Herhangi bir meşhur sözü veya cümleyi anladığını sanmak, insanı çoğunlukla yanıltır. ‘Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir’, sözü de bunlardan biridir. Bir ilkeyi, temel yaklaşımı betimleyen bir cümleyi, sembole dönüşmüş çarpıcı bir sözü duyduğunuz andan itibaren aklınıza üşüşen şeylerden daha derin olduğunu peşinen kabul etmeden onun anlamına yönelik bir seyir izlemek mümkün görünmemektedir. Sığlık dediğimiz hikâye sanırım bir meseleyi izah babında söylenen sözü aklımıza düşen yansıması ile anladığını sanmaktır.
Bir sözü, bir cümleyi, sadece zihne üşüştürdüklerinden çok, birden fazla boyutu ile dikkate alarak onu anlamaya çalışmak derinleşmeyi beraberinde taşır. Âlim kavramının ümmet nezdindeki iz düşümünü daha derinden öğrenmeliyiz. İki temel kavramdan biri olan Âlim, Âlem ile eşleştirilerek izah edilmektedir. Âlem ise insanın da içinde yer aldığı ve yaşamın döngüselliğini de taşıyan yaratılmış varlığın bütünlüğüne verilen isimdir. Âlim, bilgisi ile yol gösterici bir özellik taşıyor. Öğrendiği bilgisi ile de amel ederek örnekliğini/şahitliğini gösteriyor. Yani sadece söylemiyor, uygulamalı olarak onu aynı zamanda gösteriyor da… Bu iki temel ilkeye bir üçüncüyü de eklemeden âlimin ne anlama geldiği tam olarak ortaya çıkartılamaz! O da bilgisi ve ameli ile yaptığı öncülüğe aynı zamanda gördüğü ve kendisine sorulduğunda öğrendiği meselelere yönelik eğitici ve öğretici bir fonksiyonu; eğitim, öğretim terbiyesini de ifadeye kavuşturuyor. Ayıca bir meselenin anlaşılmasında bakışını bir yöntem üzerinden anlaşılır kılacak düzeyde ifadeye kavuşturarak meseleleri halletme üzerinden toplumsal bir terbiyeye de sahip olmaktadır. İşte bu özellikleri kendisinde toplayan bir âlim, hayatın kendi doğal akışı içinde sahibi olduğu bilginin öncülüğünde ortaya çıkan sorunları çözerek yaşamı kendi doğal akışına bırakarak insanların bu doğal akışı kendi şuuru üzerinden yaşamalarına yardımcı olmaktadır.
Âlimin Âleme benzetilmesi üzerine düşünmekte yarar var! Âlem, kendi içinde devingen ve çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Kendine ait bir akışı söz konusudur. Kendi içinde çoğul olduğu kadar bir birliği taşımaktadır. Âlem, topyekûn bir yöne sahiptir. Bu yönü değişime açık değildir. Âlem her zaman kendi akışını kendi içinde tanımlar ve değişime istikamet çerçevesinde değil, içerik boyutunda açık olur. Tenakuzları kendi bünyesinde taşır, onlara halel getirmez! Ne olup bitecekse onda olup biter. Bu temel yaklaşım üzerinden âlemin devingen, direngen, değişken ve dinamik bir yapıya sahip olduğu görülür. Âlim, işte bu yapısal çoğulculuğu ve dinamizmi kendi iç bünyesinde taşıyan, yaptığı her eylemi bilgi üzerinden gerçekleştirdiği ve bu gerçekleştirimi de bir istikamet tayini çerçevesinde yaptığını gösterir. Âlim, hayatın kılcal damarlarına kadar nüfuz ederek kendi kılcal damarlarını da dikkate alan bir yaklaşım üzerinden terbiyeciliği gösteren kişidir. Burada âlim, artık, bir yol gösterici kadar, bir şahsiyet inşasını yapan, önüne gelen sorunları çözümleyen, meseleleri hal eden, ortaya çıkabilecek sorunlara önlem alan ve uyarıda bulunan kişiyi de işaret etmektedir.
Âlim, yukarıda ifade ettiğim konumu elde ederken, belirli bir şuur üzerinden kendi hayatını düzenleyen ve etrafındaki insanların yaşamına da dalga dalga yayarak buna uygun bir şekil kazanmasına çalışan biri olduğu gibi ilahi rızaya yönelik samimi çabaları ilahi inayeti celbederek onu yaşamın sembol ismi haline getirir.
Âlim, bütün bu eylemliliği yeryüzünde bir konuma sahip olma adına değil, inandığı değerlerin gereği olanı sade bir şekilde ve bir beklentiye mahal bırakmadan yerine getirendir. Bu doğal akış, kendi doğal akışını oluşturarak bir âlem meydana getirir. Bu âlemde âlimin öncülüğü ve yol göstericiliği âlemin istikametini belirler. Âlemler içre bu âlem, âlimin örnekliğinde kendi akışını betimler ve yolculuğunu sürdürür. Âlim âlemin varlığının nedeni olur. Âlemin istikametinin betimleyicisi ve tetikleyicisi olur. Bu çerçeve içinde âlim ve âlem ilişkisi anlamlı bir zemine kavuşur. Ve âlim öldüğü zaman âlimin inşa ettiği bu âlem de ölüme doğru bir sürüklenişe yönelir. Ancak, bir başka âlim bu âleme yeniden ışık olup öncülük ederek onu hayata bağlayabilir. Bu yüzden âlimlerin, kendilerinden sonrasına kendi yerlerine liyakat ölçüsünce oturacak adayların yetiştirilmesine dönük sorumluluklarını yerine getirmeleri karşılıklı etkileşimin düzleminde işaret edilmelidir.
Bir âlimin fonksiyonelliğini ancak yaşarken yetiştirdiği insanların kendisinin konumuna yönelik bakışı ve kendisine yönelik beklentileri de işaret eder. Âlim kavramının kendi iç mantığı ve hiyerarşisi içindeki çoğul karakteri onu fonksiyonelliği içinde betimlemede işlevsel bir zemine sahip kılar.
Daha yalın bir ifade ile âlim; sahibi olduğu bilgiyi doğru ve samimi bir şekilde öğrenmiştir, bu bilgi ile hayatını ve istikametini belirgin kılmıştır. Öğrendiği bilgiyi, başkaları ile paylaşarak bu bilginin öğrenilmesine destek olmuştur. Aynı zamanda bu bilgi üzerine kurulu bir sosyal yaşamın varlığını temellendirirken bu temelin kurulmasına öncülük etmiştir. Bilginin kazandırdığı şuur ile yaşanılan hayatı doğru bir istikamete yöneltmek için meydana gelen yanlışları düzeltme, hataları giderme ve uyarı görevini yerine getirmiştir. İşte bu fonksiyonelliği içinde âlemde ve toplumsal zeminde bir konum elde etmiştir. Bu konumu ise kendi çıkarları için değil bilginin sade bir yaşantıya dönüşmesi ve bilginin işaret ettiği gerçekliği yaşama aktarılmasına vesile olmasına matuf kullanır.
İşte bir âlimin ölümünün âlemin ölümüne kıyasla anlaşılmasına dönük beklentiyi anlamak daha kolay olacaktır. Bir sözün, kastı mahsusanın anlaşılması onun âlemde varlık kazandığı sosyal gerçeklikle birebir ilişkili ve ilintili olduğunu da belirtmekte yarar var.
Bu düşüncelerin bende oluşmasına vesile olan Rasim Özdenören ağabeyin vefatının vesilesi üzerine kendisine rahmet diliyorum. Rabbimin merhameti ile dostlarıyla buluşmasını temenni ediyorum…
Abdulaziz Tantik