İnsan toplumlarında, belki de en fazla hakim olması gereken iki değer, ahlak ve adalettir. İslam’da din, inanma ve bu inanca dayalı bir hayat tarzı getirirken; onu ahlaki değerler ile toplumlara sunmakta ve inanış, bir yerden sonra hayat ve ilişki tarzı olarak ahlak haline dönüşmektedir. Batı’da din ve ahlak ayırımı, ahlakın; inanç değerlerinden bağımsız bir şekilde ödev ve görev mantığı içinde ortaya çıkmasını sağlamış; fakat bu durum, kişilerin “istek ve keyiflerine göre” bir ahlakı ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla ahlak; mantıki ve sosyal manada bir değer halinde, toplumu kuşatamayarak, sadece kişilerin akıl ve iradeleri ile ve özellikle de şahsi tutumları çerçevesinde gerçekleşen bir norm olarak hayatın bazı bölümlerinde kendini gösterebilme imkanı bulmuştur.
İslam toplumlarında ahlak ve din, birbirine bağlı ve hayatı bütünüyle kuşatan. Bir değer olarak asırlarca sürmüş, aynı zamanda adalet kavramının da sahiplenmesi ve güçlenmesine müsbet manada etki etmiştir. Ta ki, inanç-ahlak ve adalet bağı birbiriyle bağlantılı bir şekilde sürdürülüne kadar. Günümüzde bu bağın koptuğunu ve böylelikle adaletin, ahlak olarak hayatımızda yer almadığına şahit oluyoruz.
Batı düşüncesinde dinin, devlet ve toplum hayatından, vicdanlara çekilmesi, manevi değerlerin toplumsal davranışlar üzerindeki etkisini azaltarak, insanların maddi veya keyfi davranışlar doğrultusunda hareket etmesine yol açmıştır. Liberalizm ve kapitalizm gibi doktrinler, aslında batı düşüncesinin, herhangi ilahi ve manevi bir otorite ile bağımlı olmayan, “serbest” hayat anlayışının birer sonucu olarak ortaya çıkmışlardır..
Sistemler ve doktrinler tarihi, her nedense; batı dünyasında ortaya çıkan doktrinleri sadece felsefi olarak açıklayıp, onlara mantıki gerekçeler bulmaya çalışırken; ahlak ve adalet kurumlarının yetersizliği ve sahipsizliği üzerinde pek durmamaktadırlar.
Adalet’in Ahlak’a dayanmadan gerçekleşemeyeceği:
Adalet, sosyal hayatın vazgeçilmez bir değeri ve sistemidir. Değeridir; çünkü adalet, insanın ruhi dünyası ve ahlaki tutumlarının sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bir manada ahlak, adaletin ruhudur. Batı dünyasının kapitalist ve sosyalist sistemlerinin hiçbiri, ahlaki değere dayanmamakta ve siyasi, iktisadi ve sosyal sistemlerin adaletin etkisizliği sebebiyle, sürekli problemler ile karşılaşmaktadır. Bu problemlerin, bundan sonra da süreceği açıktır.
Batı dünyasını, belli bir dönemde hayat tarzı olarak benimseyen; batıcı, çağdaş ve modernist elitlerimiz, ahlak temelli adalet sistemini terkettiğinden beri, siyasi ve iktisadi hayatımızda denge ve gelişme ibresi, sürekli aşağılarda seyretmektedir. Batı kaynaklı ne sosyal bilgi, ne iktisadi gelişme ve ne de siyaset, insanımızı ruh ve sosyal dünyasına huzur getirememekte; onu, daha huzursuz, daha menfaatçi ve daha acımasız bir davranış tipine yöneltmektedir.
Batı kaynaklı sosyal ilimler, her ne kadar demokrasiden, insan haklarından veya adaletten bahsediyorsa da, yaşanan seküler hayat; bu bilgi ve kuralları ayakta tutabilecek “ahlaklı insan”ı ortaya çıkaramamakta ve adalet sistemi, her geçen gün daha etkisiz ve olaylarla başedemez bir noktaya ulaşmaktadır. Çünkü hiçbir sosyal değer; inanç ve ahlak sistemine dayanmadan, toplum tarafından benimsenememekte ve doğrulara yönelememektedir.
İslam ahlakı mı, yoksa; kapitalist yaşayışı mı?
Müslüman toplumlar, batılılaşmadan sonra; kendi bilgi ve değer kaynakları ile bağlantısını kestikten ve düşüncelerini sosyal hayatta gerçekleştiremediklerinden beri, batılı kural ve kurumların sağlıklı işleyişine pek şahit olamadılar. Çünkü, ahlaki değerlerinden tam kopamadıkları için, rasyonalist kuralları batılılar gibi benimseyemediler. Kah ahlaklı, kah batılı siyasi ve iktisadi sistemlerin etkisi altında kaldılar. Ama, ahlaklarını siyasi ve iktisadi sistemlerini düzenleyecek bir seviyeye getiremediler. Siyasi partiler, iktisadi şirketler ve sivil toplum kuruluşları kurmalarına rağmen, ahlak ve siyaset, iktisat ve hukuk sistemleri arasındaki bağ bir türlü kurulamadı ve bu yüzden, karışık bir kimlik içine düştüler. Sonuç olarak, inandıkları değer ve ahlaka uygun yaşayamadıkları için, yaşadıkları ve uyguladıkları sisteme uygun inançlar edindiler. Dolayısıyla Müslüman ahlakı diye, özgün bir değer ve davranış sistemi kalmadı.
Artık, yaşama tarzı olarak; bir karar verme zamanı gelmiştir. Ya İslami ahlak sistemine uygun bir sosyal hayat tarzı benimsenecek; veya, dine ters siyasi, iktisadi ve hukuki sistemlere uygun bir ahlakı kabul ederek, batı’daki gibi, din ve ahlakın hiçbir rolünün olmadığı bir sosyal sistemin varlığı öncelenecektir. Çünkü, bir kalpte iki sevgiye yer olmadığı gibi, ahlaki olan ile olmayanın var olduğu bir yaşama tarzı da mümkün olamayacaktır.
Prof .Dr. Sami Şener
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…