Hatırlarsınız İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kendisine yönelik bazı iddiaları çürütmek maksadıyla üst üste iki TV programına çıkmıştı. Bunun üzerine zor durumda kalan iktidara veya bir hükümet üyesi olan İçişleri Bakanına destek vermek niyetiyle bir din kültür öğretmeni, sosyal medya hesabından paylaştığı “Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinde olduk, emrindeyiz, emrinde olacağız” mesajını alıntılayarak, silahlı fotoğrafı ile birlikte bir mesaj paylaştı.
Prof. Dr. Ali Seyyar
Değerli okuyucularım;
Asıl konuya girmeden önce şöyle bir açıklama yapma gereği duymaktayım: Tıpkı hâkimlerin, yazarların veya gazetecilerin muhataplarına karşı sorumlulukları varsa bilim insanlarının da okuyucularına ve öğrencilerine karşı sorumlulukları vardır. Bunların başında akıl ve vicdan muhasebesi yaparak, doğruları, olduğu gibi tarafsız ve bağımsız olarak yansıtmaktır. Doğrularımızın kaynağı, bir kul vasfı taşıdığımız için Kur’an’ın çizdiği ahlâk ilkeleridir. Hadiselere tarafsız ve bağımsız yani âdil olarak ele almamız ve doğru hüküm vermemiz gerektiğinin umdesi de yeryüzüne halife olarak tayin edilmemizdedir (Neml: 62, En’âm: 165, vd.)
Çünkü İslâmî perspektiften bakıldığında insan, hem Allah’ın yeryüzündeki halifesi, hem de kuludur. Bunların ikisi de bir insanın tabiatını oluşturur. Kul olarak insan, O’nun iradesine tâbi olmalıdır. O, Allah’ın iradesi karşısında imanın bir gereği olarak tamamen pasif kalmalı ve O’nun emirlerine boyun bükmelidir. O’nun yeryüzündeki halifesi olması hasebiyle ise insan, aktif olmalıdır ve dolayısıyla ilahî emirlere aykırı olan bütün tutum ve davranışlarına karşı uyarıcı olmalıdır. Ucu nereye varırsa varsın her zaman tereddüt etmeksizin hakkı tebliğ etmelidir. Bir bilim insanı olarak, bendeniz de bu ilkelere sadık kalmaya gayret gösteren bir araştırmacı yazarım ayrıca.
Şimdi gelelim asıl konuya: Hatırlarsınız İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kendisine yönelik bazı iddiaları çürütmek maksadıyla üst üste iki TV programına çıkmıştı. Bunun üzerine zor durumda kalan iktidara veya bir hükümet üyesi olan İçişleri Bakanına destek vermek niyetiyle bir din kültür öğretmeni, sosyal medya hesabından paylaştığı “Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan‘ın emrinde olduk, emrindeyiz, emrinde olacağız” mesajını alıntılayarak, silahlı fotoğrafı ile birlikte bir mesaj paylaştı. Mesajında, İçişleri Bakanına yönelik olarak, “Biz de senin emrindeyiz Aga. 600 Metreden nokta atışı. 800 metre kola, bacağa. Yani 800 metreden fazla yaklaşma” ifadelerini kullanmıştı.
Bu paylaşımdan sonra bu öğretmen hakkında adlî ve idarî işlemlerdeki prosedürlerin en hafif soruşturma biçimi olan bir inceleme başlatıldığını haberlerde okuyucunca gayri ihtiyari olarak kendi durumumu düşündüm. Bendeniz elimde bir kalemden başka hiç bir şey tutmadığım halde bir iftira yüzünden üniversitemden hiçbir somut gerekçe gösterilmeksizin yargısız bir şekilde ihraç edildiğimi hatırladım ve içimden doğal bir tepki çığlığı olarak “bu mu adalet?” dedim.
Öğrencilerine örnek olması gereken bir öğretmenin hangi gerekçe ile olursa olsun silahla poz vermesini bendeniz birçok yönüyle hiç hoş karşılamadığımı mirathaber yazarlarımıza whattsup üzerinden ilettim. Ve bekledim ki, duyarlı meslektaşlarım da bu görüşüme katılsın. Ne var ki tam aksine bu olayı çok hafife alan bir yazı okuyucunca bütünüyle şoke oldum. 8 Haziran tarihli “Silahla poz veren kişilerden korkmayın” başlığını taşıyan bir yazısında Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan, şu ifadelerini kullanmıştı:
“Sosyal medyada bazı tipler var. Silahla fotoğraf çektirmeye bayılıyorlar. Daracık pantolon, üstten üç düğmesi açılmış gömlek, ucu sivri bir iskarpin ve silah. Tabanca, tüfek… Her türlü silah. Ey vatandaş! Bu tiplerden sakın korkup çekinmeyin! Çünkü bu kişiler, fotoğraf çektirirlerken ellerine aldıkları silahı asla kullanmazlar. Daha doğrusu kullanamazlar. Çünkü kullanacak olan göstermez.”
Bu fikirlerin ilmî araştırmalar bağlamında sosyal gerçeklikle bağdaşmadığını ispatlamak üzere bir yazı hazırlamaktaydım ki bu sefer Onur Gencer isminde bir şahıs, daha önce sosyal medyada silahlarla çekilmiş fotoğraflarını paylaştıktan sonra elini kolunu sallayarak, HDP İzmir İl Binası’na saldırarak, Deniz Poyraz isminde savunmasız bir kızı oracıkta öldürmüştür. Dahası öldürdükten sonra, kanlar içinde yatan kızın fotoğrafını çekip, yaptığı vahşeti yine sosyal medyada paylaşmıştır. Bunun üzerine aradan sadece 11 gün geçtikten sonra nasıl oldu ise Ahmet Hakan, fikrini değiştirmek istercesine 19 Haziran’da “Silahlı külahlı fotoğraflara dur demenin vakti geldi” başlıklı yazısında bu sefer şu görüşleri dile getirmiştir:
“En son HDP’ye yönelik saldırının faili olan katilin fotoğrafları çıktı ortaya. Elinde silahla poz veriyor adam. Sosyal medyada son zamanlarda öyle çoğaldı ki bu tür fotoğraflar. Eline silahı kapan pozunu veriyor. Makineli tüfekler, tabancalar falan.- Ruhsatlı mıdır bu silahlar, ruhsatsız mıdır? Bilmiyorum. Ruhsatsızsa… Zaten suç. Ama ruhsatlı olsa da suç sayılmalı. Çünkü güya kahramanlık şovu yapılan bu fotoğraflarla…Şiddet özendiriliyor. Şiddet yüceltiliyor. Şiddet propagandası yapılıyor. Buna bir dur demenin vakti geldi de geçiyor yani. Polisimiz, savcılarımız bu konuya bir el atmalı.”
Ahmet Hakan’a sorum işte tam da bu yönde olacak: Hangi görüşüne şimdi inanalım? Elbette ki ikinci tespiti daha doğru ve manidardır. Peki, birinci görüşüne ne demeli? Neden Hakan Bey; silahı ile poz veren öğretmeni kollayan bir açıklama yapma gereği duymuş olabilir? Başta ifade ettiğim gibi. Her bir olay, bağımsız ve tarafsız yani âdil ve objektif olarak değerlendirilmelidir. Basiret ve feraset istidadımızı kullandığımızda ise vahim olaylar vuku bulmadan önce de uyarıcı rolümüzü hakkıyla yerine getirebiliriz. Arzu etmediğimiz dehşet verici katliamlar gerçekleştikten sonra hakikate parmak basmak, netice itibariyle bir şey ifade etmez.
O halde Hakan Bey, öğretmen olayında, “bu fotoğraf hakkında haklı olarak tepkimi gösterirsem dolaylı da olsa belki hükümetin aleyhine olabilir” düşüncesiyle bazı gerçekleri bilerek gizlemiş ise, “yeryüzünde halife olmanın vecibelerini yerine getirmemiştir” anlamına gelir. Niyetini tabiî ki ancak kendisi bilir, ama benim ona âcizane tavsiyem: Gazeteciliğini (dinî terminolojiye vakıf olduğunu düşünerek) kul ve halife bilinciyle yapmasıdır, vesselâm.