islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4944
EURO
36,3655
ALTIN
2.965,81
BIST
9.221,38
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Akıl ile Zekâ Arasındaki İlişki (3)

Akıl ile Zekâ Arasındaki İlişki (3)

Geçen iki yazımda akıl üzerinde epey durmuştuk. Hatırlayalım: Akıl, pratik hayatta zihnî faaliyette bulunma eğilimi ve nesneler-fikirler arasında faydalı bağlantı kurma yeteneğini gösterme açısından zihin olarak da tanımlanabilir. Zekâ, ise tahlil (analiz) yoluyla elde edilen bilgiye yönelik olguların ve tecrübelerin yanında zihin, dikkat, yargılama, akıl yürütme, yani mantıklı düşünme yeteneği (istidlâl) ve soyutlama gibi düşünce ve fikir ürünlerinin bütünüdür. Zekâ, sosyal çevreye uyum sağlama, bilgi birikimini akıllıca kullanabilme ve yerinde değerlendirebilme, karmaşık fikirleri kavrama, düşünme ve çözüm yolları üretebilme, öğrenilen şeylerden yararlanılabilme gibi yüksek zihnî kapasiteden oluşmaktadır.

Zihnî kabiliyet, sadece kitaptan öğrenme, dar manada akademik bir beceri veya testten alınan yüksek puan anlamına gelmez. Zihnî beceri, çevremizdekileri mânâlandırmada veya “ne yapacağını aklında biçimlendirme” yetenekleri ile ilgili, geniş ve derin bir kapasiteyi yansıtmaktadır. Yüksek zekâ, bir mânâda bir merdivenle ne kadar hızlı çıkabileceğimizi gösterirken, orta derecede bir akıl seviyesi dahî, doğru hedefe ulaşabilmek açısından merdivenin doğru pencereye dayamamız gerektiğini öğretmektedir. Alman filozof İmmanuel Kant’ın (1724-1804) ifade ettiği gibi, “Akıl, (nefsanî) zekâdan daha üstün bir şeydir. Bu geniş mânâsıyla akıl, insanı egoist ve maddî ihtirasların zaafından kurtaran ahlâkî irade demektir.”

Zekâ Türleri

Zekânın değişik tezahürlerine bakarsak birbirleriyle bağlantılı birçok türlerini ve tiplerini görmek mümkündür.

1.) Soyut Zekâ: Mücerret (soyut) mefhumları (kavramları), işlemleri ve sembolleri anlamak ve başarılı bir biçimde kullanmak için gerekli olan zihnî güçtür. Çocukların yaşı ilerledikçe somut düşünceden soyut düşünceye bu zekâ sayesinde erişir.

2.) Mantıkî Zekâ: Neyin mantıklı olduğunu arayan ve rahatlıkla tespit edebilen zihinsel güçtür.

3.) Tabiî (Genetik) Zekâ: Katılımla nesilden nesile geçtiği kabul edilen bir zekâ türüdür..

4.) Duygusal Zekâ: Aklın yanında özellikle sosyal münasebetlerde hissî ve sosyal/insanî yetenek gösteren, neyin doğru olduğunu rahatlıkla kavrayabilen bir zekâ türüdür. Duygusal zekâsı yüksek olan insanlar, sosyal açıdan dengeli, dışa dönük, neşeli, korkaklığa ve strese yatkınlığı olmayan kimselerdir. İnsanlara ve davalara bağlanma, duygularını doğrudan dile getirme, mesuliyet alma, ahlâkî bir görüşe sahip olma, hayata olumlu bakma, hayatta bir mânâ bulma hususiyetleri dikkat çeker. Münasebetlerinde başkalarına karşı sevecen ve duyarlıdırlar. Zengin, ama yerli yerinde bir duygusal hayatları vardır. Kendileriyle, başkalarıyla ve yaşadıkları sosyal çevreyle barışıktırlar. Terkip (sentez) hâlinde duygusal zekânın yetenekleri şunlardır:

a) Öz bilinç: kendi duygularını ve ruh hâlini iyi bilmek, psikolojik sezgiye sahip olmak ve kendini bilmek.

b) Öz denetim veya itidal: Duyguları uygun bir biçimde idare edebilmek ve hissî dünyamızda tefrit-ifrat çizgisinin dışına çıkmamak.

c) Özgüven/Özyönetim: Kendine hâkim olabilmek, güvenmek ve tıkanıp kalmadan duyguları bir hedef doğrultusunda harekete geçirmek.

d) Sosyal Bilinç: Empati çerçevesinde başkalarının duygularını anlamak ve insanlara sosyal yönden yaklaşmak.

e) Sosyal Marifet: Beşerî münasebetlerinin devamını sağlayabilmek ve parlak bir sosyal hayat sürdürebilmek.

5.) Sosyal Zekâ: Başkalarının duygularını anlayabilmede becerikli olmak ve beşerî münasebetlerde akıllıca ve pratik davranabilmektir. Sosyal zekâ, aynı zamanda başkalarını, istediği gibi yönlendirebilmek ve kendi isteklerini başkalarına yaptırabilmektir. Sosyal bilinç bağlamında duygusal zekânın bir parçası olan sosyal zekâda, başkalarını sevip sayma ve muhtaçlara yardım etme hassasiyeti vardır. Özellikle sosyal duyarlı, sorumlu ve empatik kişilerin sosyal zekâları çok gelişmiş olduğu için, başkalarının neye ihtiyacı olduğunu rahatlıkla anlayabilir ve ne istediklerini gösteren belli veya belirsiz sosyal sinyalleri daha kolay algılayabilir. Bu hassasiyetler, toplumda hayırseverlik hislerinin gelişmesini ve sosyal yardımlaşmanın yaygınlaşmasını kolaylaştırmaktadır.

6.) Manevî (Ruhsal) Zekâ: Kâinat-Yaratıcı bütünlüğü çerçevesinde hadiselere, farklı bir şuur penceresinden ve ruhî derinliklerden farklı boyutlarda ve günümüz beşerî mantığından farklı olarak anlamlı ve değişik manalar verebilen manevî melekedir. Ruhî zekâ, ruh sağlığı, ruhî saflık, berraklık, temizlik, meziyet ve güç ile yakından alakalı olduğu için, evren ötesi ve evrene hâkim bir zekânın ışığıdır. Bir başka ifadeyle, Yaratıcı’nın ilahî ilminin ve gücün bir esintisi olarak insan, ruhî zekâya, temiz kalbi ve tefekkür, tezekkür, ilham gibi yaklaşımlarla kavuşabilir, onu keşfedebilir ve tezahürünü veya tecellisini yalnızca ruhu vasıtasıyla özel ve sosyal hayatına aktarabilir, bununla birlikte hem saadete, hem de başarılara kavuşur.

7.) Fıtrî Zekâ: İnsanın, doğuştan sahip olduğu bütün zihnî özellikleridir. İnsanlar, genellikle bedenî bakımdan olduğu gibi, ruhî ve zihnî bakımdan da hissetmeye, algılamaya, doğru biçimde düşünmeye ve inanmaya elverişli kabiliyetlerle dünyaya gelir. Ancak, temelde temiz ve doğru zihnî düşünce yapısı, insanî zafiyet, nefsanî duygular, sosyal çevre veya ideolojik bazı fikirlerin etkisiyle tabiî gelişme imkânından mahrum edilebilir ve bunun sonucu olarak fıtrî zihin gücü zedelenebilir, zihnî ve manevî saplantılar ortaya çıkabilir.

8.) Nefsanî Zekâ: Nefsanî güçlerin, duygusal, manevî ve fıtrî zekânın gelişimini önleyerek, insanı dünya menfaatine iten, onu egoist ve maddî ihtirasların bir esiri hâline getiren şeytanî zekâdır. Aklın en büyük düşmanı, kontrol altından alınamayan nefs-i emmarenin emri altında olan zekâdır. Nefsanî zekâ, her zaman kurnazlığı tercih ederek, kolaycılığa kaçar. (Kalbî) Akıl ise, doğru tercihleri yapabilmek için, manevî kaynakların özelliklerinden ve terkibinden yararlanır.

Ezcümle

Allah, bizleri akıl ve zekâ vermiştir. Önemli olan aklımızı da zekâmızı da yerli yerinde kullanmaktır. Nefisine uyan bir insan, ne aklını, ne de zekâsını doğru kullanabilir. Öyle ise güzel ahlâkımızı koruyarak, Allah’a karşı daima sorumlu olduğumuzu düşünerek nefsimizin hilelerinden kurtulmanız çarelerini aramamız gerekir. Akis takdirde ne aklımız, ne de zekâmız bize fayda verir. Aklımızı, kalbî ve vicdanî hislerimize yani ruhî meziyetlerimize emanet edersek, zekâmız da aklın emrinde bir işlev görür ve akıl-zekâ işbirliği neticesinde zihnen hep doğru düşünür ve isabetli kararlar alabiliriz. Hür aklını ve üstün zekâsını istikamet üzere kullanabilene ne mutlu.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.