Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Kültür Bakanlığı’na bağlı “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” kurulacağını açıkladı. Bu açıklamadan sonra basın yayın organlarında ve sosyal medyada Alevilik meselesi yeniden tartışılmaya başladı. Alınan kararla ile ilgili yorumlar ister istemez Alevîliğin ne olduğu ile ilgili görüşleri de gündeme getirdi. “Alevilik din midir, mezhep midir, meşrep midir, tarikat mıdır, yoksa bir kültür müdür?” soruları, bu konuda yapılan yorumların farklılığında en önemli etken olmaktadır.
Herhangi bir inancı tanımlamak, öncelikle o inanca mensuplarının hakkıdır. Bir diğer ifadeyle, kimse bir başkasının inancını tanımlama hakkına sahip değildir. Ancak birlikte yaşadığımız insanların inancını onların kendi tanımlamasıyla öğrenme hakkımız vardır. İşte bu yazımızda bu hakkı kullanarak, konunun uzmanlarının, bazı Alevi yazar ve kanaat önderlerinin Alevîlikle ilgili tanım ve yorumları ışığında bir değerlendirme yapılacaktır.
İslâm tarihinde Alevi kavramının ilk kez halifelik ile ilgili tartışmalarda kullanıldığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan ve üçüncü halife Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile şiddetlenen tartışmalarda “Aleviye” veya “Şiatu’l-Ali (Ali taraftarı)” kavramı kullanılmıştır.[1]
Bilindiği gibi, Emevi halifesi Yezid b. Muaviye döneminde gerçekleşen Kerbelâ Olayının yankısı, sosyal ve siyasal ortamın da etkisiyle her tarafa yayılıyordu. Bu olayın yayıldığı bütün bölgelerde Emevi yönetimine olan tepki çığ gibi büyüyor, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi pek çok tarikata ilham kaynağı oluyordu. Müslümanlığa yeni girmiş olan Türkler arasında Hz. Ali ve Hz. Hüseyin hayranlığı giderek artıyordu.[2] Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında gelişen bu etkileşim biçimi, bazı Türk boylarının ileriki yıllarda Alevi olarak anılmasında en önemli etken olmuştur.
Günümüzde farklı Alevîlik tanımları yapılmaktadır. Örneğin Karaca Ahmet Sultan Derneği’nin internet sayfasında Anadolu Aleviliğinin oluşumuyla ilgili şu bilgiler yer almaktadır: “Türkler İslâmiyet’i 9. yüzyılda tanımaya ve İslâm’ı gözden geçirip kendi kültürleri ile uyumlu hale getirmeye çalıştılar. İslâm’ın bazı özelliklerini kabul edip bazılarını kabul etmediler. Bedevi Arap toplumu için konan kurallar, kendileri için yabancıydı. Türkler ve o coğrafyadaki diğer milliyet mensubu halk İslâmiyet’i kabul ederken, kendi geçmiş kültürleri ile yeni bir sentez oluşturma yoluna gitti. İşte Anadolu Aleviliğinin orijinalliği, bu oluşumun tarihi yolculuğu farklı bir kulvarda yapmış olmasından ileri gelmektedir.”[3]
Alevi dedelerinden İzzettin Doğan’a göre “Alevilik, Türk kabilelerinin İslâmiyet’i mümkün olduğu ölçüde şekilden arındırmasıyla oluşan bir dini anlayış biçimidir. İslâm’ı kabul eden Türkler eski inanç ve adetlerini kendi geleneği ve kültürüyle yoğurmuştur. Horasan, Semerkant ve Buhara’dan gelen gruplar Anadolu’ya geldiği zaman Hıristiyanlarla karşılaşmış ve onlardan etkilenmiştir. Böylece Alevi gruplar İslâm’ın değişmez diye bilinen kurallarını dikkate almamış, daha ziyade insan sevgisi ve hoşgörüye dayanan bir anlayışı benimsemiştir.[4]
Lütfü Kaleli, Aleviliği şöyle tanımlamıştır: “Alevîlik, Allah-Muhammed-Ali inancınıı kalbinde taşıyan, Hz. Ali’nin adaletinden ayrılmayan, temelinde insan sevgisi bulunan, her inanca saygı duyan, dil, din, ırk, renk farkı gözetmeyen, eline, diline, beline sahip olmayı şart koşanları çatısı altına alan, lâik, demokrat, eşitlikçi, paylaşımcı düşünceyi savunan, zalime ve zulme karşı mazlumun yanında olan, sevgi ile Tanrı’ya yönelen, edepli olmayı yaşamın temeline oturtan, hamurunda hem ilahiliğin hem de irfaniliğin mayası bulunan, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den gelen neslin imametini teberrâ ve tevellâ ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini, bâtıni özelliğiyle evrimleştirip akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren bir inanç sistemidir.”[5]
Bedri Noyan’a göre: “Alevilik, İslâm içerisinde dini hükümlerin zahirinden ziyade bâtıni yönünü esas alan bir mezheptir. Söz gelimi dinin zahirini esas alanlar, elini yüzünü yıkayarak abdest alırken, batınını esas alanlar, el ve yüzü yıkayarak beden temizliği yanında gönül ve ahlâk temizliğine de önem verir.”[6]
Alevi yazarlardan Reha Çamuroğlu, Aleviliğin heterodoks bir İslâm olduğunu ileri sürer. O’na göre; “Özünü insan kardeşliği ve Tanrı’yı insanda görme anlayışından alan Alevilik, İslâm kültürel kuşağı içerisinde yaşamış, Müslümanlığın sembolik yapısı içerisinde kendini ifade eden bir heterodoksidir. Bir Alevi ya da Bektaşinin ‘Ben Müslümanım’ deyişi, bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Yoksa diğer dinleri Müslümanlıktan aşağı görmesinden değil. Bu anlamda ‘Alevilik gerçek Hıristiyanlıktır’ demek, ‘Alevilik gerçek Müslümanlıktır’ demek kadar doğru ve yine aynı oranda yanlıştır.”[7]
Alevi yazarlardan Hüseyin Tuğcu’ya göre: “Alevilik ne bir din, ne bir mezhep, ne de folklorik bir öğedir; Alevilik bir meşreptir. Ana kaynak olan Kur’an ve Sünneti biraz farklı biçimde yorumlama ve yaşama tarzıdır. Alevilerin dini İslâm’dır. İran, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Pakistan, Afganistan, Tacikistan ve Azerbaycan’da Şii ya da Alevi diye tanınan Müslümanlar mezhepte Caferi, İmami, Nusayri, Dürzi, Zeydi, İsmaili gibi isimlerle anılmaktadır. Fakat Türkiye’de Alevi ve Bektaşilerin hemen hepsi Caferi olduğunu söylese de bu yanlıştır. Türkiye Alevi ve Bektaşileri On İki İmamcıdır… Anadolu Aleviliği denilince Anadolu’ya has Alevilik kastedilmektedir. Bu da kendi içinde farklı özellikler taşır. Sivas Alevisi, Tunceli Alevisinden; Kahramanmaraş’taki Nurhaklar Hatay’daki Nusayrilerden; Antalya Toroslardaki Tahtacılar, hemen yanı başındaki Ağaçeri ve Türkmen Alevilerinden; İzmir Narlıdere Alevi-Bektaşileri, Balıkesir Çepnilerinden farklıdır. Karadeniz’de yaşayan Sıraç Alevileri ile Trakya’daki Amucalar arasında büyük farklılık vardır. Her ne kadar temel aynı ise de, Alevilerin sosyo-kültürel yaşantısında bu farklılıklar ön plana çıkar. Sadece Sivas’ta en az altı çeşit Alevi grubun bulunduğu tespit edilmiştir.”[8]
Aleviliği İslâm dışı bir inanç, kültür ya da ideoloji olarak gören Alevi çevreler de vardır.[9] Örneğin İzmir’de bir yurttaşın nüfus cüzdanının din hanesine İslâm yerine Alevilik yazılması talebinin reddedilmesi üzerine, Alevi-Bektaşi Kuruluşları Birliği Federasyonu Genel Başkanı Ali Doğan’a göre; “Alevilik İslâm’ın bir mezhebi değil, bütün dinlerden etkilenen bir yaşam biçimidir, aradaki tek ortak nokta ‘Allah-Muhammed-Ali’ üçlemesidir. Alevilik İslâm’dan binlerce yıl önce vardı. Alevilik İslâm’ın dışındadır ve kendine özgüdür.”[10]
Alevi yazarlardan Kazım Genç bir söyleşide şunları söylemiştir: “Alevilerin bir bölümü Müslüman olduğunu kabul etmiyor, bir bölümü ise kabul ediyor. Biz, Aleviliğin İslâm’ın içinde olmadığını, İslâmiyet’ten önce de var olan ve kendine özgü bir olgu olarak görüyoruz. Alevilik, Orta Asya’dan Şamanizm’in ritüellerini de alarak Anadolu’ya gelen, Musevilikten, Hıristiyanlıktan ve en geniş anlamda İslâmiyet’ten etkilenen bir inanç, felsefe, kültür ve yaşam biçimidir…”[11]
Alevi yazarlardan Cemşid Bender’e göre: “Kürtçe ‘Alav’ kökünden gelen Aleviliğin Hz. Peygamber’in amcasının oğlu Ali ile ilgisi yoktur. Alevilik On İki İmam Şiiliğinden tamamen uzak bir anlayış olup daha ziyade Zerdüştlüğün uzantısı ve Kürt uygarlığının ürünü bir inanç sistemidir. Alevilikteki ‘Alevi’ kelimesi Türkçe’de ‘Alevci, Alevli, Alevden yana olan’ anlamında kullanılmakta ve bazı yörelerde Alevilere Kızılbaş denmesi de bu tespiti doğrulamaktadır.”[12]
“Alevilikte Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitabının yazarı Ali Kaya’ya göre; “Alevilik, dini İslâm, kitabı Kur’an, Allah’a kul, Hz. Muhammed’e bağlı, Hz. Ali’ye talip olan, Ehl-i Beyt yolunu süren, Hacı Bektaş Veli’nin ‘eline, beline, diline sahip ol’ öğüdünü ilke edinen, iyi düşünce, doğru söz ve iyi davranışta kendini bulan, Tanrı’nın korkusu yerine sevgisini benimseyen, zahiri batınla ve batını da zahirle birleştiren, Kur’an’ın şekline değil özüne inen bir yoldur.”[13]
Tanımlara bakıldığında, tarih içerisinde adeta bir kültür yumağı haline gelen Aleviliğin İslâm dini ile birlikte daha pek çok inanç ve kültürün izlerini taşıdığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Aleviliği, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelerek göçebe hayatı sürdüren ve eski inanç ve kültürünü İslâm’la kaynaştırmaya çalışan Müslüman Türkmenlerin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisini esas alan Halk Müslümanlığı olarak değerlendirmek mümkündür. Dolayısıyla Aleviliği İslâm dışı göstermeye çalışan yanlı yorumlara iltifat edilmemesi, her şeyden önce tarih bilimine saygının bir gereğidir. Ancak tarihsel gerçeklerle bağdaşmayan Alevilik yorumlarını da hoşgörüyle karşılamak gerekir.
[1] Ahmet Yaşar Ocak, “Alevi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 368–369.
[2] Bkz: Yaman, Alevilik Kızılbaşlık Tarihi, s. 76–77.
[3]http://www.karacaahmet.com/inside.asp?kategori=1&link_id=36&alt_id=1, 20.10.2010.
[4] Ayhan Aydın, “İzzettin Doğan İle Söyleşi I”, Cem Dergisi, c. 5, Sayı: 54, Kasım 1995, s. 20–21.
[5] http://www.abkyol.nl/alevilik/aleviliknedir/index.html, 10.05.2009.
[6] Cemal Şener, Yaşayan Alevilik, İstanbul 1993, s. 31.
[7] Reha Çamuroğlu, Günümüz Aleviliğinin Sorunları, İstanbul 1992, s. 41.
[8] Hüseyin Tuğcu, “Alevilik Bir Meşreptir”, Köprü Dergisi, Sayı: 62, İstanbul 1998.
[9] Bkz: Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevilik, İstanbul 1992, s. 19–26.
[10] Umut Erdem, “Alevilik Tartışması”, Hürriyet Gazetesi, 01.10.2004.
[11] Neşe Düzel, “Alevilik İslâmiyet’in İçinde Değil”, Radikal Gazetesi, 10.10.2005.
[12] Bkz: Cemşid Bender, 12 İmam ve Alevilik, İstanbul 1993, s. 93.
[13] Ali Kaya, Alevilik’te Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Can Yay., İstanbul 2006, s. 50.
Hüseyin YILMAZ