Agnostisizm, bir kavram olarak kısaca, Tanrı’nın varlığı ya da yokluğunun bilinemeyeceğinden hareketle Tanrı’ya inanma konusunda nötr konumda kalma halini ifade etmektedir.
Bugün agnostikliği birkaç boyutta izleyebilmekteyiz. Birincisi, gerçekten Tanrı’nın varlığı ve yokluğu konusunda ikna olmamış insanları ifade edebilir. İkincisi, İnsanların kurumsal anlamda dine güvensizliklerinin bir sonucu olarak geliştirdikleri bazı tavırlar da agnostik tutumları besleyebilmektedir. Üçüncüsü de, insanoğlunun geliştirdiği teknoloji ve yaşadığı çağın özellikleri dikkate alındığında, Tanrı ile olan ilişki biçimlerinin dönüşmesi ve bu dönüşümün boyutlarından birisini de ifade edebilir.
Charles Taylor’un meşhur kitabı Seküler Çağ’ın başında sorduğu, “15. Yüzyılda Tanrı’ya inanmamak nerede ise mümkün değilken, içinde yaşadığımız çağda Tanrı’ya inanç niçin seçeneklerden bir seçenek haline gelmiştir” şeklindeki soruyu belki geliştirebiliriz. Zira gözlemlerim, Tanrı’ya inanmamaktan ziyade Tanrı’nın mahiyeti ve giderek ilgisizliğe doğru dönüştüğüdür. O zaman soruyu şöyle sorabiliriz: Acaba özellikle gençlerde Tanrı ve dine ilgisizliğin sebeplerini nerede aramak lazımdır? Fakat burada agnostikliğe dikkat edilirse, Tanrı’nın varlığı ya da yokluğunun bilinemeyeceği şeklinde değil, bir “ilgisizlik” anlamı yüklemekteyiz.
Esasen agnostik kavramına, meseleyi Tanrı’ya inanıp inanmamak boyutundan çıkararak, bir anlam daha yükleyebiliriz. O da çok farklı faktörlerin de etkisiyle, Tanrı’dan başlayarak insana, çevreye karşı ilgi ve duyarlılıklarını ve giderek sorumluluklarını kaybetmek. Bu durumu hem gündelik hayattaki konuşmalardan hem de din ve insanla olan ilişkilerden tespit edebilmek mümkün.
Belki meseleye şöyle başlamak lazımdır. Tanrı-insan ilişkisinin bozulduğu ve sağlığını kaybettiği her durumda, insan-insan ve insan-çevre ilişkileri de dumura uğramaktadır. Gerçekliğin büyülü dünyalar içerisinde yeniden yaratılarak, tüketim kültürü içinde insan bir kimlik olarak sunulması, en başta insanın neliği ve Tanrı’nın insan hayatında nerede durduğu sorusunu yeniden gündeme getirmektedir. İnsanlar ibadet etmekte, dinsel sembolleri daha görünür kılmakta; ancak yeni yaratılan gerçeklik üzerinden Tanrı algılandığından insan hayatında yerli yerine oturması gereken diğer düzenekler bir türlü düzelmemektedir. Bir başka deyişle, aslında Tanrı da günümüzde yeniden üretilmektedir.
Bunun sosyal hayata yansıyan boyutları da, insana, çevreye olan ilgi ve duyarlılıklarını kaybetmektir. Etrafınıza baktığınızda, oturduğunuz apartmanda komşuya karşı ilgisizlik, hatta yanı başınızda gelişen olaylara karşı ilgisizlik, giderek kendi labirentlerine kapanan bir insan portresini karşımıza getirmektedir. Hayatında tek derdi telefonu ve şarj aleti olan, telefonu olmadığında lanete uğramış olarak kendisini hisseden ve sabahleyin kalktığında ilk hareketi telefona uzanma olan geniş bir kitleden bahsetmekteyiz. Bu kitle, sadece kendi biyolojik ihtiyaçlarını karşılayarak bir “yaşam” kurguluyor. Aslında Tanrı diye tapındığı da, kurguladığı ve kendi bireysel arzuları etrafında kurgulanmış bir Tanrı olarak ortaya çıkıyor.
Tanrı’dan başlayarak insan ve çevreye yani dünyaya doğru yönelen ve genişleyen bu ilgisizlik, insanı sorumluluklarından da geri çektiriyor. Varsa yoksa kendi biyolojik yaşamı ve “kendi”si üzerine odaklanan bu yeni insanın duyarsızlık ve ilgisizliği, insanı dünyada amaçsız kılarken, tanrı-insan arasındaki sağlıklı ilişkileri çözündürerek onu dünyada yeniden güvensiz ve yanlız kılıyor. Bu durum giderek ontolojik bir güvensizliğe doğru da ilerliyor. Kanaatimizce toplumda SOS veren yer burasıdır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi