Öyle görülüyor ki pek çok insan, niçin yaratıldığını bilmiyor, düşünmüyor ya da düşünmek istemiyor. Buna karşılık bazı insanların bu konuya kafa yordukları, araştırdıkları ve bazı sonuçlara ulaştıkları anlaşılıyor. Konu ile ilgili eserlerde insanın yaradılış amacının “kulluk” olarak zikredildiği ve “Ben cinleri ve insanları, bana kulluk etsinler diye yarattım” [1] ayetinin de buna delil olarak gösterildiği biliniyor. Buna bir de hadis uzmanları tarafından Hz. Peygamber’e aidiyeti onaylanmayan, fakat sûfî düşünce tarzını yansıttığı için meşhur olan “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye mahlukatı yarattım (Kenz-i Mahfî/ gizli hazine)”[2] rivayeti ilave edildiğinde, insanın niçin yaratıldığı konusunda biri “kulluk”, diğeri de “Allah’ı bilmek” olan iki farklı düşünce tarzının ortaya çıktığı ve yaygın bir görüş haline geldiği anlaşılıyor. Fakat bu görüşler, Kur’anî muhtevayı tam olarak yansıtmıyor. Zira Kur’an’da kulluğa ilaveten bir de hangi “insanın ahsen-i amel/ işin en güzelini yapıp yapmayacağını denemek” için yaratıldığını açıklayan ayetlerin de bulunduğu görülüyor. Söz konusu bu ayetlerde şöyle deniliyor:
“(Yeryüzü yaşanır hale geldikten sonra Allah’ın) sizi yaratması, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek içindir.”[3]
“Biz yer yüzünde göz alıcı güzellikler yaratarak kimin ( bu güzelliklere aldanmayıp) iyi ve güzel işler yapacağı konusunda insanları sınamak istedik.”[4]
“Hanginizin daha güzel iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O Azizdir ve Gafurdur.”[5]
Kur’an’ın genel muhtevasında yer alan bilgilere göre Allah Teâlâ, gökleri ve yeri[6] yarattıktan sonra insanı yaratmıştır.[7] Yeryüzündeki bütün nimetleri onun emrine tahsis etmiş[8] ve bunun karşılığında da ondan kendisini tanımasını ve emirlerini yerine getirmesini[9], yeryüzünü imar etmesini[10] ve yönetmesini[11] , kısaca kendi iradesine uygun işleri “ahsen ve salih” olarak yapmasını, diğer bir ifade ile işlerini doğru ve en güzel bir biçimde yapmasını istemiş ve ona bu konularda bir sorumluluk yüklemiştir.
Amel “yapma, işleme, çalışma ve iş görme” demektir. Salih ise doğru, dürüst, iyi, sağlam, kusursuz, mükemmel anlamlarına gelmektedir. Buna göre salih amel, doğru iş, sağlam iş, iyi iş, kusursuz iş demektir. Bu nedenledir ki Kur’an’da amel sözcüğünün, iyi iş [12] ıslah etme[13], sulh yapma[14] işleri düzeltme[15] ve doğru iş [16] anlamlarda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenledir ki Ahmet Hamdi Akseki, salih ameli, “Akl-ı selimin insan fıtratı ve tabiatının reddetmediği bir takım hayırlı amellerdir ki, insanın kendi nefsine, ailesine, milletine ve bütün insanlara, hülasa hangi sınıftan olursa olsun, her insanın menfaatine olan şeylerle bağdaşan iyi, güzel işler ve davranışlardır”[17] şeklinde tanımlamıştır. Bu tanım, Kur’an’ın genel muhtevasıyla da örtüşmektedir. Nitekim Kur’an’da amal-i salihin, iman, ahlak ve ibadet başta olmak üzere tabiatı tanıma ve keşfetme sorumluluğunu da kapsayan her türlü doğru, iyi ve güzel eylemler için kullanıldığı da anlaşılmaktadır:
“Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendir.” [18]
“Hesap vermek üzere bir gün Bizimle karşılaşacaklarını ummayanlar, dünya hayatından hoşnut olup onunla tatmin olanlar ve Bizim varlığımıza ve kudretimize işaret eden delillerimizi görmemezlikten gelenler var ya! İşte onların yeri cehennemdir, çünkü onlar çok kötü işler yapmışlardır. İman edip güzel iş yapanları ise Rableri imanları sebebiyle altından ırmaklar akan , nimetlerle dolu cennetlere yerleştirir.”[19]
“Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz ”[20] ayetleri, buna işaret etmektedir.
“Ahsen-i amel” ile ilgili ayetlerin yer aldığı sureler, nüzul sırasına göre ele alındığında bunların Hûd, Zâriyât, Kehf ve Mülk şeklinde sıralandığı görülmektedir. Buna göre ilk nazil olan Hûd suresinde Allah Teâlâ’nın, insanın yaradılış amacını, “ahsen-i amel ile imtihan” olarak açıkladığını; ikinci olarak nazil olan Zariyat suresinde ise ona kulluğunu hatırlattığı; diğer iki surede yer alan “ahsen-i amel” kavramının ise -tekrar edildiği için- te’kit ifade ettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Zariyat suresinde zikredilen “kulluğun”, “ahsen-i amel” den daha özel bir anlam ifade ettiği görülüyor. Zira söz konusu bu ayetin öncesinde yer alan ayetlerdeki muhteva, bu anlama işaret ediyor. Nitekim bu ayetlerde Mekkeli müşriklerin, Allah’a kulluk etme yerine, aracı olarak gördükleri putlara taptıkları ve onlara yaptıkları hizmetleri kulluk olarak algıladıkları için Allah Teâlâ’nın da “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım. Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istemiyorum”[21] dediği, dolayısıyla onların bu davranışını şiddetle ret ettiği görülüyor. İç bağlamından koparılarak ayete literal bir anlam verildiğinde, insanın yaradılış amacının kulluk olduğu, ama iç bağlamı ile birlikte ele alındığında ise kulluğun sadece Allah’a yapılması gerektiği anlamı ortaya çıkıyor. Bu anlam ile “(Yeryüzü yaşanır hale geldikten sonra Allah’ın) sizi yaratması, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek içidir”[22] ayeti birlikte ele alındığında insanın yaradılış amacının ahsen-i amel için imtihan olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle ahsen-i amel, bir diğer ifadesiyle ile amel-i salih, insan oğlunun var oluş sebebi olarak görülüyor. Zira amel-i salih, bütün yönleri ile hem kulluğu, hem insanlığı, hem de halifeliği kapsıyor. Kur’an’da sık sık imandan sonra amal-i salihin zikredilmesi de bunu ifade ediyor.
İnsanın niçin yaratıldığını bilmesi, neden önemlidir? Sorusu akla gelebilir. Bu soru da, cevabı da çok önemlidir; çünkü insan, bu sorunun cevabı sayesinde ne yapacağını ve nasıl bir hayat yaşayacağını; buna göre bir hayat felsefesi oluşturup oluşturamayacağını, ilkeli ve kurallı bir hayatı amaçlayıp amaçlamayacağını bilecektir. Dolayısıyla niçin yaratıldığını bilen insan da Allah’ı tanıyacak,“ Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz” anlayışı ile hareket edecek, aidiyet duygusu gelişecek, vahyin sesine kulak verecek, bir ideali olacak, hasbî davranacak, aklını kullanacak ve vicdanının sesini dinleyecek, iyi insan olmaya çalışacak, güzel işler yapacak ve yaptığı işlerin de güzel olmasına özen gösterecektir
Niçin yaratıldığını bilmeyen insanın ise böyle bir amacı olmayacak, dünya hayatını sadece yeme, içme, oyun, eğlence ve zevkten ibaret sayacak, bu nedenle de duygularına ve içgüdülerine mahkum olacaktır. Olumsuz duygularını ve içgüdülerini tatmin etmek için de kural ve ilke tanımayacak, helal-haram demeden kazanç elde etmeye çalışacak, kul hakkı yiyecek ve bunlardan da asla bir kaygı duymayacaktır. Hedonist, narsist ve konformist bir hayat, onun için erişilmesi ve yaşanası gereken cazip bir hayat haline gelecektir. Dolayısıyla bu insan için ahiret, sadece imanın bir şartı olarak hatırlanan, fakat onun için hazırlık yapmayan bir kavramdan ibaret kalacaktır. Allah ile yeterli bir ilişkisi olmayacak; O’nun emirlerine, tavsiyelerine, yönlendirmelerine ve ikazlarına aldırmayacak, kulak ardı edecektir. Bu da ona Allah’ı unutacak, Allah’ı unuttuğu için Allah da onu unutacaktır. Neticede bu insanlar, sahip olma tutkusu, ve menfaat hırsı ile gözleri görmez, kulakları duymaz, akılları ermez bir halde yaşamaya devam edeceklerdir. Zira menfaatin etkin olduğu bir ortamda, insanın gözleri görmez, kulakları işitmez olur; aklı atıl kalır ve vicdanı körelir. Bu nedenle Allah Teâlâ, “Aklını kullanmayanları pisliğe, küfre ve her türlü belaya dûçâr”[23] edeceğini açıklamış ve bu tip insanları şöyle tanımlamıştır:
“Benim yarattığım insan ve cinlerin bir çoğu (yaratılış amaçlarına uygun davranmadıkları için) cehennemliktirler. Bunların kalpleri/akılları var gerçeği kavramazlar; gözleri var gerçeği görmezler; kulakları var gerçeği duymazlar. Onlar hayvanlar gibidirler, hatta onlardan daha şaşkın , daha aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir” [24]
Dolayısıyla aklını kullanan, duyu organlarını köreltmeyen ve olumsuz duygularının esiri olmayan insanlar, Allah’ı tanıdıkları ve yaradılış gayesini bildikleri için bu ayetlere muhatab da olmayacaklardır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1]Zâriyât 51/56-57.
[2] Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132; İbrahim Hakkı Aydın, Kenz-i Mahfî, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2022, 25/258.
[3] Hûd, 11/7.
[4] Kehf, 18/7.
[5] Mülk,67/2.
[6] Meryem 19/65.
[7] Bakara 2/21.
[8] Câsiye 45/12,13.
[9] Furkân 25/63-77.
[10] Hûd 11/61.
[11] Bakara 2/30
[12] Tevbe,9/102.
[13] A’raf 7/56.
[14] Nisa,4/128.
[15] Ahzab,33/71.
[16] Hud,11/46.
[17] Ahmed Hamdi Akseki, Ahlak İlmi ve İslâm Ahlakı (sad. Ali Aslan Aydın)Ankara tarihssiz,s.18.
[18] Âl-i İmrân, 3/114.
[19] Yunus,11/7-9.
[20] Nahl, 16/97.
[21] Zâriyât 51/56-57.
[22] Hûd, 11/7.
[23] Yunus,10/100.
[24] A’raf, 7/179.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
View Comments
Dünyasını güzelliklerle (Salih amellerle)dolduranların ahiretleri de güzelliklerle olacak inşallah selam saygı muhabbetler.