTUBE

[1] Mustafa Çağrıcı,  Af, DİA, İstanbul 1988, 1/394.

[2] Bakara 2/219

[3] Âl-i İmrân, ,3/ 134.

[4] Şûrâ 42/40.

[5] Nûr 24/22.

[6] Mâide 5/2.

[7] Lokman 31/1 8.

[8] Bakara 2/58.

[9] A’râf, 7/ 23.

[10] Nisa,4/153

[11] Mâide¸5/ 39

[12] Tirmizî, Daavât, 84.

[13] Nisâ, 4/ 48.

[14] Âl-i İmrân , 3/ 159.

[15] A’raf, 7/199.

[16] Al-i İmrân, 3/134.

[17] Al-i İmrân, 3/159.

[18] Buhârî, Mezâlim, 3;

[19]  Mâide,5/2.

[20] Lokman,31/18.

[21] Nûr,24/22.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Mürsel dedi ki:

    Affı ne güzel tanımlamış ve ifade etmişsiniz Celal Hocam. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.

    “Af, affedilen insana yapılan bir lütuf değil, kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
    Çünkü yapılan hatalar ve kusurlar; işlenen suçlar -her ne ise- iç dünyamızda yaşattığımız ve taşıdığımız ağır yüklerdir.
    Bu ağır yüklerden kurtulmanın tek çıkar yolu, o yükleri sırtımızdan, zihnimizden ve yüreğimizden atmaktır.
    Bu da ancak affetmekle mümkündür.”

  2. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Kuran’da ve onun pratiğini ortaya koyan Hz. Peygamber’in ahlakında “af” böylesine mühim bir yer işgal ederken, nasıl olur da o dinin mensubu olduğunu söyleyen Müslümanların gönüllerinden affetmek bertaraf edilmiş olabilir! Evet, yine güzel bir yazı; yaramıza dokunan, kaybettiğimiz bir erdemi bize hatırlatan yazı. Yüreğinize, gönlünüze sağlık muhterem hocam.