İslâm’ın ilk dönemlerinde sıkça tartışılan “amel imanın bir parçası mıdır, değil midir?”. Konusu kadar olmasa da, günümüzde tartışılan önemli konulardan biri de din-ahlak ilişkisidir. Ahlak, dinden midir, değil midir? Diğer bir ifade ile ahlak, dinin bir parçası mıdır, değil mididir? Konusu, bu tartışmanın ana mihverini oluşturmakta. Bunu da dinin ahlakın bir parçası olup olmadığı tartışmaları takip etmektedir.
Nitekim kimi düşünüre göre ahlakın kaynağı, “akıl ve vicdandır dolayısıyla dine ihtiyaç yoktur”. Kimi düşünüre göre ise “din, sadece kendine inananlara, ahlak ise genele, kısaca herkese hitap eder. Bu nedenle de ahlak genel, din özeldir; dolayısıyla da ahlakın dine ihtiyacı yoktur. Zira dinden bağımsız bir ahlak söz konusudur”. Bu tür anlayışların ise daha ziyade teorik bir zeminde görüş beyan eden felsefî düşünceler ile gayri ilâhî/ beşerî dinler ve bazı düşünceler üzerinden yapıldığı görülmektedir. Daha açık bir ifade ile din-ahlak ayırımı düşüncesi, özü itibariyle ilâhî olmayan dinlere, sosyolojik ve antropolojik görüşlere, kısaca beşer ürünü bilgilere dayanmakta ve “seküler ahlak” anlayışını yansıtmaktadır.
Kaynağı “vahye” dayanan ilâhî dinlerde ise ahlak, felsefî veya seküler görüşün tam aksine dinin bir parçasıdır ve dinden bağımsız değildir. Nitekim hem Tevrat’ta hem de Kur’an’da bu durum açıkça görülmektedir. Mesela Tevrat’ta on emrin içinde yer alan “Annene babana saygı göster. Adam öldürmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin”[1] şeklinde sıralanan kurallar, doğrudan ahlakla ilgilidir ve Hz. Musa’nın getirdiği dinin kuralları arasında yer alır. Bu ilkeler, benzer şekilde İslam’ın ana kaynağı Kur’an’da da yer almıştır.[2] Anne-babaya saygılı olma; akrabalarla ilişkiyi kesmeme; emanete ihanet etmeme; insanlarla alay etmeme; zanda bulunmama; kimseyi arkasından çekiştirmeme; adil, doğru, sabırlı, iffetli olma; yalan konuşmama, aldatmama vb. ahlâkî ilkeler, İslâm’la iç içedir ve onun bir parçasıdır. Nitekim Ahmet Hamdi Akseki, “Ahlak Dersleri” isimli eserinde bu konuyu şöyle açıklar:
Din-i İslâm en salim, en metin bir felsefenin kabul edebileceği mebâdi-i ahlâkiyeden hiç birini ihmâl etmemiş; hürriyet, mes’uliyet ve vazife mebdelerini en vâsi bir surette takrir eylemiştir. Alelıtkak ahlâkın dinden ayrı olmak lâzım geldiğini iddia etmek, İslâm’ın esasını bilmemekten başka bir şeyle tefsir olunamaz. İslâm’ın vaz etmiş olduğu nazariyat-ı ahlâkiye tetkik edildikten sonra İslâm’a karşı böyle bir iddianın gayri varit olduğu kanaatindeyiz”[3]
Din, insana şuurlu bir hayat yaşama imkanı sağlayan, onun değerini yücelten, ondaki ben duygusunu ve gururu kontrol altına alan; fedakarlık, iyilik ve adalet duygularını geliştiren; şahsi çıkar ve menfaat duygularını engelleyen; zulme karşı gelme duygusunu güçlendiren; hakkı sevmeyi ve onu korumayı öğreten ilahî bilgilerin, kuraların ve ilkelerin adıdır. Zira din, ruhu yüceltmeyi teşvik eder, bu ruhun bedene, maddeye, arzu ve içgüdülere galip gelmesini hedefler. Kişiyi karamsarlıktan ve ümitsizlikten kurtarır, ona iyimserlik ve kararlılık kazandırır. Ona güzel ahlâkı ve bu ahlakla yaşamayı, sadece Allah’ın huzurunda eğilmeyi/kulluğu ve hiç bir beşeri güce boyum eğmemeyi öğretir.
Ondan yeryüzünü imar etmesini, yapığı her işin doğru olmasını ve doğru işi de doğru biçimde yapmasını ister. İnsanı, yalnızlıktan ve çaresizlikten kurtarır. Zira ona moral gücü verir, sıkıntılara şikâyet etmeden dayanmanın, katlanmanın ve kurtuluşun yollarını gösterir; hayatı anlamlı kılar, gelecek için umut verir. Bu nedenledir ki son dinin son kitabı Kur’an, kendini “insanlar için bir hidayet rehberi” olarak takdim eder. Bu da dinin amacının insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkileri olduğunu göstermektedir. Nitekim insan-Allah ilişkisinin iman ve ibadet; insan-insan ilişkisinin ahlak ve insan kainat ilişkisinin ise halife kavramıyla ifade edildiği görülmektedir.
Bir başka ifade ile ahlak, insanın insanla, insanın sosyal ve fizikî çevresiyle olan ilişkilerinde uymak zorunda olduğu dinî kurallardır. Bu nedenle insan hayatının ayrılmaz ve vazgeçilmez ana unsurlarından birini teşkil eder. İman, nasıl insanın inanç ve düşünce dünyasını şirkten ve küfürden arıtmayı ifade ediyorsa, ahlak da insanın dış dünyası ile olan ilişkilerini doğru ve kurallı bir biçimde yapmasını ve yaşamasını ifade eder.
Din ve dindarlık ilişkisi ele alındığında Müslümanın topluma vereceği en belirgin ve en önemli davranış tarzının da ahlak olduğu görülür. Zira ahlak dışında kalan diğer dinî kuralların ve ritüellerin, daha ziyade insan-Allah ilişkisine; ahlakın ise insan-insan ve insan-toplum ilişkisin yönelik olduğu ve daha da önemlisi kulluğu yansıtan ibadet türlerinin “takva” ya işaret ettiği görülmektedir. Ancak kimi Müslümanın, ibadetlerini dindar ve ahlaklı olduğu için değil de dindar ve ahlaklı olabilmek için yaptıkları ve bu nedenle de namaz kıldığı, oruç tuttuğu, hacca gittiği, zekat verip kurban kestiği; buna karşılık haramlardan uzaklaşamadığı, dolayısıyla da ahlakını güzelleştiremediği için gerçek anlamda dindar olamadığı müşahede edilmektedir. Bu durumda hem İslâm, hem de Müslüman amacına ulaşamamış olmaktadır.
Oysa İslâm’ın temel amacı, insanı ahlaklı Müslüman yapmaktır. Müslümanın amacı da en azından teoride de olsa ahlaklı dindar olmaktır. Ne var ki bazı Müslümanlar için bu amacın pratik hayata yansıtılmasında bir sorun bulunmaktadır. Bu sorunun da İslâm’dan değil, onu doğru anlayıp doğru yaşamayan Müslümandan kaynaklandığı bilinmektedir. Zira İslâm, ilahî bir din olarak bütün emirleri ve yasakları ile Müslümanların ahlaklı olmasını hedeflemekte ve her Müslümandan da ahlaklı olmasını beklemektedir. Kur’an’ın üçte birinin ya doğrudan ya da dolaylı olarak ahlak ilgili olduğu dikkate alındığında İslâm’ın ahlaka verdiği önem, açıkça görülecektir.
Bu nedenle kimi Müslümanın İslâm’ın bazı ahlakî kurallarını görmemezlikten gelip kulak ardı ederek veya dikkate almayarak sadece bazı dinî kuralları ve ritüelleri yaşamayı dindarlık olarak görmesini, Kur’an asla tasvip etmez. Zira Kur’an’ın önerdiği dindarlık, insan-Allah, insan-insan ve insan-kainat ilişkilerinin birlikte ele alındığı ve bunlar arasında kurulu dengelerin bozulmadan yaşandığı bir dindarlık anlayışıdır. Nitekim ahlak gözetilmeden yapılan bir ibadetin Allah katında bir değerinin olmadığını, Hz. Peygamber’in “Yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı terk etmeyen kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur” [6] sözü açıkça ifade etmektedir. Kur’an’dan da namazın insanı hayâsızlıklardan ve kötülüklerden koruduğunu[7]; orucun ana hedefinin “takva” olduğunu [8]; kurban etinin ve kanının Allah’a ulaşmadığını, Allah’a sadece “takva” nın ulaştığını[9] öğreniyoruz.
Bu kurallara rağmen kimi Müslüman, ibadetlerini yerine getirdi mi, ahlakî değerleri yaşamasa da kendini dindar sayabiliyor; kimi Müslüman helal-haram demeden kazandığı paraları, hayır kurumlarına bağışlamayı, öğrencilere burs vermeyi dindarlık ölçütü olarak anlayabiliyor. Kimi Müslüman da sosyal, ekonomik ve bilimsel faaliyetlerde bulunarak insanlara hizmet etmeyi, dindarlığın bir göstergesi olarak yeterli görüyor. Dolayısıyla bu kişiler, dinin bütün kurallarını değil de sadece belli kurallarını yerine getirmekle, diğer kurallardan veya sorumluluklarından kurtulabileceklerini sanıyorlar.
Oysa sınıfı geçmek için bütün derslerden nasıl yüz puan üzerinden elli puan almak gerekiyorsa, bir Müslümanın da hayatı boyunca yapmakla yükümlü olduğu kulluk, insanlık ve halifelik görevlerinden her birini başarıyla tamamlaması ve Allah katında asgari düzeyde geçer not alması gerekiyor. Çünkü Kur’an, insan hayatını bir bütün olarak ele alıyor ve kendisine inanan her insandan bir bütünlük ve kuşatıcılık içinde ahlaklı ve dengeli bir hayat yaşamasını istiyor. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in hayatını ve kişiliğini de Müslümanlara örnek olarak sunuyor ve onlardan Hz. Peygamberi örnek almalarını istiyor.
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] Çıkış, 19-20; 24/12-18; 31/18; Tesniye, 5/1-22
[2] İsra,17/ 23-28,
[3] Ahmet Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, İstanbul 1968, Üçdal Neşriyat, s.13.
[4] Nahl 16/90.
[5] Tirmizi, Rada, 11.
[6] Buhari, Savm, 8..
[7]Ankebut,29/45.
[8] Bakara,2/183.
[9] Hac,22/37.