İdrak etme, anlama ve kavrama manalarına gelen akıl, gözlemleyerek, düşünerek, tefekkür ederek, mukayese yaparak, hayal ederek, eğitim alarak veya nasihat dinleyerek, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edebilen zihnî kabiliyetlerin bütünüdür. Arapça “ikal”, yani “bağlamak” kökünden gelen akıl, soyut-somut şeylerle mantıkî, doğru, isabetli ve kabul edilebilir şeyleri idrak edebilen ilahî ve nuranî bir cevherdir. Kur’ân-ı Kerim’de 70 kadar âyette akletmekten ve akıl sahiplerinden bahsedilmektedir. Sık sık tekrar edilen âyetlerden biri de “niçin düşünmüyor, aklınızı kullanmıyorsunuz? mealindeki âyetlerir.
Manevî yaklaşımla aklın doğru düşünebilmesi için, kalbin de akletmesi (düşünmesi) gerekir. Dolayısıyla doğru düşünebilmenin (aklî-fikrî faaliyetlerin) kaynağı, ruhtur. Manevî kalpten gelen ışıklar, aklı aydınlatıp, hürleştirir. Sıhhatli bir şekilde aklı kullanabilmenin tek yolu, nefsaniyetten arınıp, kalp ile düşünebilmektir. Akıl-kalp dengesi ile tefekkür daha sağlıklı sonuçlar vermektedir.
Akl-ı Selîm
Aklın, fıtrat, ruh istikametinde tekâmül etmesine akl-ı selîm de denir. Akl-ı selîm, ahlâkî irade ile nefsi, zaaflardan kurtardıktan sonra elde edilen hür akıldır. Bu akılla insan, doğruyu, hak ve hakikati bulur. Akıl, nefs-i emmarenin etkisi altında kalmadığı sürece, ruhun vesayetinde idrakî (bilişsel) boyutuyla tekâmül eder ve insana hakikati ve bütün manevî güzellikleri gösterir.
“İyi bir akla sahip olmak yeterli değildir. Asıl olan onu, iyi kullanmaktır” diyen René Descartes da aklın kendi başına bir şey ifade etmediğini, önemli olan onu manevî kaynaklarla desteklemek olduğunu söylemektedir. Son Peygamberimiz ise, “İnsanların Allah’a yakınlıkları ancak akılları kadardır” sözü de manevî kalbin destek verdiği, tefekkür ve tezekküre sevk ettiği ve Allah’a yaklaştırdığı akla işarettir.
İmam-ı Gazali’nin yaklaşımına göre akıl noktasında bir insana aklî (kalbî) mekanizmalarının gelişimine dönük olarak iki latife-i rabbaniye verilmiştir:
1.) Aklı-ı meâş: Dünyayı (maddî âlemi) idrak ve onu iyi kavrama hâli.
2.) Aklı-ı meâd: Allah’ın müsaade ettiği nispette öteleri (gaybi, metafizik âlemi, ahireti) belirli bir dereceye kadar manen (kalben) görme veya anlama aklı ve idraki.
Klâsik eserlerde maneviyat odaklı akıl, genelde üç kısımda incelenmektedir:
1.) Fıtrî Akıl: Hemen hemen her normal insanda var olan, söylenen sözleri anlayan, iyiyi, kötüden ayırabilen, meseleleri anlayan ve idrak edebilen akıldır. Bu akıl, ruhun lisanı ve ilâhî tekliflerin de muhatabıdır.
2.) Akl-ı Hüccet: Tefekküre açık olan akıldır. Ruhun inkişafı ile ortaya çıkan, kendini idrak eden, ilâhî emir ve yasaklardaki esprinin ve mananın yanında dünyevî ve uhrevî maslahatları kavrayan akıl, ham düşünceleri daha ileri bir boyuta taşır. Fıtrî akıl, ruhun basit bir nuru almasına karşılık, bu seviyeye ulaşmış akıl, ruhun inkişaf etmiş bir ışığıdır.
3.) Aklü’t Tecrübe: Tekvinî (yaratılışla ilgili) emirleri okuyan, teşriî (İslâmî hükümlerle ilgili) disiplinleri kavrayan, okuduklarını sürekli terkip (sentez) ve tahlile (incelemeye) tâbi tutarak, ilim ve din (iman-maneviyat) yolunda ilerleyen akıldır (Marifetullah).
Ezcümle
Hangi mertebede olursa olsun akıl, ilâhî ilmin bir nuru ve ziyası bulunması açısından hem kendini, hem de kısmen de olsa bütün eşya ve hâdiseleri idrak edecek mahiyette aziz bir cevherdir. Diğer yandan akıl veya bilim (pozitif düşünce), bilgi elde etmenin tek yolu olmamakla birlikte bilim ve düşünce dünyasındaki yerleri de inkâr edilemez. Akletmek, yani eşya ve olaylar arasında ilgi kurmak, aslında akla teslim olmanın değil, kalbî düşünmenin ve varlığı anlama çabasının adıdır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi