Şefaat kelimesi sözlükte iki şeyin yan yana olması, tek olan bir şeyi dengiyle yan yana getirme, aracılık yapma ve yardım/destek anlamlarına gelir. Fakat şefaat deyince, herkesin aklına ilk önce, mahşer günü yapılacak yardım, aracılık gelir. Elçilerin kendi ümmetlerine; hafızların en az 70 yakınına; şeyhlerin müritlerine yardım edeceği anlaşılır. Bu yardım, günahkâra Allah tarafından verilen cezanın kaldırılması için, yapılacak aracılıktır.
Bu şefaat inancı doğru mu? Allah, bir kuluna verdiği cezayı, başka bir kulunun ricasıyla değiştirir mi? Tüm kâinatın olduğu gibi, din gününün/hesap gününün de tek sahibi Allah değil mi? (Fatiha,4)
“O gün onlardan hiç kimse Allah’tan hiçbir şeyi saklayamadan (gerçek yüzleriyle) ortaya çıkarlar. “Bugün yetki kimindir?” diye sorulur. “Bir ve karşı konulamaz güce sahip Allah’ındır.” diye cevap verilir.
O gün herkese, kazandığının karşılığı verilir. O gün haksızlık olmaz.” (Mümin,40/16,17)
“Gözlerin görmediğini ve göğüslerin gizlediğini O bilir.” (Mümin,40/19)
“O gün, Allah’tan başka kimse hüküm veremez, O adaletle yargılar.” (Mümin,40/20)
Adaletle yargılayıp herkese hak ettiği karşılığı veren Allah’a, kim, hangi konuda şefaat için gelecek? Nasıl yardımcı olacak?
“Onlar için ister bağışlanma dile ister dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen bile Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü onlar Allah ve elçisini yalanladılar.” (Tevbe,9/80)
“Onlar için bağışlama dilesen de dilemesen de birdir. Allah onları bağışlamayacaktır.” (Münafikun,63/6)
“Nuh Rabbine yakardı ve “Rabbim, o benim oğlumdu, ailemdendi.”
“Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden sayılamaz. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman konusunda seni ihtar ederim.”
“Nuh dedi ki “Rabbim! Bilmediğim şeyi senden istediğim için sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana ikramda bulunmazsan kaybedenlerden olurum.” (Hud,11/45,46,47)
“Cehennem ahalisi oldukları iyice belli olmuş müşriklerin bağışlanmalarını istemek ne Nebiye düşer, ne de müminlere, isterse en yakınları olsun.
İbrahim’in babasının bağışlanmasını istemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ama onun Allah’a düşman olduğunu iyice anlayınca o işten uzak durdu. İbrahim çok içli ve yumuşak huyludur.” (Tevbe,9/113,114)
“Ey kızım Fatıma! Sen de kendini cehennem azabından kurtar. Çünkü Allah katında sizin için benim elimde bir şey yoktur.”
“Ben Allah’ın bir elçisiyim. Ben bile sonumun ne olacağını bilmiyorum.”
Peki şefaat yok mu? Var. Kitaplar, şefaat edecek ve şefaat edilecek bilgilerle dolu. Kur’an’da da var. İnsan eseri kitaplar yardım edecek yüzlerce şefaatçinin ismini sayarken, Kur’an, tek şefaatçinin Allah olduğunu haber verir.
“Yoksa onlar Allah’ın dışında şefaatçiler mi edindiler. De ki: “Ne yani hiçbir şeye güçleri yetmese, akılları ermese de mi?” (Zümer,39/43)
“Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de yarar verebilecek şeylere kulluk ediyorlar. “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir (şüfeaüna) !” diyorlar. De ki: “Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O, onların yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır, çok yücedir.” (Yunus,10/18)
“Onlara, yaklaşan felaket gününü haber ver. O zaman yürekler gırtlaklara dayanmış, yutkunup dururlar. Zalimler için ne bir dost, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi (şefıiy) vardır.” (Mümin,40/18)
“Allah’a ortak saydıkları arasından bir şefaatçileri de olmayacak. Zaten ortak saydıklarını tanımazlıktan geleceklerdir.” (Rum,30/14)
“Öyle bir günden çekinin ki, o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmez, kimseden şefaat kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz ve kimseye yardım edilmez.” (Bakara,2/48)
“Allah, gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yaratan, sonra arşa egemenliğini kurandır. Sizin için Ondan başka ne bir koruyucu, ne de bir şefaatçı / destekçi vardır. Artık düşünmez misiniz?” (Secde,32/4)
Yukarıdaki ve benzer ayetlerde, bir şefaatçı yani aracının, Allah’ın katında, bugünkü tabirle “yok” hükmünde olduğunu görüyoruz.
“De ki: “Şefaat yalnız Allah’a aittir.” (Zümer,39/44)
Ahirette şefaat vardır ve bu şefaat yalnızca Allah’a aittir. Yani O yardım eder, O bağışlar, O affeder, O kurtarır. Şefaatla ilgili bütün ayetleri, bu ayeti merkeze alarak anlamaya çalışmalıyız. Ayetler arasında çelişki olmayacağını da aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bu ayet, bütün tartışmaları bitirmesi gerekir fakat bitirmiyor. Eski toplumların, dinlerin, inançların etkisiyle yerleşmiş yanlış şefaat algısı, ayetleri de yanlış anlamaya sebep oluyor:
“O Gün, Rahman’ın, sözünden hoşnut olduğu ve razı olduğu kimseden başkasına şefaat edilmez” (Taha,20/109)
“Şefaat yalnız Allah’a aittir” ayetinde belirtildiği gibi, Allah şefaatini/yardımını sadece razı olduğu kullarına yapacak. Onun dışındakiler bekleyip duracak, ne bir yardımcı, ne de bir dostları olacak.
“O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (Türkiye Diyanet Vakfı Meali, Ankara-2007)
İki meal arasındaki anlam farkını görüyor musunuz? Birincide “Allah’ın razı olduğu kişilere, tek şefaat sahibi Allah Tarafından şefaat edileceği” anlamı verilmişken; ikincide “ancak Allah’ın razı olduğu kişilerin şefaatinin kabul edileceği” belirtilmiş.
Asırlardır yerleşmiş bir şefaat anlayışı var ya, Hesap günü Allah’ın sevdiği kulları, günahkâr yakınlarına aracılık edecek, ricada bulunacak, verilen cezanın kaldırılmasını isteyecek ya; zihinlerdeki bu algıdan dolayı, ayeti “Allah, izin verdiği kişilerin şefaatini kabul edecek” diye anlıyorlar. İlla birileri, birilerini kurtaracak. Bu anlayışa göre sıraya girmiş binlerce şefaatçi olacak(!) Allah, bu şefaatçiler arasından, izin verdiği ve sözünden hoşlandığı şefaatçileri seçecek ve onların isteklerini yerine getirecek(!) Diğerlerini kapıdan kovacak(!) İyi de, izin vermediklerinin, razı olmadıklarının orada ne işi var? Hangi cesaretle oraya kadar gelmişler? Daha doğrusu Allah’ın razı olmadıklarının içerde/cehennemde olması gerekmez miydi?
Diyanet Vakfı Mealini hazırlayan 6 kişilik ekip, neden “şefaat yalnız Allah’a aittir” ayetini görmezden gelmiş? Meal hazırlayanlar, taklitten, tekrardan ve yılların yerleştirdiği yanlış algılardan ne zaman kurtulacak?
Allah’ın dışında bir kurtarıcı arayacağımıza, Allah’ın rızasını kazanacak işlere yönelsek, bu uğurda çaba göstersek, doğrudan O’ndan bağışlanma dilesek daha doğru olmaz mı?
Hesap gününde en büyük şefaatçinin Allah’ın sevgili kulu ve elçisi Muhammed (a) olduğuna inanılır. Rasulullah, ümmetinin günahkâr olanları için Allah’tan affedilmelerini isteyecek. Hiç düşündük mü, bu nasıl olacak?
Dünyadayken herkesin yaptıkları zaten kayıt altına alınmış. Her şeyi bilen, gören, işiten Allah, işlenen amellere göre hükmünü verip mührünü basmış. Kitabını sağ taraftan alanlar sevinç içinde, Meleklerin gözetiminde cennete yerleşiyor. Kitabını sol taraftan alanlar da, büyük bir pişmanlık ve korku içinde cehennemin yolunu tutmuş. (Televizyon bülbülü bir şeyh: “zebaniler sizi kolunuzdan tutup cehenneme doğru götürürken “Ben falanca tarikattanım derseniz, melekler yönünü değiştirip sizi cennete götürür(!)” diyor ya.) İşte bunun misali, Rasulullah da Allah’ın huzuruna çıkıp:
“Rabbim! Bu kulunu cezalandırmışsın ama, sizin görmediğiniz benim şahit olduğum güzel bir işi var” mı diyecek? Veya:
“Bu kulunu, bir daha dinlesen, belki gözden kaçırdığın bir şeyleri var” mı diyecek? Veya:
“Rabbim! Haklısınız, kulunuz bu cezayı hak etmiş, fakat benim hatırım için affet” mi diyecek?
Lütfen biraz düşünelim. Rasulün bilip de Allah’ın bilemediği bir şey mümkün mü? Allah’ın verdiği hükümde bir adaletsizlik olabilir mi? Allah’ın verdiği karara Rasulullah itiraz edebilir mi?
Haşa Rasulullah, Allah’tan daha mı merhametli?
“Şefaat ya Rasulullah!”
Yani, ey Allah’ın Rasulü! Bana şefaat et, bana yardım et, beni kurtar. Bu bir yalvarıştır, yakarıştır, bir duadır. Böyle dua edilir mi? Eller sadece Allah için açılmaz mı? Allah, “sadece benden yardım isteyin” demiyor mu? Bugün bu seslenişimizi, bu yakarışımızı Rasulullah duyar mı? Bazı kendini bilmezlerin “O ölmedi, aramızda dolaşıyor.” diyenler gibi, ölmediğine mi inanıyoruz?
Rasulullah, yaşadığı dönemde bu istekleri karşılıyordu. “Şefaat ya Rasulullah” diye seslenen bir kişiye, “söyle ne derdin var?” deyip, elinden gelen yardımı esirgemiyordu. Haksızlığa uğramış Yahhudi’nin de derdine çare buluyor, kocasından şikâyetçi olan kadına da, yolda kalmış çaresize de.
Sonra O, Nebi ve Rasul olarak en büyük şefaati / yardımı / aracılığı bütün insanlık için yapmadı mı? Allah’tan aldığı vahyi korkmadan, ölüm tehditleri arasında 23 yıl boyunca bütün insanlığa ulaştırmadı mı? Diğer bütün elçiler gibi bu tebliğ görevini, ücretini sadece Allah’tan bekleyerek, hiç aksatmadan yerine getirmedi mi? İnsanlık için en büyük nimet olan Kur’an’ı, bize miras olarak bırakmadı mı? Aldığı vahyi, önce kendisi hayatına uygulayarak, bizim için en güzel örnek olmadı mı?
Veda hutbesinde “Ey müminler! Size bir emanet bırakıyorum, ona sarıldıkça kurtuluşa erersiniz. O da Allah’ın kitabı Kur’an’dır!” demedi mi?
Sadece yapacağımız güzel işlerin kurtuluşumuza vesile olacağını unutmadan, tek sahibimiz ve tek şefaatçimiz olan Allah’ın ipine/kitabına sımsıkı sarılalım. Biz müminlere yakışan budur.
Tarikatlar şefaat konusunda ifrat yapmış sizde tefritini yapmışsınız