İnsanlar, dindarlarda dâhil manevi dinamiklerini kaybettikleri zaman, acının yüksek olduğu bir durumu yaşadıklarında, travmatik bir durum ile karşı karşıya kalırlar. Bu acıyı giderememe halinde ise bu travmatik durum giderek ağırlaşır ve psikomatik semptomları açığa çıkarır. Modern dünya manevi dinamikleri yok eden bir kültürel akışkanlığı ile maruf olarak öne çıktığı için travma günlük ritüellere dönüşmektedir. Travmanın normalleştiği yeni bir dönemi yaşamaya başladık. Bunun farkındalığına sahip olunmadığı zaman şüphenin giderek çoğalacağı bir zemin ve güvenin yitimi ile karşı karşıya kalınır.
Gözlerimizin önünde bir soykırım trajedisine tanıklık ediyoruz. Bu tanıklığı ortadan kaldıracak bir yöntem ise bulunmamaktadır. Kendinizi medyadan kopardığınızda da kulağınıza bu soykırımın haykırışları doluşmaktadır. Bu sefer kendinize yönelik olumsuzlayıcı bir tutum öne çıkmaktadır. Kendinizle barışık olmadığınızda ilişkinizdeki güven sorunu giderek çoğalmakta ve yerini olumsuz bir zemine bırakmaktadır. Buradaki tek fark, bu durumu kendinize itiraf edemediğiniz için sebebi konusunda bir açıklığa sahip değilsiniz. Normalinize döndüğü içinde farkındalığınızı yitiriyorsunuz…
İktidarlar buna seyirci, müslüman ülkelerin iktidarları da seyirci pozisyonunu değiştirme cüretinde bulunmamaktadır. Batılı iktidarlar ise bu katliama destek sunmaya devam edip etmeme konusunda bir tereddüt yaşamaktadırlar. Günün sonunda, halkın tepkisinin üreteceği sonuçlar yüzünden yaşadıkları korku ile farklı bir tutuma doğru sürüklenmektedirler. Ama hala yardım yapabilmeyi bile en ilkel koşullarda yapmak zorunda kalmalarının yaşadığı dramı saklayamamaktadırlar. Müslüman ülkelerin iktidarları ise ne yapacağını bilememenin getirdiği mütereddit bir tutum üzerinden öylece kalakalmışlardır.
Bu tutumun gelecekte nelere mal olacağına dair bir yaklaşımları da söz konusu olmamaktadır. Yoksa korkudan titrerlerdi. Müslüman halk ise en büyük trajediyi yaşamaya devam etmektedir. Elleri kolları bağlı olmaktan öte kendi iradelerini açığa vuracakları bir zeminde kendi elleriyle yok edilmiştir. Yapılan gösteri ve boykot girişimlerinin yaşanan soykırım karşısında bir varlık göstermesi beklenmemektedir. Bu da durumu giderek ağırlaştırmaktadır. Bir vurdumduymazlık olarak inşa edilebilecek bu süreci eğer sağlıklı bir şekilde geçiremezse Müslümanlar, kendilerine yönelik bu utanç verici durumu ölümlerine kadar yaşamaya mahkum kalabilirler. Bu durumun getirdiği acı ve ruhsal utanç hali, kişinin kendi dengesini bozma konusunda ciddi bir etki yapmaktadır.
Olayın toplumsal psikolojiye getireceği yük ile bireysel psikolojiye getireceği yük aynı ağırlıkta olmayacaktır. Toplumsal psikolojide birey her zaman bir kaçamak yapacağı bir gedik bulabilir. Ama kendi vicdanı ile baş başa kaldığı zaman hissedeceği hakiki duygunun kendisinde meydana getireceği kırılma ve bu kırılmaya bağlı kriz hali ise ciddi bir duruma işaret eder. Bu durumdan kurtuluşun tek adımı olan vurdumduymazlık ise daha ciddi sorunlara neden olacaktır. Sürekli kendisini aşağılayan bir psikolojik zemin her şeye karşı bir mesafe geliştirme veya yöneldiği her şeyi sahici biçimi içinde değil sahtelik kokan bir zemine yaslanarak yapacaktır. Ki bu durumda da sorunu katmerleştirir.
Yatağına uzandığı zaman, Filistinlilerin yıkılmış binalarının getirdiği dışarıda kalma ve o soğukta korunmasız bir şekilde gecelemeleri vicdanını tırmalamaya devam edecektir. Çocuğuna gülümsediği zaman, evladını yitirmiş anneler aklına hücum edecektir. Babasına sıcak bir gülümseme ve sarılma gerçekleştirdiği zaman, çocuklarını kaybetmiş babalar, babalarını kaybetmiş çocuklar zihnine hücum edecektir. Oradaki hayat şartlarının giderek ağırlaştığı ve yemek bulamadığı için ölen yaşlı, kadın, erkek, çocuk ve bebeklerin ölümü aklına mıh gibi çakılacaktır. Yani burada rahat bir şekilde yaptığın her şey sana batacaktır. Ve orada oluşan mahrumiyet yüreğini dağlayacaktır.
Toplum veya birey için en büyük kötülük ise, bütün bu olup bitene karşı yapabilecek hiçbir şeyinin olmaması, yaptığı şeylerin ise durumu düzeltmeye yönelik bir özellik taşımaması güçlü bir yetersizliğe dayalı çaresizliği besleyecektir. Çaresiz insanların durumu kabullenmesi ise başka sorunlara kapı aralayacaktır. Ki en çok korkulması gereken durum tam olarak bu kabullenme durumudur. Çünkü bu durum gerçekleştiğinde artık kötülüğe dur diyecek bir şey kalmayacak. Ve kötülüğün iktidarı belirleyici bir güç olarak yaşamı anlamsızlaştırarak gereksizleştirecektir.
Ey insan, hali pürmelâlin bu! Müslüman olmayanlar, müslüman olmaya yönelik bir imkân kazanmaktadırlar. Ama bu çaresizliği aşamazlarsa benzer bir psikoloji onları da beklemektedir. Ama sen, ey müslüman! Nasıl aşacaksın bu durumu? Senin önünde de bir tövbe kapısı açık durmaktadır. Oradan içeri girmeli ve yeniden iman ederek, imanın sağladığı özgüven ile yeniden bu olup bitene karşı daha sağlam temellere dayalı bir tepkiselliği inşa edebilirsin. Ya bitip tükeneceksin, ya da dirilip durumu değiştirecek adımların atılmasına zemin oluşturacaksın, karar senin artık…
Kendi iktidarlarımıza yönelik bir tepkiselliği inşa ederek işe başlamak en doğru zemin olarak görülmektedir. Ama önce kendimizi sigaya çekmeli ve yaşam koşullarımızı yeniden ele alarak yeniden düzenlemeliyiz… Orada kardeşlerimiz aç ve açıkta yaşarken, bizler burada her türlü konforu yaşayarak varlığımızı sürdüremeyiz… Bu onların imtihanı diyerek kendi sorumluluğumuzdan kurtulamayız… Oruç ayı geldi çattı. Ramazan boyunca konfordan vazgeçerek o kardeşlerimiz gibi kendimizi mahrum bırakarak yeni bir dünyaya merhaba diyelim. O zaman belki bazı şeyler değişebilir umudu diri tutulabilir…
Abdulaziz Tantik
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
Ya bitip tükeneceksin, ya da dirilip durumu değiştirecek adımların atılmasına zemin oluşturacaksın, karar senin artık…