Yazar Yusuf Yavuz Yılmaz’ın kaleme aldığı “Aliya İzzetbegoviç ve Eleştirel Düşünce” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
“Ben olsam Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere eleştirel düşünme dersi koyardım. Batı’nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.”
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım, Zindandan Notlar)
Aliya’nın bu ifadeleri eleştirel düşüncenin toplumların hayatında ne denli önemli olduğunu gösteriyor. En küçük eleştirinin ihanet olarak tanımlandığı bir kültürel iklimde Aliya’nın değerlendirmesi daha büyük anlam taşıyor. Eleştirel düşüncenin yokluğu toplumsal hayattan siyasal örgütlenmeye kadar hayatın bütün alanlarını etkiliyor.
Aliya’nın Batı değerlendirmeleri de eleştirel düşüncenin örneğini verir niteliktedir. Eleştirel düşüncenin en büyük düşmanı toptancılıktır. Toptancılık, bir olayı tek bir yönden değerlendirmeyi ve aşırı genellemeyi içerir. Aşırı genelleme, incelenen olay hakkında farklı yönlerin ortaya çıkmasını engeller.
“Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
“Açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir… Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, Batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum.
Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu: Hayırlı işlerde yarışın.”
Yukarıdaki iki alıntı Aliya İzzetbegoviç’e ait. İfadeler çelişkili değil, eleştirel düşüncenin ürünü. Çünkü eleştirel düşünce bir olayın farklı yönlerini ortaya koyarak kişiyi önyargılardan uzaklaştırır. Eleştirel düşünce, insanı hataya sürükleyen indirgemeci ve genellemeci bakışın zaaflarından koruyan bir zırh gibidir.
Aliya İzzetbegoviç okumak neden önemli? Çünkü hem içinde yaşadığı kültürel dünyaya hem de Avrupa kültürüne eleştirel bakabiliyor. Savunmacı yaklaşımlara mesafeli duruyor. Batı’yı eleştirirken kendi içinde bulunduğu inanç ve kültür dünyasının zaaflarıyla da eş zamanlı olarak hesaplaşıyor.
Aliya bu hesaplaşmada kendi gerçeklerinden kopmuyor ve çözümü burada arıyor. Bu yüzden Aliya yerli bir düşünürdür.
Aliya modernizmi de gelenekçiliği de eleştiriyor. Çoğu aydının yaptığı gibi modernizmi eleştirirken, sorunlu olan geleneği sahiplenmiyor ve oraya sığınmıyor. Batı modernizmi kadar geleneğin de dinin anlaşılmasının önünde engele dönüştüğü gerçeğini ıskalamıyor. Bu tutum onu diğer çağdaş düşünürlerden ayırıyor.
Aliya düşüncelerini aktarırken gerçekliği ihmal edecek kadar ütopyanın sahte dünyasına sığınmıyor. İslam’ın sürekli bir mücadele içinde olmak anlamına geldiğini hatırlatıyor. Ütopyaya teslim olmak insanı içinde bulunduğu toplumsal sorunlardan uzaklaştırma riskini barındırır. İdeali ıskalamak ise insanı içinde bulunduğu realiteye mahkum eder. Realiteyi aşacak çalışmalardan uzaklaştırır. Aliya realiteye ve ütopyaya teslim olmadan idealin arayışı içinde olmuştur.
Öte yandan Aliya’nın mücadelesi ancak eleştirel düşüncenin ortaya çıkardığı bereketli bir sonuçtur. Bu yüzden eleştirel düşünceyi ortadan kaldıracak, özgürlüğü kısıtlayacak, toplumu muhafazakarlaştıracak her tür toplumsal ve siyasal arayışın karşısında durmak gerekir. Eleştirel düşüncenin anarşi, bozgunculuk, kargaşa anlamına gelmediğini ısrarla vurgulamak gerekir.
Eleştirel düşüncenin olmadığı toplumda düşünce özgürlüğünün olması mümkün değildir. Eleştirel düşünce her tür total toplum projesini reddeder. Eleştirel düşüncenin olabilmesi, çoğulcu, müzakereci bir hukuksal sözleşmeyi gerekli kılmaktadır. Bu durumda düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldırmak gerekmektedir.
Eleştirel düşüncenin yokluğu uzlaşma kültürünü de büyük ölçüde işlevsizleştiriyor. Uzlaşma kültürünün zemin kaybetmesi siyasal alandaki mücadeleyi sertleştiriyor. Bu durum faklı siyasal anlayışların bir araya gelmesini zorlaştırıyor.
Eleştirel düşünce yokluğu sadece entelektüel alanı kısırlaştırmıyor, aynı zamanda siyaset başta olmak üzere hayatın diğer alanlarında çatışma kültürüne zemin hazırlıyor. Türkiye muhafazakar siyaseti, çatışma kültürünün egemen olmasıyla uzlaşma kültürünün ürünü olan koalisyon pratiğini, geçmişin olumsuz tecrübelerini de temel alarak küçümseme ve olumsuzlama eğilimine giriyor.
Eleştirinin yokluğu, yeni fikirlerin ve yeni yaklaşımların önünü tıkladığından, yerleşik düşüncelerin kalıcılığını sağlıyor ve düşünce dünyamızı kısırlaştırılıyor.
Eleştirel düşüncenin yokluğunun en çok çoraklaştırdığı alan ise entelektüel alandır. Geleneksel anlayıştan farklı düşünceleri tekfir suçlamasıyla karşılayan düşünce biçimi, ülkenin düşünen beyinlerinin ülkeyi terk etmesine neden oluyor. Bu yüzden verimli tartışmalar tarihin tozlu sayfaları arasında kalıyor. Din- felsefe ilişkileri konusunda Gazali- İbn Rüşt tartışmasını aşan bir yaklaşımın olamaması, tarihte yaşanan felsefi tartışma alanının ne kadar kısırlaştığını gösteriyor. Bu bir anlamda Aliya İzzetbegoviç’in eleştirel düşüncenin önemini vurgulamasının ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor.
hertaraf.com/ YUSUF YAVUZ YILMAZ