Cemevine Yine Çirkin Bir Saldırı
İstanbul Sultanbeyli’de Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Cemevine gece saatlerinde kapıları kırarak içeri giren kişi ya da kişiler tarafından yerlere ‘Bitmedi’, ‘Öl’ gibi tehdit içerikli yazılar yazıldı. Ayrıca bağış kutusu kırılarak içindeki para çalındı. Saldırıya ilişkin konuşan Sultanbeyli Cemevi Başkanı Erdal Aksoy, cemevinde çalışanların sabah kapıları açmasıyla saldırıyı öğrendiklerini belirterek, “Bunun hırsızlık mı yoksa son yaşanan siyasi gerilimlerden dolayı yapılan bir provokasyon mu olduğu inceleniyor” dedi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Sultanbeyli’deki Pir Sultan Cemevine yapılan saldırıya ilişkin soruşturma başlattı.
Alevi Kardeşlerimizin Hukukunun Korunmasının Teminatı: Hilfü’l-Fudûl Modeli
Muhterem Okuyucularım;
Herhangi bir Avrupa ülkesinde camilerimize yönelik bir saldırı olduğunda ne kadar çok üzülüyor isek memleketimizde farklı inançları benimsemiş insanlarımızın oluşturdukları derneklere veya ibadethanelere yapılan benzer eylemler de bizi en azından düşündürmeli ve kaygılandırmalıdır. Biz farklı dünya görüşlerine veya inançlara sahip olsak da neden içimizden bazıları bunu bir sorun olarak görüyor ve hatta daha da ileri giderek, bizden farklı olan insanlarla sosyal barış içinde birlikte yaşamayı halen bilmiyor?
İşte Türkiye’de zaman zaman alevi kardeşlerimizin evlerine, işyerlerine veya derneklerine bazı saldırılar yapılmaktadır. Bu konuyu bu sitede bir keresinde “Alevilerin Evlerini İşaretlemek Milletimizin Birliğine Saldırmaktır” başlığını atarak, alevi kardeşlerimizin huzurunu hiç kimsenin bozma hakkının olmadığı ifade etmiştim. Çünkü vatanımızda yaşayan herkesin can ve mal güvenliği vardır. İslâm’da hangi dinden veya ırktan olursa herkese kendi inancını koruyarak, yaşama hakkı vermektedir. Aleviler ve Alevilik konusunu yine ele almaktan dolayı üzülüyorum ama tekrarlamanın faydalı olacağını düşünüyorum.
İnançlarını veya fikirlerini beğenelim veya beğenmeyelim bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlarımız, dünyevî boyutuyla kardeşlerimizdir. Alevilik ve Aleviler konusunu, toplumsal barış ve dayanışma gibi sosyal siyasetin hedefleri açısından değil de itikadî ve amelî yönden ele aldığımızda gayri ihtiyari olarak Aleviliğin/Alevilerin, ne kadar İslâm/Müslüman olduğuna dair tartışma alınan girmiş oluruz. Bazı ilahiyatçılarımız bu çerçevede Aleviliğin İslâm’dan sapma bâtıl bir inanca dönüştüğünü ve dolayısıyla kasti olarak İslâm’ın şartlarını yerine getirmeyen Alevilerin de Müslüman olmadığını iddia etmektedir. Böyle kesin hükümler, dinî açıdan doğru bile olsa, demokratik kültüre uygun düşmemektedir. Demokrasilerde ne din, ne de devlet, inançlarında kimin doğru veya yanlış olduğu yönde bir hüküm koyamaz. Kaldı ki başka bir cemaati tekfir etmek, İŞİD gibi Haricilik kültürü ile beslenen cahil güruhların arayıp da bulamadıkları bir “cihat” gerekçesi olmaktadır. Toplumsal yansımaları açısından bu durum da korkunç facialara yol açabilmektedir. Mezkûr haber bunu bir daha göstermiş oldu.
Yeni toplumsal çalkantıların ve düşmanlıkların ortaya çıkmasını istemiyorsak her hususta olduğu gibi Alevilik konusunda da Peygamberimizin (sav) mübarek izinden gidip, birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşamanın yollarını aramalıyız. Bu bağlamda Türkiye’nin mevcut siyasî sisteminde Alevi vatandaşlarımızın diğer toplumsal kesimlerle birlikte huzur içinde yaşayabilmelerinin teminatı olarak cahiliye döneminde ortaya çıkmış olan “Hilfü’l-Fudûl” uygulaması bir çözüm modeli olarak düşünülebilir.
Multi-kültürel Toplumda Birlikte Barış İçinde Yaşama Modeli: Hilfü’l-Fudûl
Hilfü’l-Fudûl, İslâmiyet’ten önce bazı Kureyş kabilelerinin, Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek, yerli ve yabancı kimsesizlere ve çaresizlere zulüm yapıldığında zalimden hakkını geri alıncıya kadar kabileleriyle birlikte onlara her türlü destek vereceklerine dair fazilet (fudûl) yeminine dayanan bir antlaşmadır. Bu antlaşmaya en genç üye olarak el-emin sıfatıyla Peygamberimiz (sav) de katılmıştır.
Antlaşmanın muhtevası genel hatlarıyla şu şekildedir: “Allah’a and olsun ki, Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi, ister kötü, ister bizden, ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebir dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız.”
Şimdi ise cahiliye devrine ait olduğu halde Hilfü’l-Fudûl’un hizmetlerinden memnun kaldığını açıkça beyan eden Hz. Muhammed’e (sav) kulak verelim:
“Hilfü’l-Fudûl’a katılanların en genci idim. O zamanlar Mekke’ye pazara gelenlerin mallarını ve hanımlarını zorbalıkla ellerinden alıp vermiyorlardı. Mekke’nin ismi civarda kötüye çıkıyordu. Buna mani olmak, Mekke’de huzur, emniyet ve asayişi temin etmek gayesiyle namları ‘Fadıl’ faziletli diye anılan dokuz veya on bir kişinden müteşekkil bir teşkilat kuruldu. Ben de bunlardandım. Bunlar aralarında ahlâk ve fazileti savunacaklarına dair ahdedip, Mekke’ye gelenlerin mallarını, canlarını ve hanımlarını bütün kötülüklerden korudular…”
T.C. Devletinde bütün vatandaşlarımız, eşit haklara sahip olmakla birlikte sosyolojik boyutuyla toplumsal gruplar arasında halen gerçekçi bir toplumsal kaynaşma ve dayanışma tesis edilememiştir. Alevi ve Roman vatandaşlarımız gibi bazı sosyal kesimler, halen ihmale uğramakta, horlanmakta, dışlanmakta ve mezkûr haberde de görüldüğü üzere değişik sinsî yöntemlerle tehdit edilmektedir. Etnik, mezhebî, dinî inanç farklılarımızdan dolayı birçok sosyal grup, birbirine mesafeli ve birbirinden habersiz olduğu ve yapılan haksızlıklar karşısında duyarsız kaldığı sürece art niyetli bazı kişiler ve terör örgütleri, bunu fırsat bilip, bazı provokatif eylemlere başvurabilir. Bunun önüne geçebilmek için, insan hakları temelinde “Hilfü’l-Fudûl” modeli günümüz şartlarına uygun olarak canlandırılmalıdır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi