Akıl, hata ve sevap gibi iyi ve kötü şeyleri ayırabilecek güçtedir. Ancak, bu gerçek, kişinin mutlak anlamda aklını bu yönde kullanacağına dair bir işaret değildir. Sadece maddî âlemle irtibatlı olan akıl (akl-ı dünya), nefsanî istek ve arzulara açık olduğu için, kalbî ve ruhî hayattan habersiz olabileceği gibi karanlıkla, manevî körlükle ve cehaletle yüz yüze ve iç içe de olabilmektedir.
“İnsanı hayvandan ayıran (manevî) akıldır. İnsan, (manevî) akıldan uzaklaştığı zaman, hayvan ortaya çıkar” diyen Epictecos nefse ve maddeye dayanan aklın tehlikelerine işaret etmiştir. Haddizatında cismaniyet, hevâ ve hevesin etkilerinden, kısacası nefsi emmareden kurtulamayan akıl, marifet ve manevî (kalbî) tekâmülden de bütünüyle mahrum kalır.
Manevî hastalıklara müptela olan (şeytanî-nefsanî) akıl, şeytanlıkla bağlantılı olduğu için, nefsanî heveslere daima mağlup olacaktır. Akıl, Allah tarafından insana doğru-yanlış terazisi ve hayır-şer ölçüsü olarak ihsan buyrulduğu halde, bazen en akıllı kimseler dahî nefsaniyet zincirinden kurtulamadıkları için, en büyük hata ve kötülükleri de yapabilmektedirler. Böyle insanlar, ne kadar akıllı ve zekî olurlarsa olsun, aklı ve zekâları hep kendi nefsanî arzularını tatmin edecek sebep ve vasıtalara sarılacak ve sosyal-manevî sorumluluklarını ihmal edecektir.
Dünyaya meyilli olan böyle insanlar, dünyevî bazı olumsuz olayların karşısında da nefsaniyet duygularının kurbanı olarak aşırı tepki gösterir ve neticede üzülür. Hâlbuki manevî aklına kullananlar, nefislerini kontrol altında tutabilir. Hz. Ali’nin tespitleriyle, “nefsi, dünya için üzülmekten vazgeçirmek, (manevî) aklın meyvesidir”. Buhari’de geçen bir hadiste ise Peygamberimiz bu konuya şu şekilde bir aydınlık getirmektedir:
“Şeytan birinize gelir, bunu kim yarattı, şunu kim yarattı? der, hatta Rabbini halk eden kimdir? der. Böyle bir vesvese birinize ilka edildiği vakitte o kimse, Allah’a sığınıp o vesveseye son versin.”
Demek oluyor ki, aklın doğruyu bulması ve kişinin ona göre hareket etmesi noktasında güvenilir bir vasıta olabilmesi için, şeytanî duygu (telkin) ve manevî hastalıklardan tamamen uzak olması gerekmektedir. Şeytanî duyguların başında vesveseye yol açan itikadî şüpheler başrol oynarken, nefsanî duyguları harekete geçiren hastalıkların başında da kibir, öfke, hiddet, hırs, rütbe ve makam sevgisi, intikam hissi, güç gösterme sevdası ve günahlar gelir. Hz. Ali’nin bir sözüyle özetleyecek olursak “Aklın bozulmasının sebebi hevadır.” Bilindiği gibi heva, gönlün keyfî ve nefsanî isteklerine itirazsız uyma durumudur.
Aklı en büyük hatalara sevk eden bu gibi manevî hastalıklara hiç yakalanmamak gerekir, yakalananlar ise kalbî ve vicdanî akılla kendilerini manevî yönden rehabilite edip sabırla nefis ile mücadeleye devam etmelidir. Çünkü nefsanî hastalıklardan salim olmayan hiçbir akıl güvenilir olamaz.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi